Zeynep Dilara Akyürek / Milliyet.com.tr – 2000 yılının 5 Haziran günü, 1999-2000 Eğitim-Öğretim Yılı’nın bitmesine yalnızca 2 hafta kalmıştı. Gençler için geriye son 2 pazartesi kalsa da, 15 yaşındaki Çağla için son pazartesiydi. İstanbul Şişli’de bulunan Fulya Mahallesi'ndeki Nar Çiçeği Sokak'ta oturan Çağla, o sabah rutin olarak yaptığı gibi okula gitti, eve geldi ve bir daha hiç uyanmamak üzere uyudu... Genç kız, Çiğdem Apartmanı'ndaki dairelerinde, ağabeyinin odasında boğazı kesilmiş ve elbiseleri üzerinden sıyrılmış şekilde komşuları Nilgün tarafından bulunmuştu. Başta tecavüz, hırsızlık gibi pek çok suç akıllara gelmiş olsa da, evin kapısının ‘hiç zorlanmamış’ olması bu sorulara yenilerini ekledi. Milliyet.com.tr Özel Haberler Servisi olarak, 21 Temmuz 2024’te 'Katili 24 yıldır bulunamadı! Aynı sokakta gizemli 2 cinayet, sayısız taciz' başlıklı haberimizi hazırlarken Çağla’nın hikâyesini dinlemek üzere anne Gülnur Saygı Tuğaltay’a ulaşmış ve kızının başına gelenleri kendisinden dinlemek istemiştik. Yaşananlar, bilinmezliklerle doluydu ve anne Gülnur Tuğaltay, Çağla’yı bize anlatacak en iyi isimdi. Ancak kendisi ilk başta görüşme teklifimizi kabul etmesine rağmen sonrasında iletişimini tamamen kesti. Bu andan sonra yapılacak tek şey, bugüne dek pek çok kaynakta okuduğumuz bilgileri derlemek oldu. Ancak ortada akla uygun düşmeyen pek çok detay ve o günün şahitleri vardı. Çağla artık pek çok kişinin hassas noktası olmuştu ve katilinin bulunması için yüzlerce gönüllü, mücadele veriyordu. Çağla’nın kim tarafından niçin söndürüldüğü bilinmeyen hayatı, olay günü kritik anlara şahitli eden tanıklar, zamanında alınmayan ifadeler, toplanmayan deliller, çelişkiler ve soru işaretleri… O gün yaşananlara dair her şeyi, Çağla’nın davasını çözmek için gönüllü olan Avukat Ümit Altay, Milliyet.com.tr’ye anlattı.
5 HAZİRAN GÜNÜ NELER OLDU? İDDİALAR VE GERÇEKLER
15 yaşındaki Çağla, her okul dönüşü olduğu gibi yine aynı yoldan, aynı saatte ve aynı şekilde evine gelmişti. Çağla’nın eve girmesi, uzun zamandır komşuları olan pek çok kişinin artık aşina olduğu tıkırtıları kulaklarına taşıyordu. Merdivenleri sert adımlarla çıkan Çağla’nın, evdeyken de sesi komşularının kulağına geliyordu. 2000 yılının 5 Haziran günü de aynı şeyler yaşanıyordu. Komşularının kulakları genç kızın sert adımlarından saniyeler sonra şaşkınlık ifade eden bir tonla ‘Aaa!’ dediğini de duydu. O gün diğerlerinden farklı olarak annesi Gülnur Tuğaltay, Çağla’yı evde karşılamamış, kızına da daha önce söylediğini ifade ettiği doktor randevusu için eşi Nedim Tuğaltay’ın iş yerine yakın bir muayenehaneye gitmişti. Her şey sıradan şekilde ilerlerken, anne Gülnur Tuğaltay Çağla’ya telefonla ulaşmak için aradı ama cevap veren yoktu. O saatlerde karşı apartmanda ikamet eden Reyhan adlı komşunun iddiası, Çağla’nın yaşadığı evin balkonunda babası Nedim Tuğaltay'ı elleri kanlı ve bıçaklı halde gördüğüydü. Neler yaşandığını kimse bilmiyor ancak herkes başka detaylara şahit olduğunu dile getiriyordu. Yapbozun parçaları birleştiğinde ise ortaya çıkan çelişkili ifadelerdi. Çağla'ya ulaşılamayan dakikalarda anne Gülnur Tuğaltay, evlerinin anahtarını emanet ettiği komşusu Nilgün'e Çağla’ya bakmasını rica etti. Komşu Nilgün, o günden sonra tüm hayatını etkileyecek olan gerçekle yüzleşmek üzereydi. 15 yaşındaki Çağla, ağabeyinin yatağında boğazı kesilmiş, bacakları yataktan aşağı sarkık ve okul elbiseleri üzerinden sıyrılmış halde yatıyordu. Görünen köy de kılavuz isterdi bazen… Çağla’ya bunu kim, neden yapmış olabilirdi? Avukat Ümit Altay, o günü şöyle anlattı:
“Mesela annenin doktordayım demesi… Doktora bir 'Randevulu gittim' diyor, bir 'Randevusuz gittim' diyor. Doktorla ilgili beyan ettiği saatler çok çelişkili. Arada Gülnur Hanım'ın açıklayamadığı 1,5 saatlik bir boşluk var, önemli bir saat çelişkisi. Bunun yanında doktorun yazılı ifadesinin alınmaması söz konusu. Doktoru, 2008'de Müge Anlı’nın ekibinden kapı bucak kaçıyor. Yani hepsi şüpheli. Gülnur Hanım doktora kendi ifadesine göre 15.00'te gitmiş ama o saatte gittiğini biz düşünmüyoruz. Savcılık ifade almasını talep ederse bu doktor da mecbur ifade vermek zorunda. Hayatın olağan akışı dışında şeyler yaşanmış, kızın öldürülmüş ve aile dostu olduğunu söylediğin doktor neden ifade vermez ki? Mesela bir aile dostunuzun kızı cinayete kurban gitmiş. Diyebilirsiniz ki 'Ben de kınıyorum. Katilin bulunmasını istiyorum. Gülnur Hanım da o gün bana şu saatlerde geldi.' Yani siz neden bundan kaçıyorsunuz? Ancak savcılık ve polis tarafından bir ifade alma söz konusu olduğunda kesinlikle vermek zorunda kalacak. Diyor ki 'O gün içime kor düştü. Çağla'yı aradım.' Hâlbuki Çağla'yı aradığında çoktan olanlar olmuş. Ondan sonra Nilgün Hanım'ı aradığını söylüyor. 'Anahtarı alıp çıkıp bakar mısın' Nilgün diyor. Nilgün, 'Zili çalarsam Çağla açar belki' diyor. Hani niye eve girmesini istiyorsun illa? Niye anahtarını al diyorsun yanına? Bir de evine 10 dakikalık mesafedesin.”
Bu iddiaların yanında bir de şahitlerin öne sürdükleri vardı. Çağla’nın öldürüldüğü dairenin bulunduğu Çiğdem Apartmanı’nın hemen karşısındaki apartmanda yaşayan komşu Reyhan, o gün görülebilecek en kritik anı, yıllarca pek çok kişiye anlatmak istemişti. Çağla’nın babası elinde kanlı bir bıçakla üstü başı kan içinde evlerinin balkonundaydı. Üstelik bu bir kişinin yanılmasıyla da açıklanacak kadar basit olamazdı çünkü köpeğini gezdirmek için sokaktan geçen bir kişi daha aynı anı gözleriyle gördüğünü söylüyordu. Ancak 25 yıl içinde yazılan raporlarda komşu Reyhan'ın penceresinden Çağla’nın balkonunun görünmesinin mümkün olmadığı ifadelerine yer verildi. Oysa bu da Avukat Ümit Altay'a göre doğruluk payı olmayan bir iddiaydı.
Avukat Ümit Altay, Nedim Tuğaltay’ın üzeri kanlı halde görülmesine ilişkin, “Nedim Bey mesela üzeri kanlı şekilde görülüyor. Yani kanlı görülmesi çok ciddi bir delildir. Bunu da birden fazla insan görüyor. Ailenin ifadesine göre, 'Katili arıyorduk, o yüzden öyle. Kızına sarıldı, sonra balkona çıktı' deniyor. Ancak kızına sarıldığın zaman etrafta polisler vardı. Siz polisten sonra geldiniz. Herkes kapının önündeydi. Bakın fotoğraflardan görülüyor. Olay günü gazetelerden ve videolardan görüyorsunuz, inanılmaz bir kalabalık var. Yani polis geldiğinde zaten insanlar balkonlara çıkmıştı. Ancak bu tanıklar gördüğünde asla dışarıda polis yok. Yani biz cinayet anında onlar da oradaydı diye düşünüyoruz. Köpek gezdiren, o dönemde orta okul öğrencisi olan gizli tanığımız var. Köpeklerini her gün aynı saatte dışarı çıkartıyormuş. O da Nedim Bey'i balkonda kan içinde gördüğü saat için '4-5 olabilir' dedi. Reyhan teyzenin ifadesini de saati doğruladı. Gizli tanık, o dönem sabahçı olduğunu söyledi. Çünkü öğlenci olsa o saatte orada olamayacağını anlattı. Yanında bir arkadaşı daha varmış. İsmi de biliniyor. Savcılık onun okulunu da öğrenmiş. Bulup dinleyeceklermiş. Bu da soruşturmanın derinleştiğini gösteriyor. Yani soruşturma aile üzerinden derinleşiyor” diye konuştu.
AĞABEY İLKER ORDU’DAN DÖNDÜ AMA...
Annesi Gülnur Tuğaltay, Çağla’yı her gün okuldan sonra evde karşılıyor olsa da o gün doktora gideceğini söylemişti. Ağabeyi İlker Tuğaltay’ın ise Ordu’da üniversite eğitimi tıpkı Çağla’nın okulu gibi 2 hafta içinde sona erecekti. Ağabeyin final sınavlarına girmesi için 12 Haziran gününden itibaren Karadeniz Teknik Üniversitesi’ndeki sınav salonunda bulunması gereken birkaç gün vardı. Ancak İlker Tuğaltay, kendisine anneannesinin rahatsızlandığı bilgisi verilerek kuzenleri tarafından Ordu’dan İstanbul’a gelmesi için otobüse bindirildi. İddiaya göre o dakikalarda İlker, kardeşi Çağla’nın başına gelenlerden haberdar değildi. Çağla ile her gün telefonda konuşan ağabeyinin ifadelerine göre, otobüsteki radyo yayınından evlerinin adresi ve kız kardeşinin baş harfleri okunmuş ve bir cinayet kurbanı olduğu söylenmişti. Bunun üzerine İlker Tuğaltay gerçekleri orada öğrenmiş ve duygularına yenik düşerek otobüsün camına sert bir yumruk atmıştı. Anne Gülnur Tuğaltay, yaşananları ‘Sinirden otobüsün camını patlattı’ diye anlatıyor ancak İlker Tuğaltay ‘Camda küçük bir çatlak oldu’ diyordu. Yaşananlar üzerinden uzun yıllar geçmiş ancak İlker Tuğaltay'la ilgili çelişkiler akla yatkın bir cevap bulamamıştı. Çünkü 5 Haziran’da İstanbul’a hareket eden oğlu için anne Gülnur Tuğaltay 12 Haziran’daki sınavlarına girdiğini söylüyordu. İlker Tuğaltay da, “Tüm sınavlara giremediğim için temmuz ayında Ünye’ye döndüm ve yaz okuluna kaldım” demişti. Üstelik bunlar olurken kayıtlarda ne camı patlamış otobüs, ne HTS verileri, ne de tanık ifadeleri vardı. Tek soru: İlker Tuğaltay o gün nerede ve ne yapıyordu? Av. Ümit Altay konuyla ilgili şöyle konuştu:
“Gülnur Hanım'ın, Nedim Bey'in olay günü evde olmadıklarını ispatlamak için söyledikleri, bunlar çok büyük mantıksızlık içeriyor. Mesela ağabeyin Ordu'da olduğunu söylemesi, otobüs yolculuğu, camı tuz buz etmesi, '7 saatte geldim' demesi... Daha sonra uyarılar üzerine değiştirdi, '12-13 saatte gelmiştim' dedi. Yani hiçbir şekilde sözleri tutmuyor. Ordu’dan otobüse kuzenlerinin bindirdiğini söylüyor. Ancak kuzenleri onu İstanbul'a bırakmıyor. Oysa kuzenleri Çağla'nın öldürüldüğünü biliyor ama otobüse bindiriyorlar güya. Yani yola çıkmadan önce hiçbir şekilde aileyi aramıyor. Siz mesela 18 yaşında bir gençsiniz. 'Anneanneniz hasta' dediler size, kız kardeşinizin öldürüldüğünü de bilmiyorsunuz. Ailenizi bir aramaz mısınız? En kötü Çağla'yı ararsınız değil mi? Çünkü 'Çağla'yla her gün konuşuyordum' diyen bir insan. O gün niye aramadın?"
İlker Tuğaltay'la ilgili pek çok iddia ve çelişki vardı. Ancak bunlar arasında biri, yıllar sonra davanın takipçisi olan dikkatli gönüllüler tarafından ortaya çıkarıldı. İlker Tuğaltay’ın kolunda 3 yara izi vardı ve bunların ne zaman, ne şekilde oluştuğu bilinmiyordu. Kardeşinin öldürüldüğünü duyunca içinde bulunduğu şehirlerarası otobüsün camını kırdığı esnada mı oluşmuştu yoksa sebebi başka mıydı?
“Çağla’nın o dönem sevgilisi olan Hüseyin'in, kendisine ağabey İlker tarafından bıçak çekildiğini söylediğini duyduk. Ne kadar doğru bunu bilmiyoruz. Dosyada gizlilik olduğu için ve şahıslarla da birebir irtibatımız olmadığı için onun çevresinden duyuyoruz ne dediğini. Hüseyin, 2013’teki ifadesinde, Çağla’yı eve bıraktığını söylüyor. O dönem sevgili olduklarını, birkaç defa eve bıraktığını, ailenin istemediğini söylüyor. Hepsi bu kadar. İlker’in kolunda bazı çizgiler, yara izleri var. Yani bıçak izlerine benziyor. Ancak bu ayrı uzmanlık alanı olduğu için Adli Tıp onların ne izi olduğu, kaç senelik olduğu, derin mi, bıçak mı veya başka bir şey yarası mı olduğunu tespit edebilir. Çıplak gözle bir bıçak kesiği olarak algılıyoruz. Tabii ki bu tespiti uzmanların yapması gerekiyor. Savcının da bu çalışmayı yapacağını düşünüyorum.”
ÖNCE YOK DEYİP SONRA KABUL ETTİLER! YEŞİL MERCEDES KAYIP
Çağla’nın ailesi, komşularının ifadelerine göre yeşil renkli ve Mercedes markalı bir araç kullanıyordu. Ancak aile pek çok TV yayını ve röportajda bunu reddediyor ve Renault markalı başka bir araçlarının olduğunu söylüyordu. Bir canlı yayında ise bu iddiaları haklı çıkaran ifade, yine aileden gelmişti. Aslında yeşil Mercedes gerçekti ve anne Gülnur Tuğaltay'ın babasına ait olsa da sıklıkla aile tarafından da kullanılıyordu. Ancak bunca zaman, arabaların bugünküne göre çok daha az olduğu dönemde, pek çok arabadan daha yüksek maddi değeri olan bir araba nasıl hatırlanmazdı? Yeşil Mercedes gerçekten unutulmuş olabilir miydi yoksa unutulmak mı istenmişti? Şüphe çeken noktalardan biri olan bu araba, Çağla’dan sonra ortadan kaybolmuş olsa da cinayet günü bu aracın görüldüğü iddiaları da kulaktan kulağa yayılmıştı. Ne olursa olsun yeşil Mercedes ortada yoktu ve nerede olduğu, onunla ne yaşandığı meçhuldü.
Avukat Ümit Altay ortadan kaybolan bu aracın akıbetine ilişkin şüpheleri, “Yıllarca 'Tek arabamız var' dediler. Ancak apartman ahalisi dedi ki 'Yeşil Mercedes’leri var, hep yeşil Mercedes kullanıyorlardı.' Apartmandan bir tanık çıktığı zaman biz de bunu kendilerine ilettik. Yine de kabul etmediler. Daha sonradan apartmandan birinin, YouTube kanalında yapılan bir yayında, yeşil Mercedes'in varlığında ısrarcı olması sonucu, bu durum aileye yeniden soruldu. Ardından aile tarafından "Aa, öyle miymiş? Yani vardı aslında" denildi. Yani kabul etmek zorunda kaldılar. Biz de bu saklama teşebbüsünün sebebini şöyle görüyoruz: Bu Mercedes'te kanlı birtakım şeyler taşınmış olabilir. Delil karartmış olabilirler. Yeşil Mercedes’i bir daha gören olmuyor. Olay gününden sonra parçalanmış olabilir. Nitekim aldığımız bilgilere göre pert edilip hurdaya ayrıldığını duyduk. Maalesef polisin zamanında yapması gereken işlerden bir tanesi yine burada yapılmamıştı” diye sıraladı.
KİLİT İSMİ, 5 NO'LU LEKE ELE VEREBİLİR Mİ?
Çağla, ölümünün ardından otopsiye alındığında pek çok bulgu değerlendirildi. Çağla’nın boğazı ‘solak’ biri tarafından kesilmişti ve okul elbiselerinin altına giydiği iç çamaşırındaki 5 no’lu kan lekesi Çağla’nın her yerine akan kanıyla aynı değildi. Yani 5 numaradaki leke, Çağla’nın olamazdı. Çağla’nın değilse katili ele verecek bir delil olma olasılığı oldukça yüksekti. İlginç olan ise soruşturmadaki pek çok eksik gibi bunun da aile ile karşılaştırılmamış olmasıydı. Ancak Avukat Ümit Altay, bu kritik konuda atılması gereken adımları da attı. Belki de yakın gelecekte Çağla’nın katili bulunacak, binlerce gönüllünün çabaları Çağla için de adaleti getirecek. Avukat Ümit Altay, Çağla’nın hayatını çalanları ele verebilecek lekeye değinerek sözlerini şöyle noktaladı:
"DNA konusunda da savcılıktan talepte bulundum. Çünkü Çağla'nın şortunda yabancı bir kan lekesi var. Şorttan kastım, iç çamaşırının üstünde yabancı bir DNA bulunmuş. O DNA'lar aile üyeleri hiç eşleştirilmemiş. Kimin kanı olabilir diye bunu da talep ettim. Çünkü cinayeti işleyen kişi kapıyı zorlamadan içeri girdiyse anahtarı olan biridir. Bu kadar zor bir şey değil."