23.02.2025 - 02:02 | Son Güncellenme:
ÜMRAN AVCI
Ümran Avcı- İbrahim Yıldırım bambaşka bir polisiye ile okurlarını selamladı. Yıldırım’ın kaleme aldığı son kitabı “Bir Cinayet Antolojisi / Çelenk Tanzim ve Tertip Sanatı” deyiş yerindeyse bir ansiklopedik roman… Roman anlatıcısı izini sürdüğü cinayetleri bir ses kayıt cihazına anlatıyor. Amacı sesli bir ‘cinai antoloji’ oluşturmak. Bir yandan da öldürülen her bir kişi için özel bir çiçek seçip Türkiye kadar bir çelenk, edebi aranjman oluşturmaya çalışıyor. Romanda bahsi geçen her cinayet ve şüpheli ölüm tamamen gerçek. Adı geçenler arasında söyleşide detaylarını bulacağınız Madam Musurus’tan Osmanlı’ya anayasa yazan Velistinli Rigas’ın infazına kadar pek çok isim var. Hatta iç kanamaya neden oldukları söylenen Viktorya döneminin kadınları kum saati gibi gösteren meşhur korseleri bile birer zanlı olarak karşımıza çıkıyor. Özetle yazar; cinayete kurban gitmiş, ihmal sonucu ölmüş, intihar süsü verilmiş, faili meçhul kalmış yüzlerce ölüm olayını bir kurgu ile edebi metne dönüştürmüş.
Yeni kitabınız polisiye ekseninde kurgulanmış ansiklopedik bir roman. Adları unutulmuş ya da hafızalara kazılmış ne kadar ecelsiz ölen varsa hemen hepsi bu kitapta.
“Bir Cinayet Antolojisi” vurguladığınız gibi ansiklopedik bir çalışma. Roman, değişik zamanlarda, üç ayrı mekânda - Küçük Langa, Nişantaşı ve Beyoğlu’nda- beş seans hâlinde kaydedilen konuşmaların sözcük sözcük çözümlenerek yazıya dönüştürülmesinden oluşuyor. Ses kayıt cihazına konuşan anlatıcı, sözünü ettiği her bir cinayetin maktulü veya maktulesi için bir çiçek öneriyor. Kayıtlar deşifre edilip yazıya dönüştürüldüğünde, bu öneri görsel olarak yerine getiriliyor. Kısacası okur, roman boyunca bir cinayet antolojisi hazırlanmasına ya da çelenk tanzim ve tertip edilmesine tanık oluyor. Ancak bu tanıklık, antolojinin Türkçe karşılıkları olan güldeste, seçki sözcükleriyle ilişkili değil. Çünkü bu derleme, unutulan, unutulması istenen, örtbas edilen cinayetlerle ilgili ansiklopedik bir çalışma.
Romandaki deyişle ‘cinai antoloji’ Buckingham Sarayı’nda 1867 yılında Sultan Abdülaziz onuruna verilen davetle açılıyor. Londra sefirimiz Kostaki Musurus’un eşi Madam Anna’nın baloya damgasını vuran şüpheli ölümünü odağınıza almanızın hikâyesini anlatır mısınız?
Bu romanın çıkış noktası 2004 yılında yayımlanan “Hassas Ruhlar Şikâyetçi Aşklar” kitabımdaki “Müşteki Aşklar Kitabı” adlı öyküdür. Bir anlamda 20 yıl önce yayımlanan bir öykü nedeniyle kuşkulu olabileceği varsayılan ölümün - ya da çözülemeyen cinayetin - yeniden peşine düşülmesi. Bütün okumalarım ve araştırmalarım sayesinde romanı inşa edecek olan malzemelere, mekâna, zamana ve kişilere ulaşmıştım ama bütün bunları bir araya getirecek çimentoya, tutkala da ihtiyacım vardı. O işlevi ise Musurus Ailesi ve Madam Musurus’un ölümü üstlendi.
Ve yıllar sonra ortaya çıkan bir ‘defter’ yeni kanıtlar sunuyor bu ölüme dair.
Bu ölümün yıllar sonra yeniden ele alınmasının nedeni 2018 yılında İstanbul’da bir terekede bulunan çok eski bir ‘defter’in hem o ölüme hem de ardından gerçekleştirilen diğer ölümcül olaylara dair kanıtlar sunmasıdır. ‘Defter’in bir diğer özelliği ise 1907, 1908 ve 1917 yıllarında İstanbul’a üç kez gelen önemli bir suç öyküsü yazarı tarafından Büyük Londra Oteli’nde İngilizce kaleme alınmış olmasıdır. Dolayısıyla, konuşmalar sırasında ‘defter’den aktarılanların ülkemizde yaygınlaşan kimi polisiye edebiyat bilgilerini tartışmaya açması mümkün. Ben, bir başka polisiye romanın mümkün olabileceğini kanıtlamaya çalışan “Bir Cinayet Antolojisi”nin, polisiye roman yazarlarının da ilgisini çekeceğini düşünüyorum.
Roman kahramanı bir taraftan cinai antolojiyi hazırlarken bir taraftan da her ölüm olayı için tek bir çelenk hazırlıyor, her gidene bir çiçek seçiyor. Kitabın girişindeki “Türkiye Kadar Bir Çelenk” başlığı oldukça ironik.
Cinayetler yalnızca silahlarla işlenmiyor: İnsanlar denetimsiz, sorumsuz kurum ve kişiler yüzünden çukura düşerek, yanarak, sele kapılarak da ölüyor. Romanın ilk bölümüne ‘Türkiye Kadar Bir Çelenk’ başlığını koymama vesile olan şair Ergin Günçe’nin 16 Ocak 1983’te bindiği uçağa kötü hava koşullarıyla nedeniyle uçuş izini verilmeseydi, onunla birlikte 46 kişi daha ölmeyecek; Günçe’nin Türkiye kadar dediği umudun çiçeği; Türkiye Kadar Bir Çelenk’e dönüşmeyecekti…
“Zihnimde otopsi masası kurdum”
Antolojiyi hazırlayan roman kahramanı “Zihnim kriminal inceleme bölgesini andırıyor sanki” diyor. Duygularınızın bir tercümesi diyebilir miyiz?
Edebiyat benim için yalnızca yazmak ve okumak değil; meraklanmak, araştırmak da aynı zamanda. Dolayısıyla bu romanda antolojiye aldığım her cinayet için suç mahalleri incelendi, bulunan kanıtlar- ipuçları dosyalanıp doğrulukları defalarca teyit edildi. Bazen zihnimde teşrih (otopsi) masası bile kurdum.
Sizi en çok etkileyen ölüm olayı hangisiydi diye sorsam?
İki kadın şarkıcının ölümünün peşine düşmek beni üzmüş ve ürkütmüştü: Bergen aylarca süren çok uzun bir ölüm yaşamış, Esengül ise 25 yaşında derin devlet destekli bir trafik kazasında ölmüştü; cenazesinde bırakın çelengi, bir tek gül bile yoktu…