29.08.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Haldun Taner - DEVEKUŞU’na mektuplar - 11 Şubat 1979
İdi Ekli Bir Yazı
İsviçreli ressam Arnold Böcklin’in tabloları yanında bir de kendi yaptığı ünlü portresi vardır. Bu portrede Böcklin olanca gençliği ve sarışınlığı, yaşam sevinci dolu gözleri ile bir aynaya bakmakta ama elinde tırpan, bir gölge gibi onu izleyen ölümün soğuk nefesini ensesinde duymamaktadır. Gerçekten de ölümün yaşı yoktur. O, genç yaşlı herkesin peşindedir. Herkes ölümünü yaşamıyla birlikte taşır. Ve o, bir gün bir hastalık, bir kaza, bir cinayet, bazen de hiç nedensiz bir bitiş şeklinde tezahür eder.
Buna biz yaştakilerin alışmış, kanıksamış olması gerekir Öyledir de... Ama öyle olduğu halde bazı ölümler insanı yine de şaşkına çevirir. Siyasete adanmış bir yaşamın elbet rizikoları vardır. Ama Abdi İpekçi bir siyasetçiden çok bir gazeteciydi.
On yedisinde girdigi mesleğine âşıktı
Suna Kan’ın kolları, Banu Sözüar’ın elleri onları nasıl doğuştan kemancı ve piyanist olarak damgalamışsa, Abdi İpekçi’nin zekâsı, gözlemciliği ve polifon İşleyen beyni de onu gazetecilik yazgısına itmişti. On yedisinde girdigi mesleğine âşıktı. Gözü başka bir şey görmeyecek kadar,
Doğru bildiği yolda kamuoyunu aydınlatmak işini üstlenmişti. Düşünceleri ile bir kesim kamuoyunu oluşturduğu bir vakıa idi. Kamuoyu da onun kalemini etkiliyordu. Bu kavşakta bulunuşu onu popüler bir başyazar yapmıştı. Çoğu kimse onun o günkü Durum yazısını Türkiye’nin o günkü röntgeni sayardı. Popüler oluşunun bir başka nedeni de olayları açık seçik kavraması, herkesin anlayacağı bir yalınlık içinde yorumlaması idi. Görüşlerine katılmayanlar elbette vardı. Belki de çoktu. Ama onun kalemini Cumhuriyet dönemi başyazarları gibi başka bir yerlere varmak için kullanmadığında her safkan gazeteci gibi öyle doğup öyle kalmayı yeğlediğinde herkes birlikti. İyi niyeti, yurtseverliği, düşünce özgürlüğünden yana oluşu, toleransı da ortada idi. Bunda da galiba herkes birlikti. Bu nitelikleri ile siyasa ortamında günden güne gelişen bir güç olmuştu.
Durumlarında bir sorunu, hep iki, bazen de üç, dört yanı ile işlemeyi adet edinmişti. Siyah - beyaz karşıtlığı kolaycılığına ve mugalatasına bir gün düşmedi. Siyahta bulduğu beyazlıklan, beyazdaki gölgeleri, hatta lekeleri açık açık belirtirdi.
Her an istim üstünde yaşardı
Bir zamanlar İkinci Dünya Savaşı öncesi Fransa’sında Ouevre gazetesinin “Falcı Kassandra” diye lakaplandırılmış dış politika yazarı bir Genevieve Tabouls vardı. Siyasal ortamın gelişme eğilimlerini bir sismograf gibi önceden sezişinden ötürü ben Abdi İpekçi’yi biraz ona, yazılarının sağlam mantık örgüsü bakımından da rahmetli Necmeddin Sadak’a benzetirdim. Ama bu benzetme sadece onun (Durum) adlı başyazıları için geçerli idi.
Aslında Durum başyazı değil editorialdı, Abdi İpekçi geleneksel başyazar sübjektivizminden sakınır olayları elden geldiğince objektif bir şekilde vermeye ve yorumlamaya özen gösterirdi. Bu “Durum”larda bence, kanımca gibi sözlere rastlayamazdınız. Durum’la Ankara Caddesi’ne editorial türünü yerleştirmişti.
Abdi İpekçi gazetesinin yalnız editorialcısı değildi.Genel yazı işleri yönetmenliğinin çok karmaşık işlerini büyük bir rutin ve rahatlık içinde tıkır tıkır işletirdi. Gelir gazeteleri okur, Ankara ile konuşup oranın nabzını dinler, sonra teleks odasına girip çıkıp son haberlere göz atar, bölüm şeflerini toplayıp gazetenin o günkü mizanpaj stratejisini düzenler, kapanıp Durum yazısını yazar, sanat, mizah, spor, grafik servislerine uğrar sonra kantine yemeğe çıkar, yemekten sonra tekrar Ankara ile, gerekirse Bruxelles ile, Paris’te görüşür, haftanın sohbeti için konuğunu ağırlar, iki saat de onunla konuşup dörtbaşı mamur bir röportaj hazırlar, bazen de bu dolu günün akşamı evine dönecek yerde gerekiyorsa hemen bavulunu aldırtıp uçağa atlar, bir haberi yerinden izleme , bir uluslararası basın kongresine katılmak, ya da bir yabancı devlet adamı ile röportaj yapmak için yurt dışına uçardı.
Aküsü her an dolu idi. Her an istim üstünde yaşardı. Bu akü gün boyu dolup dolup boşalırdı. Çocuklarınki gibi tükenmez bir enerji içinde yaşardı. Başka türlü bu kadar iş bu kadar kısa süreye sığdırılamazdı.
Haftanın Sohbetleri
SÖZ(Haftanın Sohbetleri)’ne değmişken onun başka bir niteliğine değinmeliyim. O haftaki sohbet konuğu kimse, bir sanatçı, bir devlet adamı, bir muhalefet şefi, bir sendikacı, bir sporcu, bir maliyeci, bir tarihçi, bir uçak mühendisi, bu birbirinden çok farklı ihtisas adamları Abdi İpekçi’nin şahsında karşılarında bir gazeteci değil de, sanki kırk yıldır bu ihtisasın içinde yetişmiş bir meslektaşlarını bulurlardı.
Abdi İpekçi onları büyük bir dikkatle önce dinler, sonra yine bu edindiği verilerden konunun tam göbeğindeki bir çekirdeği yakalayıp ondan yeni bir açı üretip öyle bir şey sorardi ki, kendini o işin otoritesi sayan muhatabı o zamana kadar hiç düşünmediği bu yeni açı karşısında şaşırır, kem küm eder, ama yeni açının gereksindirdiğl yeni çözümü de yine Abdi İpekçi’nin ürettiği yeni çözüm önerilerinden biriyle karşılayarak kendini temize çıkarırdı. Ben onun bu çok yanlılığına, en olmayacak alanlarda rahatça at oynatışına, karşısındaki ihtisas adamları ile bir medyummuşcasına böyle özdeşleşme esnekliğine her zaman çok şaşırmışımdır.
Kendisi ile karşılıklı saygıya dayanan mesafeli bir dostluğumuz vardı. O Iiseye başlarken ben o liseyi bitirmiş çıkmıştım. Belki bundan, belki de yaratılıştan, inceliğinden ve alçak gönüllülüğünden, ben yanına girince ayağa kalkardı. Bu da beni çok mahcup ederdi. Zorunluluk duymadıkça odasına girmezdim. Gazetecilikten, fıkracılıktan, hatta bir iki yıl da başyazarlıktan hevesimi çoktan almış unumu eleyip çoktandır eleğimi asmışım. Yıllar sonra Milliyet’e sohbet yazıları yazmamı istemişti. Tam dört yıl bu isteğini gelecek yıl, öbür yıl diye erteleyip atlatmak istemiştim. Sonunda onun direnci baskın çıktı. Önce “Hak Dostum” sütununa sonra da şu sütuna tekrar yazı yazmaya başlayışım böyle oldu.
Evet gerçekten ölümün yaşı yok
Rahmetli Ali Naci Karacan’ın zamanında Molla Feneri Sokağı’ndaki gazeteye bir kere geldiğimde gördüğüm bu gencecik çocuk zamanla Milliyet’in kalbi, beyni her şeyi oldu. Ercüment Karacan ile birlikte gazeteyi çağa yakışan bir baskı kalitesine istihbaratı ile, arşiv ile, kütüphanesi ile, kadrosu ile organizasyonu ile, ülkenin övünülür gazetelerinden biri haline getirmede katkısı büyüktü. Bir yandan bunları başarırken, bir yandan da Uluslararası Basın Enstitüsü’nde sözü geçen bir yönetici oldu. Bütün bunları da yukarıda da söylediğim gibi hızlı zekâsının sağladığı uyum ve rahatlıkla yaptı. Gazetecilik için yaratılmış ve bu mesleği seçerek onun doruğuna yükselmişti. Bundan ötürü mutlu idi. Sıcak bir yuvası ince bir eşi, güzel çocukları vardı. Bundan ötürü de mutlu idi. Yüzünde başarının aylası vardı. Bunu özenle saklamasına karşın.
O yoğun ve çalışkan yaşamın en umulmaz bir anında beş kurşun, bu yaşama son verdi. Evet gerçekten ölümün yaşı yok. Bazen bir hastalık halinde, bazen de hiç habersiz gelir. Bir ani bitiş bir kaza, bir cinayet halinde.
Biz yaştakilerin buna alışmış, buna kanıksamış olmaman gerek. Ama öyle olduğu halde bazı ölümler insanı yine de şaşkına çeviriyor. Abdi İpekçi’nin ısrarı ile açılan bu sütunda onun hakkında “idi” ekli bir yazı yazmak bana çok zor geliyor.