01.08.2020 - 03:05 | Son Güncellenme:
Özgür Yılgür
Müzik sahnemizin en üretken isimlerinden Sertab Erener, yeni albümü “Ben Yaşarım” ile içinde bulunduğumuz pandemi sürecini ferahlatıyor. Sertab Erener çocukluğumda da en renkli bulduğum müzisyenlerden biriydi, fakat şimdi görsel olarak da kendisini daha net bir şekilde dışa vurduğunu düşünüyorum. Albümün kapağı ve kitapçığındaki resimler Dicle Çiftiçi’ye ait. “Aç Sesini” şarkısının klibinde Nazlı Çelebi ile çalıştı. “Ben Yine Dönerim” single’ının kapağıysa bir Big Baboli çalışması. “Bu Dünya” single’ının kapağında Sadi Güran’la, klibindeyse Kübra Su Yıldırım (Kafaless) ile iş birliği yaptı. Bu isimler farklı görsel dilleri ve temaları kullanan sanatçılar olmalarıyla dikkat çekiyor. Peki Erener’in ileride çalışmayı istediği başka illüstratörler ya da ressamlar var mı? “Farklı tarzları olan sanatçılarla, albümün bütün şarkıları için görsel videolar hazırladım. Albümün çıkış zamanı hepsini birden yükleyecektim, hayalim buydu. Fakat beni durdurdular. Hepsinin algılanması ve ulaşması için ayda bir yüklenmesinin daha doğru olduğunu söylediler. Her ay bir single çıkıyormuş gibi bir videoyu ve şarkıyı ön plana çıkartmak üzere plan yaptık. Önce “Bu Dünya”, daha sonra “Kafanı Yorma” ve son olarak da “Aç Sesini” videolarını paylaştık. Ağustos başı “Farzet”, eylüldeyse “Ben Yaşarım”ın videoları gelecek” diyor. Kendisini en iyi yansıtan albümün bu olduğunu ifade eden Erener ile “Ben Yaşarım”ın hikâyesini konuştuk.
Yeni albümünüz “Ben Yaşarım” için tebrik ederim. Bu 14’üncü stüdyo albümünüz. Bu albümü müzikal yolculuğunuzda nereye konumlandırıyorsunuz?
Beni en iyi ifade eden albümüm diyebilirim. İçimde biriktirdiklerimi söze ve besteye daha fazla aktarabildiğim, yanardağın patlayan lavları gibi şarkıların içine ruhumu akıttığım bir albüm oldu.
Albümü dinlerken yaşadıklarından dersler çıkarmış, daha olgun ve daha umutlu bir Sertab Erener ile karşı karşıya olduğumu hissettim. Siz şarkı sözlerini yazarken hangi duygulardan beslendiniz?
Hayattan bir şeyler öğrenebileceğin zamanlar; acı çektiğin, dibe vurduğun, canının yandığı zamanlar aslında. Bu anlar büyümek, değişebilmek ve mutlu olabilmeyi başarmak için büyük fırsatlar. Hayat dediğimiz şeyin içinde debelenirken, aynı acıyı defalarca yaşarken veya aynı hatayı onlarca kez tekrar ederken buluyorsun kendini. Taoistler, bir arabanın tekerine benzetirler bu döngüyü. Arabadan inmek içinse değişmek gerekir. Değişime direnen ve acı çekmesine rağmen “Ben buyum” diyen egonu eğitmen gerekir. Aynı bir şirketi yöneten CEO gibi, egonu farkındalığınla eğitmek... Fakat bu farkındalık hâli sana söz yazdırmıyor veya mutluysan hayata dair diyecek bir şeyin kalmıyor! Çok garip bir dilemma bu... Bir şeyler söylemek içinse dert gerekiyor. Acı çekmeden olmuyor, sanatçı acıdan besleniyor çünkü. Bu albümde sözlerimi yazarken o arabaya yeniden bindim ama bir farkla, bu sefer arabanın sürücüsü bendim.
“Ben Yaşarım” dört yıl sonra çıkardığınız ilk stüdyo albümü. Yeni bir şarkı ya da albüm üzerine çalışırken nasıl bir yaklaşım içinde oluyorsunuz? Üretim süreci sizin için nasıl işliyor?
Bir bestenin kendine has bir karakteri ve ruhu olduğuna inanıyorum. Düzenleme yaparken o ruhu bozmadan, karakterine uygun kıyafeti giymesine özen gösteriyorum. Söz dili de dahil buna. Önce melodiler birikiyor, sonra onların hikâyeleri şekilleniyor ve sonra da müzikleniyor. Ben her şarkının kendi sesini ararken, bir albüm bütünlüğü oluşturmayı da istiyorum. Parmak izi gibi kendime ait bir iz, ses, soluk yaratmak için uğraşıyorum.
“Ben Yaşarım”da bir Doğan Duru, ikişer tane de Can Bonomo ve Sezen Aksu şarkısı yer alıyor. Onların yazdığı söz ve müziklerde etkilendiğiniz, bu şarkıları söylemek için heyecanlandığınız şeyler nelerdi?
Doğan Duru’nun bestesi ve sözü iddiasız gibi duran, ama çok iddialı bir şarkı. Sessiz bir çığlık bence... Can Bonomo’nun sözü, şahane bir şiir ve Emre’nin (Kula) bestesiyle aşk yaşıyor. Sezen Aksu’nun sözleriyse Shakespeare’den beri biz aşk için ölmelere razıyken, “Belki de aşk lazım değildir” gibi naif bir yaklaşımla aşk meselesini sorgulaması sebebiyle beni çok etkiledi.
“Azda çoğu aramakta derdim”
Albümün kitapçığında “Ben şarkı söylemeyi keşfettiğim gün kendimi anladım, izimi buldum” diyorsunuz. Bugüne kadar dinlediğimiz tüm albümlerinde Sertab Erener pop, rock, caz ve funk gibi türlerin üzerinde bir müzik yapıyor. Müzisyen olarak kendinizi bulma sürecinde neler yaşadınız?
Bir müzisyen olarak her sanatçının geçtiği süreçlerden geçtim diyebilirim. Kendimi bulmak, kimliğimi kazanmak ve bana ait parmak izimi bulmak için 27 yıldır çalışıyorum. Entelektüel birikim, hiç bitmeyen bir araştırma, yeninin, farklılaşmanın peşinden koşmak ve hep çalışmak benim mottom.
Günümüzde çıkan yeni albümlerin çoğu büyük prodüksiyonlara ve gösterişli sound’lara sahip. Ancak “Ben Yaşarım” bunun aksine giden, akustik sound’u ve sade atmosferiyle öne çıkan bir albüm. Böyle bir sound ve atmosfer yaratırken motivasyonunuz neydi?
Soruyu sorarken tanımladığın gibi bir albüm yapmaktı amacım. Sanırım başarmışım. Azda çoğu aramakta derdim. Bağırmadan bağırmak, kenar süsü olmadan parlamak... Bir iç çığlığı gibi hissedilmekti...
“Umarım en az zararla atlatırız”
Korona salgını sonrası girdiğimiz “yeni normal” sürecinden bir müzisyen olarak nasıl etkilendiniz? Salgın sonrası İstanbul’da gerçekleşen ilk konserlerden biri olan “Park Et Seyret” konseri de sizin için farklı bir deneyim olmalı. O konserde neler hissettiniz?
Ne hissedeceğimi, ne düşüneceğimi bilemediğim bir ay geçirdim. Anlamakta zorlandım... Bir filmde olsa, “Ne kadar abartmışlar canım” diyebileceğimiz bir hikâyeyi gerçekten yaşıyoruz şu an. 100 yıl sonra hepimiz, hayatlarımıza bir de pandemi sığdırdık. Bu olay bize neler öğretecek, neler katacak, neler kaybettirecek hep beraber göreceğiz. En çok etkilenen sektörlerden biri müzik ve sahne performans sanatları oldu. Umarım en az zararla atlatabiliriz. “Park Et Seyret” konseriyse çok iyi geçti. Yepyeni bir deneyim oldu hepimiz için. Bu zor zamanda olabilecek en ilginç ve değişik deneyimdi.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın ağustos sayısında.