15.05.2025 - 21:57 | Son Güncellenme:
Burak Demirbaş
Burak Demirbaş- İstanbul’un surları -bugün yalnızca bir kısmı ayakta olsa da- Doğu Roma'dan bu yana şehri çepeçevre sarmaya devam ediyor. 22 km uzunluğundaki surlar; Kara, Marmara ve Haliç surları olmak üzere toplam üç bölümden oluşuyor. 29 kez kuşatma tehdidi yaşayan bu surlar, 1204 yılında 4. Haçlı Seferleri sırasında ilk defa aşılırken, bu sayede kurulan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu 57 yıl ayakta kaldı. 1261 yılında tekrar Doğu Roma'nın eline geçen Konstantinopolis, 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedildi. Kent ile bütünleşen bu surlar, defalarca onarıldı ve bir kısmı günümüze kadar geldi.
Tarihi kaynaklara göre surlarda ortalama 50 kapı olduğu tespit edilse de Kumkapı, Yenikapı, Çatladıkapı gibi isimler artık bir semt ismi olmaktan öteye gidemiyor. Bazı kapılar ise kent sakinlerine hizmet etmeye devam ediyor.
EDİRNEKAPI: Bizans İmparatoru II. Theodosius (408-450) zamanında inşa edilen surlardaki bu kapı "Mezarlık Kapısı" (Myriander) adıyla anılıyordu. Emevilerin 674 yılındaki kuşatmasında Ebû Eyup el-Ensârî, bu mevkide şehit düşmüştü. Kara surlarından yer alan bu kapı, Rumeli’den İstanbul’a gelen ziyaretçi ve tüccarlar tarafından kullanılıyordu. Yabancı elçiler de başkente bu kapıdan giriyordu. Kapının adı fetih sonrasında Edirne yolu üzerinde olmasına atfen Edirnekapı olarak değiştirilmiştir.
TOPKAPI: II. Theodosius’un yaptırdığı kara surlarındaki bir bölümde, bugün adını verdiği semtte bulunur. Bizans Dönemi'nde "Pempton" ve "Porte Charisius" adıyla anılan bu kapı, yakınındaki bir kiliseden bu ismi almıştı. Bir iddiaya göre fetih sırasında topların bu bölgeye yoğunlaşması, surların zayıflığından faydalanılarak burada bir gedik açılmasına sebebiyet verdi ve Osmanlı ordusu buradan içeriye girerek şehri aldı. Topkapı, Rumeli’ye geçişte bir kontrol noktası olarak kullanılmaktaydı.
Romanos Kapısı
Bir diğer iddia ise İstanbul'a girilen ilk kapının Edirnekapı ile Mevlanakapı arasında yer alan ve bugün örülü bulunan başka bir kapı olduğu, Bizans Dönemi'nde Romanos Kapısı olarak anılan kapının da burası olduğu yönünde.
Dönemin Osmanlı kaynakları kuşatma esnasında herhangi bir kapı ismi telaffuz etmezken, 15. yüzyıl sonundan itibaren İstanbul'a girilen kapı, Topkapı ismiyle anılır. Günümüzde söz konusu kapının mimari özellikleri göz önüne alındığında, Osmanlı ordusunun İstanbul'a ilk girdiği kapının Romanos Kapısı olduğu ve bunun bugünkü Topkapı olmadığı savunuluyor.
MEVLANAKAPI: İsmini, güney cephesinde yer alan Mevlevihane'den alır. Bizans Dönemi'nde Rusların bu bölgede yaşamaları nedeniyle Rus Kapısı da denilmekteydi. Bu bölümdeki surlar ve kapı yakın dönemde restore edildi.
SİLİVRİKAPI: İstanbul’un bazı kapılarında olduğu gibi Silivrikapı da adını, üzerinde bulunduğu yoldan alıyor. Osmanlı döneminde "Mukaddes Kaynak Kapısı" olarak anılan bu kapı Silivri’ye giden yol üzerindedir. İstanbul çevresinde kullanılan birçok kapı gibi, bu kapı etrafında da birden fazla türbe ve Bizans Dönemi'ne ait bir mezar odası da bulunuyor.
Asırlarca kapalı kaldı
BELGRAD KAPISI: Bizans kaynaklarında (Xylokerkos-Tahta Sirk Kapısı) olarak adlandırılan bu kapı, ikinci büyük askeri kapı olarak bilinir. İmparator II. İsaakios Angelos’un (1185-1195 ve 1203-1204) rüyasında, düşmanların buradan şehre girdiğini görmesi üzerine örtülmüş ve 700 yıl kapalı kalmıştı. Bizans imparatorlarının şehre giriş yaptığı bu kapı, "Altın Kapı"nın inşasına kadar şehir için en önemli giriş kapısı olmuştu.
Kapının özel olmasını sağlayan bir başka neden ise şehrin üçüncü mil taşının burada bulunmasıdır. 1453 yılındaki kuşatmada Osmanlı ordusunun burada Giovanni Giustiniani tarafından karşılandığı bilinmektedir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinden hemen sonra Balıklı Rum Hastanesi'ne rahat ulaşım için yeniden açılmıştır.
SULUKULE KAPISI: Bayrampaşa (Lykos) Deresi'nin bu kapıdan geçerek Yenikapı’ya döküldüğü bilinmektedir. Fetihten sonra örülü olarak kalmış olan bu kapı; 19. yüzyıl sonları-20. yüzyıl başlarında yeniden kullanıma açılmıştır. Bugün ise harap bir halde surlardaki yerini koruyor.
CİBALİ KAPISI: Haliç surlarında yer alan bu kapı Osmanlı ordusunda görev alan subaşı Cebe Ali'nin fetih sırasında surlarda açılan gedik sonucu İstanbul’a girdiği kapı olarak biliniyor. Hakkında Bizans Dönemi'ne ait herhangi bir bilgi bulunmayan kapının, Osmanlı Dönemi'nde açıldığı tahmin ediliyor.
En eskisi
NARLIKAPI: Marmara Surlarında yer alan bu kapı, Yedikule-Samatya bölgesinde yer alıyor. İsmini çevresindeki nar ağaçlarından alan kapı bölgede ayakta kalan tek büyük kapı olarak varlığını sürdürüyor. Bizans İmparatoru Manuel Kommenos (1143-1180) tarafından yaptırılan Narlıkapı, surların en eski kapısı olarak bilinmesi nedeniyle Osmanlı’da "Bab-ı Atik" ismiyle de anılmakta idi.
EĞRİKAPI: Bizans Dönemi’nde adı "Kaligaria" olarak geçen bu kapı, çevresinde ayakkabı üretimi yapılmasından dolayı bu adı almıştı. Bölgedeki surların eğik yapısı nedeniyle "Eğrikapı" anıldığı tahmin ediliyor. 17. yüzyılda yaşamış Evliya Çelebi ise kapının bu ismi Akdeniz bölgesinde yaşayan Eğirdir halkının fetihten sonra bu bölgeye yerleştirilmesi nedeniyle aldığını anlatır.
AHIRKAPI: Marmara Surları çevresinde yer alan bir başka kapı da “Ahırkapı” olarak biliniyor. Topkapı Sarayı’na doğru açılan bu kapı, bu bölgede padişahın atlarının olması nedeniyle bu ismi almıştı. Bizans Dönemi'nde de sarayın atlarının bulunduğu yer olarak geçen bu bölge, günümüzde de bir semt adıdır.
ÇATLADIKAPI: Ahırkapı'nın hemen yakınında bulunan Çatladıkapı'nın 1532 depreminde üzerinde bulunan burcun çatlaması sonucu bu adı aldığı rivayet ediliyor. Evliya Çelebi, günümüzde var olmayan bu kapının üzerindeki dört köşeli mucizevi bir sütunun haberci ve koruyucu görevi gördüğünü ve bu sütunun tepesindeki heykelin de denizden gelen düşman gemilerini gördüğü takdirde ağzından ateş püskürterek onları yakıp kül ettiğini rivayet ediyor.
Altınkapı ve Yedikule
Altınkapı, İstanbul tarihindeki en meşhur kapılardan biridir. Bizans Dönemi'nde "Porta Aurea" adıyla anılan bu kapı, İstanbul surlarının bir parçası olan ve bugün Yedikule Hisarı olarak bilinen yapıdadır. Kapının ismi, üzerinde yer alan altın bezemelerden gelmekteydi.
İmparatorlar savaştan döndükleri zaman bir zafer takından geçmeleri adettendi ve 5. yüzyılda yaptırılan bu kapı da üç kemerli mimarisiyle bir zafer takıydı. İki yanda bulunan küçük kapılar halkın kullanması için, ortadaki büyük kemer ise yalnızca imparatorlar içindi. Kapının üzerimde görkemli heykeller de bulunuyordu. Şehre buradan giriş yapanlar, Mese (Divanyolu) üzerinden Ayasofya’nın önüne kadar ulaşabiliyorlardı.
Bizans Dönemi'nde dört gözlem kulesine sahip olan yapı, bugünkü "yedi kuleli" hisar halini, 15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesinden sonra burada üç kule daha inşa ettirmesiyle aldı. Bu kulelerden biri bugün "Genç Osman Kulesi" adıyla bilinir. Zira Osmanlı Padişahı II. Osman’ın 1622 yılındaki yeniçeri ayaklanmasında burada yaşanan trajik ölümü, hisarın tarihindeki en önemli olaylardan biridir.
*Neslihan Asutay-Effenberger, “Kitâb-ı Bahriye Berlin ve Londra Yazmalarındaki İstanbul Haritalarının Kaynağı ve Bazı Bizans Anıtları Üzerine, içinde: İmparatorluklar Başkentinden Kültür Başkentine İstanbul, ed. Feridun M Emecen, İstanbul, 2010.
*Evliya Çelebi, Seyahatname, Üçdal Neşriyat, C.I, İstanbul, 1985.