29.08.2023 - 10:47 | Son Güncellenme:
Fatma Gülçin Kabasakallı
İklim krizinin sonuçlarını her geçen gün daha fazla deneyimlerken, Ukrayna’daki savaşın etkisiyle Avrupa’nın Rus gazından kurtulma çabaları doğrultusunda yenilenebilir enerji bugüne kadar aradığı ivme ve desteği yakalayabildi. Öte yandan, Rus doğalgazını kömür veya LNG ile ikame etme çabası, yakın zamanda fosil yakıtların kullanımının sona ereceği beklentilerini de yok etmiş durumda. Bu çıkmaz içerisinde küresel enerji sektörü yatırım ve büyüme yolunu ararken, rüzgar enerjisi de dolu dizgin geliyor.
İhracatçı olduk
Rüzgar enerjisinin bu “dolu dizgin gelişi” içinde fırsatlar olduğu kadar pek çok zorlukları da barındırıyor elbette. Türkiye’de ise, Ulusal Enerji Planı’nda 2035 yılında karasal rüzgar enerjisinde hedef 24,6 GW iken, denizüstü rüzgar enerjisi için bu oran 5 GW olarak açıklandı. Türkiye Rüzgar Enerjisi Birliği’nin (TÜREB), ülkemizde kara ve denizde toplam 150 bin MW’lık rüzgar enerjisi potansiyelinin bulunduğunu açıklaması, bu yolda hala alınacak mesafenin olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin özellikle karasal rüzgar enerjisinde edindiği deneyim çok önemli. Karasal rüzgar türbini kurulumu, üretimi ve tedariki konusunda önemli bir aktör olma yolunda hızla ilerliyoruz. Özellikle rüzgar türbin kanadı üretiminde ciddi bir ihracat oranına ulaştık, artık Avrupa’daki rüzgar türbinlerinin kanatlarının yaklaşık üçte biri Türkiye’den gidiyor. Yaklaşık 1,5 milyar Euro’luk bir ihracat hacmi yaratabildik ve bu ihracatın bir kısmı Asya’ya olsa da, asıl olarak Avrupa’nın güvenilir bir ortağıyız. Kamudaki karar alıcıları da rüzgar enerjisinde alınacak mesafenin farkında, öyle ki karasal rüzgar enerji kurulu gücünü artırmak için geçtiğimiz günlerde 17 ildeki 29 araziyi daha rüzgar enerjisine dayalı Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) ilan etti. Ancak yenilenebilir enerji alanında çalışan sektör oyuncuları başta olmak üzere, komşularımızın bile ilgisini çeken en önemli gelişme, Bakanlığın ay başında denizüstü rüzgar enerjisi için ilk kez dört bölgeyi Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) kapsamında ilan etmesi oldu.
İlk kez geçen yıl konuşuldu
Aslında, Ulusal Enerji Planı yayınlanmadan önce, geçtiğimiz yıl ilk kez Türkiye-Azerbaycan Enerji Forumu kapsamında gerçekleştirilen toplantılarda Türkiye’nin denizüstü rüzgar enerjisi hedefi açıklayacağı belirtilmişti. Sektör temsilcileri uzun süredir, Yunanistan’ın Ege Denizi için açıkladığı 2 GW’lık hedefe karşı Ankara’dan bir adım bekliyordu. Bu hedef nihayet Ulusal Enerji Planında ilan edilirken, ay başında 4 YEKA alanının ilanıyla sektör için uzun süredir beklediği bir yatırım alanı daha açılmış oldu. Şimdi geriye YEKA kapsamında hangi garantilerin ve teşviklerin ne düzeyde verileceği kaldı. Bu da hükümetin denizüstü rüzgar enerjisinin potansiyelini ne yönde kullanmak istediği, ulusal enerji stratejisindeki yerini ve nasıl bir yatırım ortamı yaratılmak amaçlandığını ortaya koyacak en önemli gösterge olacak.
Potansiyel 50 – 90 GW arasında
Dünya Bankası verilerine göre sadece denizüstü RES’lerde potansiyel kurulu gücümüz 75 bin MW iken, global araştırma şirketleri bu potansiyelin 50 ila 90 GW arasında değiştiğini belirtiyor. Denizüstü rüzgar enerjisi potansiyelinin en güçlü olduğu yerler ise, sırasıyla Ege ve Marmara Denizleri ile Akdeniz ve Karadeniz. Bakanlığın ilk olarak açıkladığı dört bölgeden ikisi Ege Denizi’nde ve bunların Yunanistan’la herhangi bir kıta sahanlığı veya Münhasır Ekonomik Sınırlar kapsamında bir anlaşmazlığa yer vermeyecek alanlar olduğu görülüyor. Elbette bu, doğru politikalar ve yatırım iştahını kabartacak stratejilerle denizüstü rüzgarın ivmelenmesi durumunda, ilerleyen yıllarda yeni çatışma alanlarına neden olmayacak anlamına gelmiyor. Fakat küresel gelişmeler hızla yön değiştirirken, ileride Yunanistan’la ortak denizüstü rüzgar enerjisi projelerinin geliştirilmesi
Karada önemli deneyim var
Türkiye, her ne kadar karasal rüzgar enerjisi üretiminde önemli deneyimlere sahip olsa da denizüstü rüzgar enerjisinin geliştirilmesi için detaylı ve stratejik bir eylem planı çizmeli. Bu noktada ön plana çıkan avantajlarımızdan bir diğeri, denizcilik alanındaki tecrübelerimiz. Buradan faydalanarak, hedefin, karasal ve denizüstü rüzgar enerjisinde tedarik merkezi olmasının gerekliliği dile getiriliyor. Bu noktada kamunun finansal desteğinin dışında yol haritası net. Ar-Ge çalışmaları, ekipman ve akşamların üretimi, denizüstü santral yatırımları, limanların geliştirilmesi ve sonrasında uzun vadede hidrojen üretim yatırımlarıyla güçlendirilmesi. Nitekim uzmanlar denizüstü rüzgar enerjisindeki potansiyellerden birini, rüzgardan yeşil amonyak üretimi dahil pek çok alanda faydalanılacağını da vurguluyor. Tüm bu süreçlerin yeşermesi için de gerekli teşviklerin, desteklerin ve uluslararası finansmana ulaşma araçlarının çeşitlendirilmesi. Bununla birlikte, otomobil sektöründe çok önemli deneyimlerimiz ve know-how’ımız burada da faydalanılabilir. Enerjinin küresel ticaret denkleminde Rusya-Ukrayna savaşından alınan en önemli ders, tek bir ülkeye bağımlı olmamak. Bu yaklaşım artık başta AB olmak üzere Asya’dan Atlantik’e kadar bir güvenlik endişesi halini almış durumda. Ülkeler, temiz enerji politikaları ve yatırım planlarını oluştururken, merkeze “çeşitliliği sağlama” unsurunu yerleştirdiler. Denizüstü rüzgar enerjisinin altyapısının geliştirilmesi, gerekli knowhow’ın elde edilmesi ve Türkiye’nin bir üretim veya tedarik merkezi olma noktasında birçok ülkenin imalat orijinin çeşitlendirme politikasının yarattığı rüzgardan faydalanması çok önemli.
Avrupa’da askıya alınıyor
Bununla birlikte, denizüstü rüzgar enerjisi sektörü bir yanda küresel düzeyde büyümeye devam ederken, tüm dünyada enflasyonist baskılar ve artan maliyetlerle tedarik zincirindeki bozulmalardan da etkilenmeye devam ediyor. Avrupa’da bu alanda bazı şirketlerin yatırımlarını askıya aldığını son aylarda gördük. Finansal destek noktasında AB, ABD’nin Enflasyon Azaltma Planı’ndaki teşviklere yaklaşamadı bile. Bu da Avrupalı denizüstü rüzgar alanında çalışan şirketleri planlarını değiştirmeye zorluyor. Ayrıca AB’deki bürokratik izin süreçleri, güneş enerjisinde ve yenilenebilir kaynaklı elektrik üretiminde azaltılsa da, diğer temiz enerji alanlarında hala ciddi oranda varlığını sürdürüyor. Bu da yatırımcının iştahını azaltıyor elbette. Tam da bu noktada, yine ülkemizin önünde AB ve ABD örneği bulunuyor. Amerikan denizüstü rüzgar sanayisi henüz AB veya Çin kadar olgunlaşmamış durumda ama Washington yönetimi bu alanda iddialı plan ve destekleri açıkladı. Bu yüzden, Türkiye’nin denenmiş ve denenmekte olan politika örnekleri ve deneyimlerden yararlanması da çok önemli.
Körfez sermayesi bekleniyor
Yatırım noktasında ise, yaklaşık bir ay geriye gidip, Türkiye’nin Körfez turunda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile imzaladığı 50 milyar doların üzerindeki anlaşmaları hatırlamakta fayda var. Anlaşmaların yaklaşık 30 milyar dolarının yeşil enerji alanında olduğu belirtilirken, denizüstü rüzgar projeleri de BAE’nin yatırım yapmak istediği alanlar arasında yer almıştı. BAE kaynakları da petrol dışı ticareti geçtiğimiz yıl 19 milyar dolara ulaşan Türkiye’deki denizüstü rüzgar ve türbin endüstrisiyle ilgilendiklerini doğruluyor. Diğer yandan, Enerji Bakanlığı’nın açıkladığı 4 YEKA adayı bölgenin tamamı devreye alınırsa, oldukça büyük kapasitede denizüstü rüzgar projelerine ev sahipliği yapması bekleniyor. Uzmanlar bu alanların toplam güç potansiyelinin 10 GW’a yaklaştığını vurgularken, Bakanlığın yakın zamanda açıklaması beklenen YEKA ve diğer detaylar, ulusal denizüstü rüzgar enerjisi stratejimizin hedefi ve yol haritasını da ortaya koymuş olacak. Ancak her koşulda, rüzgar enerjisi sektöründe deniz üstünden gelen bir heyecan rüzgarı hissediliyor. Sektördeki oyuncular, kamuya ihtiyaçlarını anlattı, şimdi kamunun denizi köpürtmesi bekleniyor.