04.05.2025 - 07:01 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - 16. İstanbul Opera ve Bale Festivali, 10 Mayıs’ta başlıyor. Devlet Opera ve Balesi tarafından düzenlenen ve 3 Haziran’a kadar sürecek festival AKM Türk Telekom Opera Sahnesi, AKM Tiyatro Salonu ve Kadıköy Süreyya Operası Sahnesi’nde gerçekleşecek. 11 eser ve 20 temsilin yapılacağı festivalin açılışını Bulgar Orkestra Şefi Nayden Todorov yönetiminde İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası, AKM Türk Telekom Opera Sahnesi’nde yapacak. Festivalde her yaştan ve her zevkten sanatsevere hitap eden eserler sahnelenecek. Çocuklar için “Külkedisi”, gençler için “Deliriyum” ve herkes için “Gilgameş”. Festival vesilesiyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi Sanat Yönetmeni ve Müdürü Caner Akgün ile hem programı hem de opera ve baleye verilen önemi konuştuk.
■ Öncelikle AKM’de gerçekleşen tüm opera-bale temsilleri dolu oluyor. İstanbul’da eğitimli bir opera-bale seyircisi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Köklü bir opera-bale geleneğimiz olduğunu söyleyebilirim. Bilinçli bir takipçi sayımız da mevcut. Seyircimizin bizi yalnız bırakmamasının sebebi köklü bir kültüre sahip olmamızın yanı sıra AKM Sahnesi’ndeki prodüksiyon kalitesinin oldukça yüksek oluşu. Türkiye’de en nitelikli sahne sanatları prodüksiyonlarını üreten kurum olmanın gururunu yaşıyoruz. AKM’nin teknik şartlarının zenginliğiyle yaratıcı ve sanatçı kadromuzun tecrübesi birleştiğinde ortaya evrensel anlamda kabul gören, hatta yol gösteren eserler çıkıyor.
■ İstanbul Opera ve Bale Festivali bu yıl 16’ncı kez düzenleniyor. Festivalin sanata katkısı açısından neler söyleyebilirsiniz?
Opera sanatı özellikle çağrışımsal ve metaforik yaklaşımların gelişmesine, toplumun sanat eseri üzerinden anlam arayışının derinleşmesine hizmet eden en nitelikli araçlardan. Opera deyince bütünlüklü sanat eserini düşünüyorsak evrensel kavramlardan bahsetmek kaçınılmaz. Bu yönüyle temsil ettiğimiz sanat dalları üzerine kurduğumuz festivallerimiz uluslararası etkileşime en yüksek seviyede açık oluşumlar. Opera alanında söz ile derinleşirken bale alanında hareketin yüklendiği anlamlar gördüğümüz somut objeye anlam yükleyerek soyut bir evren yaratabilmemize sebep oluyor. Bu da hayal gücünü beslediği gibi gördüğümüz bir objeye farklı yönlerden bakabilme yeteneğimizi geliştiriyor. Uygar insanın çok yönlü düşünebilme yetisinin gelişmesiyle empatik olabilme gücünü artırması ise bu sanat dallarıyla ilişki kurabilmesiyle doğru orantılı diye düşünüyorum. Bu anlamda sayısı ne olursa olsun bu festivaller toplum olarak aydınlık geleceğimizin yapı taşları.
■ Bu yılki programın öne çıkan eserlerinde biri “Gilgameş”. Eserin prömiyeri festivalde yapılacak. Nedir sizce önemi?
Cumhuriyet Dönemi’nin anıtsal bestecilerinden, ulusal müziğimizin kurucu isimlerinden Ahmed Adnan Saygun’un tozlu raflarda kalmış “Gilgameş” adlı eserini sahnelemek milli bir görev olmasının yanı sıra aynı zamanda içeriği itibarıyla birçok anlam barındırmakta. “Gilgameş” efsanesini kendisi librettoya taşıyan Saygun, uzun yıllar boyu kurucumuz Aydın Gün ile bu eserin sahnelenmesi üzerine çalışıyor ancak gerçekleşemiyor. İDOB Sanat Kurulu ile uzun zaman gerçekleştirdiğimiz dramaturjik, müzikal çalışmalar ve araştırmalar sonucunda sıra dışı bir sahneleme biçimiyle 17 Mayıs ve 20 Mayıs’ta seyircilerimizin beğenisine sunacağız eseri. “Gilgameş”in ölümsüzlüğü arayışı ve varlığı üzerine yaptığı sorgulamalar Anadolu’nun kalbindeki ezgileri, Saygun’un müziğiyle mistik bir serüvene dönüştürecek. Devlet Opera ve Balesi’nin kuruluşundaki hedef ve amaçlarının başında gelen Türkçe eser kazandırma ve yayma düşüncesinin en üst düzey örneklerinden biri olması sebebiyle “Gilgameş”, bütün ekibimizin büyük heyecanla beklediği bir başyapıt.
■ Yine bir modern dans olan “Deliriyum” festivalde dünya prömiyerini yapacak. Bu yıl İDOB, modern dans eserlerine çok önem verdi. Bu konuda neler söylersiniz?
Toplumun sosyal arayışlarını, bireyin sıkışmışlığını ele alan “Deliriyum”; MDT İstanbul Projesi dansçımız Canberk Yıldız’ın uzun süredir üzerinde çalıştığı bir yaratı. Modern Dans Topluluğu’muzla bu sezon yoğun bir şekilde günümüz insanının hâllerini parça parça anlatan işlere imza attık. “Deliriyum” ile uzun bir aradan sonra tek tema üzerine özgün bir akışı kurgulanmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Toplum içinde yalnızlaşan bireyin anlatılarına ve ‘bir’ olarak çözümler bulmaya çok ihtiyacımız olan bir süreçteyiz. Yaşadığını izleyen birey, yalnız olmadığını hissediyor, birlikte olmak ise mutlaka şifa veriyor. Biz sanat kurumlarının en önemli görevi de bu değil mi? Ayna olmak.