23.03.2025 - 07:02 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Hitler’in intihar ettiği ve savaşın bittiği haberlerinin yayıldığı günlerde Hitler’in eski dairesinde, onun küvetinde, onun resmiyle birlikte poz vermek… Gerçekten inanılmaz bir vizyon. Çektiği fotoğraflarla Nazilerin, Yahudi katliamını tüm dünyanın öğrenmesini sağlaması da onun cesaretinin bir başka yüzü. Bu sıra dışı kişilik, model olarak başladığı kariyerini fotomuhabir ve savaş fotoğrafçılığına evrilten Lee Miller’dan başkası değil. Film de oğlu Anthony Penrose tarafından yazılmış “The Lives of Lee Miller” adlı biyografiden uyarlanmış.
Şu sıralar yeni bir proje için ilk kez yönetmen koltuğuna oturan Kate Winslet, “Lee”nin hem yapımcısı hem de başrol oyuncusu. Miller’ı canlandıran Kate Winslet’ın tam anlamıyla baş koyduğu bir film bu. Onun verdiği güvenle, Miller ailesi Lee Miller Arşivleri’ne tam erişim hakkı sağlamış. Winslet bütçe konusunda da filmi hayata geçirmek için elinden geleni yapmış. Ekibin iki haftalık maaşını kendi cebinden ödemiş. Filmin mekân seçimi gibi hemen her aşamasında sorumluluk almış, oyuncu kadrosu onun çabasıyla oluşturulmuş.
Feminist bakış
Lee Miller karakterinin Kate Winslet için önemini anlamak pek de zor değil aslında. “Titanik”in romantik âşık kalıbından sıyrılmak için kariyerinde farklı rollere ve türlere odaklandı hep. Lee Miller da tam onun kumaşına uygun bir rol. Meslektaşlarına öncülük etmiş, kendi bildiğine göre yaşamış bir karakter çünkü. Winslet’ı Miller rolünde izlemek bu yüzden çok etkileyici. Karakterinin dikbaşlılığını, ilkelerini, feminist bakışını, lider ruhunu gerçekçi bir şekilde yansıtmış filmde. Bu da ona bu sene Altın Küre’de En İyi Kadın Oyuncu dalında adaylık getirdi.
“Lee” aslında tam bir kadın dayanışması ürünü. Winslet’ın rol aldığı “Eternal Sunshine of the Spotless Mind” ve “A Little Chaos”un görüntü yönetmeni olan Ellen Kuras (ki kendisi Martin Scorsese, Sam Mendes, Jim Jarmusch, Spike Lee gibi ustalarla çalışmış) ilk defa “Lee”de kurmaca bir sinema filmini yönetmiş.
“Lee”yi iki bölüme ayırmak mümkün. Filmin başında kahramanımızın bohem yaşamını, kendine odaklı özgürlüğü yaşayışını izliyoruz. Ama bireycilikten toplumculuğa geçişini, dönüşümünü açıklamakta eksik kalıyor senaryo. Asıl odak, onun savaş fotoğrafçılığına başlaması ile netleşiyor. İkonlaşmış fotoğraf karelerini nasıl oluşturduğunu çok iyi yansıtıyor film. En çok bu anlara çalışılmış zaten. Winslet de tüm enerjisini o sahnelere adamış gibi. Hemcinsinin mirasını unutturmamak adına Winslet’ın çabası çok değerli.
Film, Miller’ı yakından bilenleri, tarihi fotoğrafların çekildiği anlara hayran bıraktırırken tanımayanları ise filmi izledikten sonra Miller hakkında detaylı araştırma yapmaya teşvik ediyor. Yahudi soykırımının fotoğraflarını İngiltere Vogue’un ‘halkı rahatsız edeceği için’ yayımlamaması ve ABD’de o fotoğrafların basılması ise ibretlik bir detay. Filmin gerçekçi anları kadar duygusal ve kurmaca finali de etkileyici. Ama bir anne olarak Lee’nin neden böyle bir süreç izlediği konusunda yine bazı açıklar var senaryoda. Belki de baştan sona sadece savaş dönemini anlatsa daha etkileyici bir sonuç çıkabilirdi karşımıza ama Kate Winslet’ın kendini adamışlığı her koşulda saygıyı hak ediyor.