18.02.2022 - 07:01 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - “6 Numaralı Kompartıman”ın adını, geçen sene prömiyer yaptığı Cannes Film Festivali’nde topladığı övgüler ile duymuştuk. Yol hikâyesini farklı bir romantik komedi tarzıyla birleştiren yapım, festivalden Asghar Farhadi'nin “A Hero”su ile Jüri Büyük Ödülü’nü paylaşarak dönmüştü. Sonrasında 94. Oscar Ödülleri’nde En İyi Uluslararası Film kategorisinde Finlandiya’nın temsilcisi oldu. Oscar’a aday olamadı ama 15 filmlik kısa listeye kalmayı başardı.
Rosa Liksom’un 2011 tarihli romanından uyarlanan film, Juho Kuosmanen’in imzasını taşıyor. Kuosmanen, önceki uzun metrajı olan 2016 tarihli “The Happiest Day in the Life of Olli Mäki” ile yine beğeni toplamış, yine Cannes’dan eli boş dönmemiş (Belirli Bir Bakış Ödülü) ve yine ülkesini Oscar’da temsil etmiş ama filmi yine aday olamamıştı.
Trende yoldaşlık
Moskova’dan, dondurucu soğuğun hâkim olduğu kuzeye, Murmansk’a giden trenin “6 Numaralı Kompartıman”ında ayrı dünyalardan iki insan baş başa yolculuk etmektedir. Laura, Finlandiyalı bir arkeoloji öğrencisidir ve Murmansk’taki tarih öncesi kaya resimlerini görmeye gitmektedir. Kompartımanı paylaştığı Ljoha’nın aynı bölgeye gitme nedeni ise madende çalışmaktır. Ljoha’nın Laura’ya yaklaşım şekli kaba saba ve cinsiyetçidir. Genç kadın “bu yolculuk böyle geçmez” diyerek başka kompartımana geçmeye niyetlenmesiyle başlayan ilişkileri zamanla farklı bir boyut kazanır.
Tren yolculukları sinemanın sevdiği temalardan… Kimi zaman Alfred Hitchcock’un “Strangers on a Train”i gibi cinayet planının merkez üssü oldu, kimi zaman Richard Linklater’ın “Before Sunrise”ı gibi yeni aşklara zemin hazırladı. “6 Numaralı Kompartıman”ın Finlandiya’nın “Before Sunrise”ı olarak nitelendirilmesi boşuna değil. Ancak filmin başlıca özelliği ya da bunca övgüye mazhar olmasının başlıca nedeni, klişeleri kullanmasına rağmen klişe görünmemesi. Yol filminin olmazsa olmaz formülünü kullanıyor mesela… Yolculuğun, karakterleri dönüştürme formülünü… Ljoha’nın kaba saba hâli, Laura’ya olduğu gibi bize de itici geliyor. Eşyalarını çalmasından ya da genç kadını rahatsız edebileceğinden şüpheleniyoruz. Laura’nın Avrupalı gezgini bağrına basıp kompartımana davet etmesi boşuna değil. Ancak en büyük darbeyi de ondan yiyor. Ljoha’nın Laura ile iletişim kurma çabası ise giderek sempati yaratmaya başlıyor. Cinsiyetçi lafların yerini zamanla, Avrupalı (ve muhtemelen maddi sıkıntı çekmeyen) bir genç kadını Rusya’ya çeken nedenleri sorgulama alıyor. İletişim kurmaya başladıkça ikili arasında insani bir denge kuruluyor. Sınıf farkları, önyargılar yavaş yavaş yok oluyor. İki karakter de yaralı ve sorunlu benlikleriyle barışırken birbirleriyle anlaşmalarıyla da şifa buluyor. İkisinin ortak yarasının, eğitimden ve maddiyattan daha uzakta, yalnızlıkta ve değer görmediğini hissetmekte olması dikkate değer. Bu noktada karakterlerin geçmişleri hakkında detay bilmek istiyoruz ama film bundan kaçınıyor ve âna odaklanmamızı istiyor.
Neydi o eski günler?
Romantik komedi klişelerini de bol bol kullanıyor film. Anlaşmaz görünen iki yabancı, istemeye istemeye aynı ortamı paylaşma, aralarında zamanla filizlenen sempati vs… Filmin alışıldık ama yeniymiş gibi görünen özelliği burada da ortaya çıkıyor. Klasik aşk kalıpları dışında bırakıyor kahramanlarını. “Titanik”ten bahsediyorlar ama fiziki bir yakınlık ve yoğun duygusallık yaşamıyorlar örneğin. Çünkü kavuşma değil, birbirine iyi gelme hikâyesi bu. Filmin hem hüzünlü hem sımsıcak bir finali olduğunu da ekleyelim.
Filmin uyarlandığı kitap, 80’lerin Sovyetler Birliği’nde geçiyor. Filmde ise 80’ler ve 90’lar karması yapılmış gibi… Laura walkman'inde Desireless'ın 1980'lerin ikinci yarısında çıkan “Voyage Voyage” şarkısını dinliyor, bir yandan da Ljoha ona “Titanik”i izleyip izlemediğini soruyor. Bugün özlemle baktığımız o dönemlere ait anıları hatırlatması, filmin sempatisini de artırıyor. Yuriy Borisov ve Seidi Haarla’nın başrolleri başarıyla paylaştığı, iklimin soğukluğunu iliklerimize kadar hissettiren filmden geriye “izlemek iyi geldi” duygusu kalıyor.
Vizyonda öne çıkanlar
“Soygun Oyunu: Büyük Vurgun”
Ali Doğançay’ın yazıp yönettiği film, iki dostun giriştikleri soygun oyununda başlarından geçenleri anlatan bir polisiye komedi. Oyuncu kadrosunda Burak Sevinç, Sercan Badur, Selim Bayraktar, Bülent Alkış, Gürkan Deniz Akhanlı ve Yağmur Ün yer alıyor.
“Let It Snow/Ölümcül Snowboard”
Ukrayna’dan gelen bu korku filmi, kar tatilinde geçen kanlı bir macerayı konu alıyor. Mia, erkek arkadaşı ile snowboard yapmak için uzaktaki bir tesise gider. Yasak bir bölgede kayarken arkadaşını kaybeden Mia’nın peşine, maskeli kar motosikleti sürücüsü düşer.