06.07.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Yarına gerçekçi bir projeksiyon yaptığımızda pek umut verici tablo görmüyoruz. İklim krizleri, su kaynaklarının tükenmesi, savaşlar, kutuplaşma... Kıyamet gibi bir şey ama tam de öyle değil hani. Distopik bir hikâye “9/8’lik Kıyamet”. Tüm bu kıyamet gibi şeyin ortasında filizlenen bir aşk. Aşkın adı Leyla. Bir de yardıma muhtaç bir kedicik var, Kopil. Herkes kendi kıyametine hızla yürürken bir ihanetin hikâyesini anlatıyor sahnede Diyar. Yanında ortağı darbuka. 9/8’lik ritimle hem ağlatıyor hem düşündürüyor. Arada bir gülümseme de yerleştiriyor yüzlere. Ama alışmayın o gülümsemeye çünkü bu hikâye kimseyi güldürmeyi değil attığımız adımların nasıl sonuçlar doğurduğunu anlatmayı amaçlıyor. Birlikte yürüdüğümüz insanların ne kadar önemli olduğunu vurgularken suya atılan bir taşın yarattığı dalgaların sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok hayatı etkilediğini gösteriyor. Bu çok katmanlı metni yazan Şâmil Yılmaz. Yöneten Sezen Keser. Ve sahnede harika bir performans sunan, bu başarısıyla Afife Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu ödülüne aday olan Oğulcan Arman Uslu. Oyunu izlerken hep kendime “Bildiğimiz dünya elimizden kayıp giderken, biz kimin elini tutacak, kimlerle yan yana yürüyeceğiz?” diye sordum. Aynı soruyu Uslu’ya sorduğumda “Şimdi kimin elinden tutup, kimlerle yan yana yürüyorsam” yanıtını verdi.
Oğulcan Arman Uslu: ‘Seyirciyle kurulan ilişki de bir çeşit partnerlik’
■ Tek kişilik oyunlar zordur. Siz de en zorlarından birinin üstesinden geliyorsunuz. Darbukayla kurduğunuz ortaklıkla seyirciyi bazen güldürüyor bazen eğlendiriyor çokça zorluyor ve epey korkutuyorsunuz. Sizin için nasıl bir yolculuktu bu duygudan duyguya geçmek?
Provalarda en çok uğraştığımız mesele ‘Diyar’ın sesini bulmaktı. Bu arayış aynı zamanda oyunun-metnin duygu dünyasına yaklaşmaktan geçiyor. Küçük bir kapıdan girip koca bir evrene açılmak gibi geliyor bana bu süreç. Oyunda uzun bir zaman dilimi anlatıldığı için bir dolu geçiş ve duygu durağı var. Diyar’ın şimdi olduğu kişiye dönüşmesinde önemli kırılma anları bunlar. Sezen (Keser), rejiyi bu noktalar üzerinden kurdu zaten. Temelinde, hikâyenin bana bir şey yapmasına izin vermek var oyuncu olarak. Oyunun içinde irili ufaklı, görünen veya görünmeyen birçok duygu var. Her oyunda böyle bu aslında. Tek kişilik anlatı metinlerinde sorumluluk biraz daha artıyor olabilir oyuncu için ama seyirciyle kurulan ilişki de bir çeşit partnerlik aslında. Orada gidip gelen bir şey var. Kurulan yapı içerisinde ‘dürüst’ olmaktan başka yolu yok gibi. Kendi adıma, seyirci-oyuncu ilişkisine dair bir süreç de ilerliyor bir yandan. Bunun, oyunun duygu dünyasıyla bir ilişkisi var. Birlikte yol aldığımızı-yürüdüğümüzü düşünüyorum. Dolayısıyla kendimi güvende hissediyorum. İçimi açmaktan korkmuyorum. Oyunun oyuncudan talep ettiği şeylerden biri de bu.
Şâmil Yılmaz: ‘Kurbanlar adına affedemeyiz’
■ İklim krizi, salgınlar, mülteci sorunu, azınlıklar, savaşlar… İnsanlığı kıyamete götüren her şeyin yer aldığı bir metin var karşımızda. Metnin başrolü aşka dahası ihanete kalıyor. İnsanın ihaneti mi hazırlıyor bu distopyayı?
Her kritik siyasi dönemeçte geçerli olan bazı sorular var. Oyun alt metninde bunlardan bazılarını soruyor: Ben kimin tarafındayım? Kimlerle yan yana yürüyor, kimlere sırtımı dönüyorum? Hangi davaya sahip çıkacağım? Ve en önemlisi, kimlere ihanet edeceğim? Fakat ihanet, yine de, oyunun duygu atmosferinde vurgulandığında doğru ses veren kurmaca bir nota. Bütün reel siyaset alanını açıklayabileceğimiz bir maymuncuk kavram değil. Ama, yine de, orada sanırım. Yok etmeye muktedir taraf olduğumuz için, var olan her şeye karşı bir sorumluluğumuz var. Toplumsal ilişkiler de bu sorumluluktan bağımsız değil. Sömürü ilişkisi kurduğumuz canlılar, tüketip talan ettiğimiz doğa, bize benzemedikleri için katlettiğimiz yığınlar… Bu büyük (üzerini çiziyorum) ihanetlerin içinde, bunlardan beslenen ve bunları besleyen, bir dolu kişisel küçük küçük ihanet de var. Diyar için bu ihanet, erkekliğin konformist ve mülkiyetçi tarafına yaslanarak, Siyasi İslam’la uzlaşıp sevdiği kadına sırtını dönmek anlamına geliyor. Bir başkası için çok başka bir anlama gelebilir. Adını illa ihanet olarak koyacaksak yani…
■ Metinde seyirciyi sert bir politik atmosferle yüzleştirirken soluklanabileceği birkaç nefeslik molalar yaratıyorsunuz. Korkmaları gerektiğini söylerken gülmeleri için es de veriyorsunuz. Bu da bir anlamda hâlâ umut olduğunu mu gösteriyor?
Oyunun anlatıcısı Diyar için bir umut yok. O her şeyin yaşanıp bittiği bir gelecekten konuşuyor. En sevdiklerine ihanet etmiş biri karşımızdaki. Çok ağır bir duyguyla kapatıyor hikâyesini. Oyun, buradan bakınca, imkânsız bir kefaret ritüeli. Kefaret geriye dönük işleyen bir süreç. Ama biz, yaşasınlar ya da yaşamasınlar, kurbanlar adına affedemeyiz. Bir bağışlama jesti için çok geç artık. Her şey bitti, bazı şeyler için artık asla geriye dönüş yok. Bizim için ‘henüz’ o kadar geç değil ama. Biz hâlâ o geleceği hazırlayan yoldayız. Düşüncenin ve eylemin kendini kuracağı yer, şimdi ve burada. Hâlâ bir umut olup olmadığı sorusu, benim gündemim değil bu yüzden. Her şey olup bittikten sonraki karanlıkta bir işlevi vardır belki bu ruh hâlinin. Şimdi politik pozisyonlarımızı boşaltan tehlikeli bir ezbermiş gibi görünüyor. Doğru siyasal eylemin çok ‘somut’ bir ışıltısı ve kararlılığı var. O parlaklıkta, umut vb gibi soyut kategoriler biraz gülünçleşiyor sanki. Kendi adıma, en çok, eylemin doğuracağı o somut zemine ihtiyacım var. Hep belirsiz bir gelecek fikrinde asılı kalabilecek soyut ve biraz da fetişleştirilmiş kategorilere değil…