Gündem‘Ben 50 yıldır hamalım’

‘Ben 50 yıldır hamalım’

14.08.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Milliyet gazetesinin ‘Doğan Ağabey’i, meslek yaşamını kitabında anlattı. Heper anılarında gazetenin o zamanki sahibi Aydın Doğan’a “36 yılımı verdiğim Milliyet’ten böyle mi ayrılmalıydım? Cesaretim olsa intihar edeceğim” dediğini aktardı

‘Ben 50 yıldır hamalım’

“Memuriyette iki emekliliğe denk geliyor”. Milliyet’in demirbaşı Doğan Heper, gazetede geçirdiği süreyi böyle hesaplıyor. 1964 yılında, Abdi İpekçi’nin isteğiyle girdiği Milliyet gazetesinde, 2001 yılındaki birkaç aylık arayı saymazsak bu sene itibariyle 51 yıldır birçok görev yerine getirmiş, gazetenin birçok haberinde söz sahibi olmuş Heper, anılarını ‘Milliyet’te 50 Yıl’ kitabında topladı. Yarın Doğan Kitap’tan piyasaya çıkacak olan kitapta Heper, Türkiye’nin on yıllar içinde değişen siyasi ikliminin yanı sıra, gazeteciliğin bilinmeyen yüzüne ışık tutuyor.

Haberin Devamı

‘Milliyet’le 50 Yıl’ kitabını yazmaya ne zaman karar verdiniz?

Gazetecilerin bir eksiği var. Okurlar bizi yazdıklarımızla, haberlerimizle, köşe yazılarımızla tanıyorlar. Ama gazetenin içini bilmiyorlar. Onlara göstermek faydalı mı, faydasız mı, o ayrı bir münakaşa konusu. Ama gazetenin dışını gösterdiğimiz kadar içini de göstermeliyiz. Milliyet’te genel yayın yönetmenlerinin ortalama 1.5 yıl içinde değiştiğine dair bir istatistik var. Bu nasıl oluyor, niçin değişiyor? Yalnız Milliyet için değil, diğer gazeteler için de yazılması lazım. Benim yazdıklarımda eksiklerim vardır, başka arkadaşlar bunu tamamlayabilir, onlar da yazmalı.

Kitapta adeta günlük gibi tutulmuş notlar var.

Böyle bir kitabı yazarken yanlış yapmamanın şartı da olayların yaşandığı sırada not almak. Olay işlendiği zaman not alınırsa yanlış az olur. Bu hataların az olması için vaktinde not almak lazım. Eğer almasaydım kitap atmasyon olurdu, amiyane tabirle.

Haberin Devamı

Kitabın bir yerinde “Doğan çalışmaktan delirecek,” diyor Turhan Aytul sizinle ilgili. Nasıl bir çalışma temponuz vardı?

Turhan Aytul, Hasan Pulur ve Abdi İpekçi zamanında bu teknik imkanlar yoktu. Biz emeğimizi vererek, mürettiphanelere inerek çalışırdık. Yeni nesil bu çalışmaları bilmez. Biz üç ayrı baskı tipini gördük: Kurşun kalıp, ofset, şimdiki elektronik sistem. O zaman kurşun kalıp vardı. Turhan Aytul benim cumartesi-pazar da, akşamları da çalıştığımı görüyordu. Turhan Aytul’a Bâbıâli’deki işine bağlılığından dolayı Deli Turhan deniyordu, öyle olduğu halde benim çok çalışmama acıdığı için Hasan Pulur’a bunu söylemişti, “Doğan çıldıracak, bir şey yapmamız lazım,” diye.

Evdekilerin buna tepkisi neydi?

Hep söylüyorum: Başkasının karısı olsa kesin boşardı. Bu çalışma düzenine, bu evden uzaklaşma, senelik iznini az yapma düzenine başka kadın katlanamaz. Eşimle 43 senedir beraberiz, başka bir kadın olsa boşanırdı. Ben bu hayattan memnunum, memnun olmasam zaten bu kadar sürmez. Arkadaşlarla iyi geçinmek, patronla iyi geçinmek bizim şiarımızdı.

Milliyet

Doğan Heper, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile yemekte.

‘Milliyet ciddi gazete’

Haberin Devamı

Kitabınızda ‘Milliyet Ekolü’nden bahsediyorsunuz. Bu ekolü tanımlar mısınız?

Ciddiyet. Milliyet ailesi ciddi gazete, okunur gazete yapmaya alıştırılmış bir gazete. Bunu da kuran Abdi İpekçi. Abdi İpekçi’nin hocalığında, onun ne yaptığını izleyerek, görerek, hissederek... “Milliyet yazdıysa doğrudur”, “Milliyet ne yazmış?” Kitapta da var, Necmettin Erbakan bile “Sabahları Milliyet okumadan adımımı atmam,” derdi. Milliyet referans bir gazete, ciddi bir gazete, danışılacak bir gazete. Yazarları da öyle. Milliyet tarafsızdır, yansızdır, havuz medyası değildir. Doğru bildiğini yazan bir gazetedir.

Abdi İpekçi’den sonra en uzun süre genel yayın yönetmenliği yapmış kişisiniz. Stresli bir görev aslında ve ortalama olarak 1.5 sene yapılabilen bir işi 10 sene yürüttünüz. Bunu nasıl başardınız?

Şöyle bir formülle: Genel yayın yönetmeni rejisördür, muhabirler oyuncudur. Yayın yönetmeni iyi rejisörse, diğer adamları iyi oynatabilir, yoksa kısa sürede gider. Bir yere gelmek kolaydır ama gitmek de kolaydır, kalmak marifettir. İyi rejisörlük yapmak için, amiyane tabirle fiyakacı değil hamal olmak lazım. Ben 50 yıldır hamalım. Bunu aşağılamak için söylemiyorum. Bu gazetede hamal olacaksın.

Haberin Devamı

Milliyet

SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov, 1995 yılında Milliyet’i ziyaret etmişti.

‘Ermenistan’a sadece biz gittik’

Görevde olduğunuz dönem ayrıca çalkantılı bir zaman dilimi. Örneğin Mehmet Ali Birand’ın Abdullah Öcalan ile yaptığı röportajı basıyorsunuz. Orada şöyle bir ifadeniz var: “Daha önce bir haberinden ‘Kürt’ kelimesini çıkarmıştım çünkü o zaman öyle gerekmişti, şimdi ise röportajı bol fotoğrafla tam sayfa basıyordum.” Aradan geçen zamanda ne değişmişti?
Milliyet‘Kürt’ kelimesini çıkardığımız zamanki ortam, ‘Kürt’ dememeyi gerektiren bir ortamdı, hapse girebilirsiniz, taşlanabilirsiniz, dikkatli olmak lazım. Öcalan röportajı bir gazetecilik başarısıydı. O güne kadar konuşulmamış bir adam. PKK’nın başı, isyancıların başı, ama kimseyle röportaj yapmamış. Her şeye rağmen büyük bir başarı, hükümete rağmen, Ankara’ya rağmen büyük bir başarı. Mehmet Ali yaptı getirdi, belki kendisi de o büyüklükte yer vereceğimizi beklemiyordu. Bulunmaz bir şey, bütün dünyaya tanıtıyor Öcalan’ı. Bu bir gazetecilik başarısı, bunu nasıl görmezsin? Sonra ortam da aşağı yukarı değişmiş, o ‘Kürt’ kelimesini çıkardığım ortamdan biraz değişmiş. Gazete toplandı falan filan ama o ayrı.
O dönemden en aklınızda kalan haberler hangileri?
Abdullah Öcalan röportajı tabii. Bir de şu örneği hep veriyorum: Taksim Meydanı’nı kazdık, kimse kılını kıpırdatmadı, zannettiler ki belediye kazıyor. 1990 Eylül ayından haber: Milliyet Ermenistan’da. Kimse gitmemiş, biz gitmişiz. Eski Sovyetler Birliği’ndeki tüm Türkleri Milliyet tanıttı. Benazir Bhutto ile 1990’da konuştuk, manşet yaptık “Beni öldürecekler” diye. “Milliyet bombaların altındaki Bağdat’ta”. O haberi yapan Ali Haydar Yurtsever arkadaşımızın çektiğini kimse çekmedi. Geçen sene de kaybettik onu. Yaser Arafat’ın gizli eşi haberi...
Milliyet‘Haber neredeyse Milliyet oradadır’
Milliyet hep yenilikler peşinde koştu. Abdi Bey zamanında böyleydi, ondan sonraki Aydın Bey döneminde de böyle oldu. Mesela dekupe resmi kullanan Abdi Bey’in Milliyet’iydi. Trafik sorununa her gün eğilen o Milliyet oldu. Çanakkale Abidesi, Zap Suyu’na köprü Milliyet’in öncülüğünde oldu. Abdi Bey’den sonra Milliyet birçok konuda, gazeteler arasında öncü olmaya devam etti. Ama bu öncülük haberdeki öncülüğünü ona unutturmadı. Yani, “Haber neredeyse Milliyet oradadır” sloganı yaşamaya, dolu dolu yaşamaya devam etti.
Milliyet bir okuldu
Milliyet ve Milliyet çalışanları her zaman göz önündeydi. Yani çeşitli patronlar hep Milliyet’e özenirler, Milliyet gibi saygın bir gazetenin sahibi olma özlemini yaşarlardı. Milliyet çalışanlarıysa Babıâli’de kıymet verilen, saygı duyulan kişilerdi. Milliyet bir okuldu, ciddi, saygın, dürüst, çalışkan, hırslı öğrenciler bu Milliyet okulunda yetişiyordu, çünkü başta da Abdi İpekçi gibi bir başöğretmen vardı.
Hepsi değişecek
Aydın Bey’i aradım (...) “Ben 36 yılımı verdiğim, sizinle 21 yıl çalıştığım Milliyet’ten böyle mi ayrılmalıydım? Cesaretim olsa intihar edeceğim” dedim. O “Hayır hayır bekle; hepsi değişecek” dedi.
Milliyet
Milliyet yazı işleri, televizyonda 12 Eylül darbesi bildirisini okuyan Kenan Evren’i izliyor (1980).
Çalışmaktan delirecek
Turhan Aytul’un (Deli Turhan), Hasan Pulur’a (Hasan Abi) “Bu Doğan çalışmaktan delirecek, ne yapalım?” dediğini hatırlıyorum.
10 gün kapatıldık
Milliyet 12 Eylül’den sonra 10 gün kapatıldı. O günlerde Sıkıyönetim’den gelen “yasak emirleri”yle yazı işleri salonunun duvarları, sütunları adeta kaplanmıştı. Ben gazetenin yazı işleri müdürüydüm. Sıkıyönetim Metin Toker’in 14 Ağustos’ta çıkan bir köşe yazısını bahane edip Milliyet’i süresiz kapattı.