02.03.2025 - 07:02 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Mihail Bulgakov’un ünlü eseri “Köpek Kalbi”nde insan beyni ve gençleşme üzerine çalışan Profesör Preobrajenski yeni bir deney tasarlar. Sokak köpeği Şarik’e ölümcül riskleri olan bir ameliyatla insandan alınan hipofiz bezleriyle testisleri nakleder. Dünya tatlısı sokak köpeği ameliyattan sonra arsız, yüzsüz, şehvet düşkünü ve kaba saba bir insana dönüşür. İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatroları’nın yeni sezon oyunu “Köpek Kalbi”, Sovyet Rusyası’ndan günümüze uzanan ‘zamansız’ bir hikâye anlatıyor. Hem insanı hem sistemlerin yaratmak istediği toplumu eleştiriyor. Ama en çok da insanın kötülüğünün peşine düşüyor. Oyunun yönetmenliğini ise Onur Demircan üstleniyor.
- “Köpek Kalbi” ironi penceresi altında sert ve zamansız bir hiciv sunuyor. Siz oyunu sahnelerken döneme sadık mı kaldınız yoksa günümüze dair esintileri de eklediniz mi?
Bir yönetmenin, yaşadığı dünyayla ne tür dertleri olduğunu anlamadan ve buna uygun metinler seçmeden, sadece dekoratif işler yapabileceğini düşünen biriyim. “Köpek Kalbi”ni sahnelemeye beni çeken şey, 1925 yılında Moskova’da Sovyet rejiminin yaptıkları değil, değişen güç dengeleri içinde var olmaya çalışan insanlardı. Bulgakov, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanabilecek bu insanlık durumunu, suçu sadece sisteme yüklemeden, zamansız ve tarafsız bir dille anlatmış. Bu yüzden günümüzü çağrıştıracak bir şey eklememize gerek kalmadı. Aynı insanlık durumu, 100 yıl sonra hâlâ aynı çarpıcılığıyla hayatımızın ortasında duruyor.
- Eser, erk sahibi olanlara dair bir eleştiri niteliği taşıyor. Ve aslında bize gücü elde eden kim olursa olsun hâkim sınıf olduğunda ‘ezen’e dönüştüğünü söylüyor.
Sistemler, insanların tanımladığı soyut yapılar olduğu için iyiliği ve kötülüğü yalnızca o sisteme etki eden insanlar üzerinden değerlendirebiliyoruz. “Köpek Kalbi”, erki ele geçirenin sonunda tiranlaşacağını savunan bir eser gibi görünse de aslında daha kritik bir soru soruyor: Bir köpek insana dönüşüp yani bir bebek gibi tüm yeni bilgilere açık hâle gelip kendine kimi lider olarak seçeceğine nasıl karar verir? İnsan, uygun ortam sağlandığında tembel, bencil ve zevk düşkünü doğasından vazgeçmek istemiyor. Tüm bu olanakları sağlayan bir grubun içinde var olduktan sonra herhangi bir sistemi doğru işletmesini beklemek bir hata olmaz mı?
- Sokak köpeği Şarik insandan alınan hipofizlerin ve testislerin kendine nakledilmesiyle berbat bir yaratığa dönüşüyor. Burada da en kötü canlının insan olduğuna dair atıf var. Ne dersiniz bu konuda?
Oyunda, Şarik’i insanlaştıran Profesör Preobrajenski, artık insan olan Şarikov hakkında şöyle diyor: “…sorun artık bir köpek kalbi değil, insan kalbi taşıması. Var olanların en rezilini.” Bulgakov’un en sevdiğim yönlerinden biri, insan doğasının ikiliğini ve ironisini çok iyi bilmesi ve bunu eserlerine harika bir şekilde yansıtması. Evet, Profesör Preobrajenski’ye insanın doğadaki en kötü canlı olduğunu söyletiyor ama aynı zamanda onu bir tanrı kompleksi içine hapsediyor. Kendini mükemmel insan olarak gören birinin, insanları doğadaki en kötü varlıklar olarak nitelemesi ironik bir trajedi yaratıyor. Oyunun kara komedi katmanını da işte bu ikilik oluşturuyor. Biz ne mükemmel tanrılar ne de tamamen düşmüş canavarlarız. Zaman zaman içimizdeki köpek insanlaşıyor, bazen de insanlığımız köpekleşiyor.
‘İnsan doğadaki her şeyi şekillendirmek istiyor’
- İnsan, hayvanları farklı farklı yollarla doğalarından koparıp kendi keyfine göre şekillendiriyor. İnsanların hayvanları bile manipüle edip hizmetine alma hırsını neye bağlıyorsunuz?
Bunu yalnızca hayvanlara yapmıyoruz; “Köpek Kalbi”, bir hayvan üzerinde gerçekleştirildiğinde büyük sonuçları olabilecek bir dönüşümü tartışmak için odağına bir köpeği koyuyor. Ama aslında, insan doğadaki her şeyi ateşi, toprağı, suyu şekillendirmek istiyor. Eserdeki temel mesele de bu: “Bakın, bu cisim bu hâliyle belki iyi ama ben onu aklımla daha iyi bir hâle getireceğim.” İnsanların, her şeyi daha iyiye götürebileceğine dair kibri, toplumsal hiyerarşide güç ve söz sahibi olma arzusuyla birleşiyor. Bu yüzden herkes o işi, patlayan borunun başındaki tesisatçıdan, otobüs şoföründen ya da bir filmin yönetmeninden daha iyi bildiğini düşünüyor.
- Oyunda toplum mühendisliği eleştiriliyor. Türkiye bu anlamda önemli bir laboratuvar. ‘80’lerde dizayn edilen toplum yerini 2000’lerin sonuçlarına bıraktı. Bencilliğe uzayan bireyciğilin ve tüketimin zirve yaptığı bir dönemdeyiz. Siz nasıl görüyorsunuz yaratılmak istenen toplumu?
Bugün, bireycilik ve tüketim kültürü en üst seviyede. Ama bu Türkiye’ye özgü değil, tüm dünya ‘80’lerde yapılan politik ve ekonomik tercihlerin sonuçlarıyla yüzleşiyor. 2025 yılındayız, bireysellikle büyüyen o kuşak yaşlandı ve bireysel yaşlılar olunamayacağını, insanın toplumsal bir varlık olduğunu hepimiz görüyoruz. Ama tüketim toplumu güçlenerek varlığını sürdürmeye devam ediyor ve bunun olası sonuçlarıyla henüz yüzleşilmedi. Tüketim toplumu politika, sermaye ve toplum gibi üç büyük değişkene bağlı olduğu için varacağı yeri ve sonuçlarını görmek çok zor.