13.10.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
Fisun Yalçınkaya
İspanyol filozof Jose Ortega y Gasset kitabı ‘Sevgi Üstüne’de sevmek eyleminin bir gidiş hali olduğundan bahseder. Büyük aşk hikâyeleri bir yerden bir yere yolculuk eden âşıklarla doludur. Ya da dini öğretilerdeki gibi ruhun ebediyete gidişidir kavuşma ânı. Bu yol acıyla ve teslimiyetle doluysa tek bir açıklaması vardır tüm çekilenlerin, o da aşktır. Türkiye’nin en önemli sanatçılarından Taner Ceylan işte aşkla dolu, kan revan içinde teslim olmuş, çektiği yetmemişçesine daha fazlasına da hazır bedenlerle karşımıza çıkıyor bu kez. Sergisinin adı ‘I Love You’ ya da Türkçesiyle ‘Seni Seviyorum’.
New York merkezli Paul Kasmin Gallery tarafından temsil edilen sanatçı, Londra’da Sotheby’s S2 Gallery’de açılan sergisinde son bir yıl içinde yaptığı 6 adet büyük boyutlu resmi izleyicilere sunuyor. Resminde, sanat tarihine özgün bir okuma sunmasına alışık olduğumuz bir isim Taner Ceylan. Bu kez de tarihin katmanlı halinden beslenen sergi, İsa tasvirlerinden yola çıkılarak hazırlanmış eserlerden oluşuyor. Sergi fikri, Taner Ceylan’ın Pedro de Mana’nın 1673 yılında yaptığı ‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı ahşap heykelini görmesiyle ortaya çıkmış. Ceylan serinin başlangıcı olarak bu heykelin bir resmini yapmış. Altı resmin ana unsuru da bu tablo. Tarihe bakışını, “Her tarafı aynalarla kaplı bir evde yaşadığınızı düşün bir süreden sonra kendinizi görmezsiniz. Sanatçı ve sanat seven olarak sanat tarihindeki eserlerle olan ilişkimiz biraz böyle. Yani ayna kaplı evde bir an durup suratımı fark etmek gibi bir durum” diyerek özetleyen Ceylan bu tablo için “Her şey ‘Christ The man of Sorrows’ heykeliyle karşılaşmamla başladı. Buradaki figür gerçekten gözlerimin içine bakıyor ve acı çekiyor. Ve milyonlarca insan binlerce yıldır bu imgelere bakıp umut ediyor, mutlu olmayı bekliyor. Buradaki zıtlık beni çok etkiledi. Sanat tarihine bakınca ressamlar ve heykeltıraşlar adeta en masum, en güzel İsa’yı resmetmek için yarışmışlar ama mutlaka acı çeken bir güzellik. Veya acı çektikçe güzelleşen” diyor.
Seriden ilk bahsedeceğimiz eser ‘Levitation’. Hafifleme, uçuş manasına gelen ismiyle bu tablo, izleyiciyi rüzgâra kapılmış bir yelken gibi yükselmiş bedenle karşı karşıya bırakıyor.
Resmin içinde resim
‘Messina’ adlı tablosunda ise resmin içine bir başka resim giriyor. Böylece ‘The Man of Sorrows’daki ‘heykelin resmini çizme’ oyunu başka bir yere taşınıyor. Pare pare olmuş tarihi bir İsa resminin önünde yatan bir figür var. Ağzı ve kolları iple bağlı, gözleri kapalı, başı düşük, cenin pozisyonunda yatan bir beden duruyor izleyici karşısında.
Ceylan bu tabloda hem seride konu edindiği temaların bir örneğini veriyor hem de sanat eseriyle sanatçının kurduğu ilişki bakımından izleyiciyi düşündürüyor. Öyle ki bu arka plandaki İsa tablosuyla karşılaşan ressam Ceylan da başta bir izleyiciydi, ardından o bu resmi yapan kişi oldu ve izlediği tablonun ressamına dönüştü. Bunun görülmesi ise ancak bir başka izleyiciyle mümkün oldu. Bu düşünce izleği Ceylan’ın 14. İstanbul Bienali için Volpedo’nun ‘Il quarto stato’, tuval üzerine yağlıboya, eserini yeniden resmetmiş ve bir yerleştirmeyle birlikte sunmasıyla da benzeşiyor.
Gül ve bülbül hikâyesi
Serginin ana unsuru ‘Christ as the Man of Sorrows’ adlı tablo olsa da en dikkat çekici eserlerden biri kuşkusuz Ceylan’ın otoportresi. Burada Taner Ceylan, kan ve sigara dumanı arkasına gizlemiş yüzüyle, masum ama sert bir görünüme bürünmüş; ardında bıraktığına bakıyor. Bu tabloyu, sergideki 6 zor resmin bir yıl gibi kısa bir sürede bitişinden sonra ressamın eserlerine bakışı gibi düşünmek ya da tabloda iç içe geçmiş çokça başka mana bulmak mümkün. Tablo, Ceylan’ın ‘1881’ portresiyle de benzerlik taşıyor. Belki de ‘1881’de çizdiği yüz de kendi yüzüydü, kim bilir? Ne de olsa bu benzerlik Oscar Wilde’ın ‘ressamların her portrede kendilerini çizdikleri’ düşüncesini hatırlatıyor.
‘Seni Seviyorum’ Taner Ceylan’ın artık olgunluk dönemi diyebileceğimiz bir döneminde yaptığı geçmiş ve devam eden serileriyle bir arada okunabilecek yahut tek başına çok katmanlı anlamlara gebe olacak bir serisi. Tabloların tümünde Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak...”
Bu itibarla seri, izleyenin kendi aksini de türlü türlü görebileceği okumalara açık. Biz yazıyı var olmak, çürümek ve acı üzerine metinleriyle tanınan Rumen yazar E. M. Cioran’ın sözleriyle noktalayalım: “Acı çekmek var olma hissi edinmenin, var olmaksa yıkımımızı korumanın biricik yolu.”