04.10.2019 - 00:58 | Son Güncellenme:
Tenis ağırlıklı olarak kaleme aldığım yazılarımda futbol sezonunun başlaması ve yorum yapmaya başlanacak kadar müsabakanın da oynanması nedeniyle, bugünü bu dala ayırıyorum. Efendim, lafı eğip bükmeden, dümdüz söylemek gerekirse; İzmir futbolunun dahili ve harici bedhahları vardır. Büyük Önder Atatürk’ün, pusula niteliğindeki ‘Gençliğe Hitabe’sinden yola çıkarak ifade ettiğim bu kavram, yıllardır İzmir futbolunu kemirip bugünkü haline getirmiştir.
Peki kimdir bu bedhahlar? Harici olanlarla başlamak gerekirse, belli başlı iki kategori söyleyebiliriz. Birincisi İstanbul lobisi, ikincisi ise siyaset. İstanbul lobisini zaten bilmeyen yok. Türkiye Futbol Federasyonu, Merkez Hakem Kurulu, Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, ‘büyük’ olarak isimlendirilen kulüplerin yöneticileri... Türk futbolu ne yazık ki İstanbul lobisinin saydığım bu dört ayağı tarafından sıkı sıkıya parsellenmiş durumda. Deniyor ya futbol gelişsin... Geçin arkadaş! Yalnızca bir kentin spor kulüpleriyle koca bir ülkenin futbolu düzelir mi?
Düzelmez. Alın bakın İngiltere örneğine... Ya İtalya’ya ne demeli? Farklı kentlere yayılmış, güçlü kulüpler olmadığı sürece bir arpa boyu yol gidilmez! 30 kente büyükşehir denen bir ülkede 18 kulüplü en üst ligde 5 takım bir kenttense olmaz!
Onlarca kentte altyapılar atıl kalır, lig beslenemez. İstanbul hegemonyası denen şey, diğer kentlerin üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanırken olmaz. İzmir’in asırlık kulüplerinden bazılarının, İstanbul kulüpleri tarafından pilot takım yapılmaya çalışıldığını unutmadık.
Gelelim, işin siyaset kısmına... İstanbul’un dışında bir de siyaset ağırlığı var futbolda. Nasıl mı? Sizin kulübünüzde 1 milyon lira değerinde bir futbolcunuz var ve satmayı planlıyorsunuz. Bir kentin milletvekilinden gelen telefon ise her şeyi altüst ediyor. Kırılamayan hatırlarla oyuncunuz, tak yarı fiyatına gidiyor. Çünkü, sizden isteyen hatırlı gücün karşısına, bunu iptal edebilecek başka bir hatırlı gücü devreye sokamıyorsunuz.
Şimdi hem siyasetin hem de İstanbul’un hegemonyasına bir örnek verelim...
Hakem hatalarıyla yıllardır İzmir kulüplerinin başına gelmeyen kalmadı. Daha belirgin konular üstünden gidelim. Örneğin, 13 Mayıs 2011... Diyarbakırspor-Altay maçı... O gün Altaylı futbolcuların başına gelenler unutulabilir mi? Ölüm tehditleri, silahlar ve son olarak da maçın gözlemcisinin hiçbir olay yaşanmadığına dair raporu...
Bu olay bir İstanbul kulübünün yahut siyasi lobisi bulunan bir kentin takımının başına gelir miydi? Peki ya Göztepe’nin Cizre deplasmanı? İstiklal Marşı’nın yuhalandığı, Göztepe kafilesinin stada zırhlı araçlarla götürüldüğü, sarı kırmızılı taraftarların maçı tribünden değil de ‘güvenli’ bir binanın içinden izlemek zorunda kaldığı o maçı unuttuk mu? Bu kulüplerimizin hakkını kim savundu? Bazı beyanatları saymazsak, kimse...
İzmir futbolunun bir tarafı İstanbul’la, diğer tarafı da şehir kulüplerinin ‘kentine sahip çıkan’ siyasileriyle çevrilmiş durumda. Bundan büyük dış tehdit olabilir mi? Haftaya da iç sıkıntıları anlatacağım.