10.10.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Amélie Poulain’i hatırlıyor musunuz? Peki onun filme adını veren olağanüstü kaderini. Jean-Pierre Jeunet’nin filmi 20 yıl önce hayatımıza girdi. Çekingen, narin, masum gülüşlü genç kız Amélie de o filmle birlikte beyazperdenin ikonik karakterlerinden biri oldu. Pek çok genç kız saçlarını Amélie’yi canlandıran Audrey Tautou gibi küt kestirdi ya da onun sıradışı giyim stilini takip etti. 10 milyon dolarlık mütevazı bütçesiyle 174,2 milyon dolarlık küresel gişe getirisi sağlayan film ‘Kaplan ve Ejderha’ ve ‘Hayat Güzeldir’in ardından yabancı dilde dünya çapında en çok hasılat yapan üçüncü film unvanını aldı. Paris’te çekildiği mahalleye yaptığı turistik katkı da cabası. Montmartre’daki Lepic ile Cauchois sokaklarının kesiştiği noktada yer alan ‘Café des 2 Moulins’, hem yerli halk hem de yabancı turistler için popüler bir yer haline geldi. Müzikleri de film ve Paris kadar ilgi çekti. İtiraf etmeliyim benim telefonum hâlâ ‘Le Valse D’Amélie’yle çalıyor, belki de her telefon sesini duyduğumda Amélie’nin iyimserliğini hissederek, hep güzel haberler almayı umuyorum. ‘Amelie’ böylesine başarılar elde etti etmesine de Cannes Film Festivali’ne sunulduğunda reddedildi, Jeunet programcı Gilles Jacob’un film için “ilgisiz” yorumundu bulunduğunu açıkladı. Ancak filmin Cannes tutkusu bitmedi. Festivale davet edilmeyen Amélie Poulain, bu yılın temmuz ayında Cannes’a arz-ı endam etti. Film sahilde 20’nci yılını kutladı ve özel bir yıl dönümü gösteriminde kocaman perdede oynatıldı. Yüzlerce hayranı filmi yıldızların altında, hikâyenin kendisi kadar romantik hissettiren bir ortamda izledi.
Bir nevi Don Kişot
Peki neydi bu küçük, mütevazı, sade filmi bir kült yapım haline getiren? İkonik bir romantik olarak beyazperde tarihine geçmesini sağlayan eşsiz çekiciliğinin ve sihrinin altında ne yatıyordu. Biraz araştıralım mı?
20 yıl önce tanıştık Paris’te Montmartre’da yaşayan minyon kadın kahramanla. Çok talihsiz bir kızdı Amélie. Soğuk ve kalpsiz babası ve her daim sinirli annesiyle yaşıyordu. Sonra erken yaşta annesini kaybetti. Her şeye rağmen kendine içinde mutluca yaşayacağı bir dünya kurmayı başaran yalnız bir kadındı o. Créme Brulée tatlısının kabuğunu kırmaktan ve suda taş sektirmekten hoşlanan bir kadın. Bir kafede garson olarak çalışan Amélie evinin gizli bir bölmesinde küçük bir çocuktan kalma hatıra kutusu bulunca hayatı değişti. İşte o zaman insanlarla iletişim kurmaya ve eğer başarılı olursa yalnızlığından kurtulmaya karar verdi. Hayatını başkalarının mutluluğuna adamaya yemin etti. Ancak bunu kendi yalnızlığını telafi etmek ve acı çekmemek adına dikkatini dağıtmak için seçtiği de bir gerçekti. Uzman bir problem çözücü olma yolunda ilerlerken bir yandan da olgunlaştı Amélie. Mottosu sadediydi: Hayat basit, insanlara yardım et!
Jeunet’in sıra dışı romantik komedisinde Audrey Tautou’nun canlandırdığı Amélie, Don Kişot gibi kendini iyi insanlar için feda ederken başına bir dizi tuhaf şey geldi. İş arkadaşlarını birbirine âşık etti. Kocası onu başka bir kadın için terk ettiği için bir daha asla hayata tutunamayan bir diğer komşusunu yalan da olsa bir mektupla hayata döndürdü. Cam ressamın hayatla bağlantı kurmasını sağladı. Annesinin ölümüyle iyice münzevileşen babasını hostes dostunun dünyayı keşfettirdiği cüce sayesinde kabuğundan çıkmaya ikna etti. Sonra çırağını sürekli aşağılayan manavdan intikam aldı. “Enginarın bile kalbi var, senin yok” diyerek, başına bir sürü çorap ördü. Çünkü narin görünümüne rağmen Amélie aynı zamanda başkalarını rahatlıklarından uzaklaştırmak için küçük bir tahribata neden olmayı düşünen yaramaz bir genç kadındı.
Mayıs 2021’de İngiltere’de tiyatroların yeniden açılmasının ardından Kriter Tiyatrosu ‘Amélie’yi sahneliyor.
Hayalperestlerin şehri
Elbette bu kadar iyiliğin, iyimserliğin ödülü olarak kendi de yalnızlığından çıktı. En az onun kadar garip olan bir adama âşık oldu. Bir umut filmi ‘Amélie’. Adını bile andığınızda sizi gülümseten bir umut filmi. Hâlâ iyilerin kazandığına inandıran, düşünceli insanların var olduğunu kanıtlayan bir hikâye. Hani Sait Faik’in dediği gibi “Dünyayı güzellik kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayacak her şey...” Üzüntünün aksine nezakete dayanarak insanları ağlattı Amélie.
Jean-Pierre Jeunet, ‘Amélie’den önce de sinemada başarılar elde etmişti elbette. Marc Caro ile birlikte yönettiği 1991’deki ‘Şarküteri’ bir kasabın insanları yerel kiracılarla beslediği bir distopyayı anlatıyordu, 1995’deki bilim kurgu fantezisi ‘Kayıp Çocuklar Şehri’, Cannes Film Festivali’nde gösterildi. Daha sonra ise pek çok yönetmenin düştüğü tuzağa düşüp Hollywood’a ilk adımını attı ve ‘Yaratık: Diriliş’i yönetti. Neyse ki hem gerçek hem mecazi anlamda ana diline geri döndü de Amélie Poulain ile tanıştık. Aslında ilk önce İngiliz aktris Emily Watson’ın bu rolü oynaması düşünüldü. Ancak Fransızcası yeterince güçlü değildi. Ve rol Audrey Tautou’nun oldu. Daha önce Fransız romantik komedisi ‘Venüs Güzelleri’nde oynamıştı Tautou. İyi ki rolü o kazandı. Çünkü Amélie’yi bu kadar canlı ve özenle oynayan başka birini hayal etmek zor. Tautou’nun başrolü paylaştığı Paris de filmde büyüleyici bir atmosfer sunuyor. Amélie’nin Paris çevresindeki maceralarını zevkle takip ediyoruz filmde elbette Bruno Delbonnel’in canlı sinematografisi eşliğinde. Delbonnel şehri güzel ama kesinlikle canlı, sürekli hareket halinde bir fuar alanı yolculuğu olarak sunuyor. Şehrin çekimleri kartpostallarda görüldüğü gibi Fransız başkentini andırırken, filmin renk paletinin kusursuz zengin kırmızıları ve sarıları, Amélie’nin ‘yaşam neşesini’ni yansıtacak şekilde prodüksiyona aktarılıyor. Bu romantizme Yann Tiersen’in enstrümantal kompozisyonları ekleniyor. Ve karşımıza bir hayalperestlerin şehri çıkıyor. Dünyanın genellikle sert bir yer olduğunu biliyor olsak da Jeunet ve yaratıcı ekibi dünyanın hayalperestlerinin ve sanatçılarının henüz dış güçler tarafından yıpratılmadığı daha nazik, daha nazik bir gerçeklik hayal etmeye davet ediyor izleyiciyi.
Pandemide anladık onu
Tüm bu sihirli atmosferin bir yüzü daha var ama! Madalyonun öteki yüzü: Evinde yalnızken Amélie sessiz, neşesi yok. Yalnızlığı belirgin. Bu tanınabilir tecrit duygusu, henüz ilişki kuramayan insanlarla çevrili bir şehirde yaşamak için zaman harcayan herkese tanıdık geliyor. Bir yılı aşkın süredir insanları evlerinin içinde hapseden, aileleri ve arkadaşları birbirinden ayrı tutan ve hepimizin yaşam sevincini gasp eden küresel salgın ışığında bu durum daha da dokunaklı hissettiriyor kendini. Hatta filmden uyarlanan müzikalde başrol oynayan Audrey Brisson, “Hepimiz bir yıl boyunca evde kilitli kaldık ve aniden kimseyle bağlantı kuramama ve yalnız hissetme fikri daha dokunaklı hale geldi. Amélie’ninki, birbirleriyle bağlantı kuramamaktan, sınırlarını zorlamayı ve bu bağları kurmaktan mustarip karakterler hakkında bir hikâye” diyor. Konu gelmişken Amélie’nin müzikal versiyonu ilk kez 2015’te prömiyer yaptı. Gösteri, 2017’de Broadway’de sahnelendiğinde pek de beğenilmedi. Ancak değişikliklerin ardından Michael Fentimen’ın yönettiği yeni bir versiyon 2019’da Londra’nın West End’inde seyirciyle buluştu. Dönüştürülen yapım olumlu eleştiriler alırken ve üç Laurence Olivier Ödülü ve bir Grammy’ye aday gösterildi.
Amélie sadece tiyatroya ilham olmadı. ABD’li televizyon senaristi ve yapımcısı Bryan Fuller’ın 2007’de yayınlanan ‘Pushing Daisies’ adlı dizisi doğrudan ‘Amélie’den esinlendi. ‘Amélie’nin en sevdiği film olduğunu söyleyen Fuller ondan ilhamla ölü insanları hayata döndürme gücüne sahip bir fırıncı hakkında müstehcen bir romantizm yarattı. Aradan 20 yıl geçmesine rağmen Amélie hâlâ genç, hâlâ insanlara umut olmaya devam ediyor. Mayıs 2021’de İngiltere’de tiyatroların yeniden açılmasının ardından Kriter Tiyatrosu ‘Amélie’yi sahneliyor. Ve Londra sokaklarında küçük bir Paris büyüsüne kapılmaya istekli izleyicileri çekmeye devam ediyor.