19.09.2024 - 03:28 | Son Güncellenme:
Doç. Dr. Martin Steskal
Doç. Dr. Martin Steskal/ xmartin.steskal@oeaw.ac.at- Efes’te 9000 yıl önce başlayan yerleşim, son bulgulara göre 14. yüzyıla kadar kesintisiz sürdü. Kent, M.Ö. 133 yılında Roma İmparatorluğu'na dâhil edilmesi ve ardından Asya Eyaleti’nin başkenti olarak belirlenmesiyle antik dünyanın en güçlü ticaret merkezlerinden biri, aynı zamanda kültürel ve sosyal bir merkez haline geldi. Ayasuluk’ta 14. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan son parlak dönemin ardından ise Efes, bugün “tarihin emaneti” olarak tüm dünyanın gözdesi olmayı sürdürüyor.
Efes (Ephesos) Antik Kenti, Avrupa ile Asya arasındaki Batı Anadolu’nun Ege kıyısında önemli bir merkez konumundadır. Antik kentin merkezi, güneyde Bülbüldağı ve kuzeyde Panayırdağı olmak üzere iki dağ arasında kalır. Efes’in coğrafi konumu gelişimi için oldukça elverişlidir ancak tarih boyunca kıyı çizgisinin sürekli olarak doğudan batıya kayması bazı zorlukları da beraberinde getirmiştir. Kıyı şeridinin sürekli olarak batıya doğru hareket etmesi, M.Ö 7. binyıldaki Neolitik Dönem’den Orta Çağ'a kadar tarihlenen yerleşimlerinin de yer değiştirmesine neden olmuştur. Günümüzde Efes bir liman kentinden çok bir iç yerleşimi andırır. Modern kıyı şeridi ise antik kentin 7 km batısında yer almaktadır.
Bölgede yerleşim
Bölgedeki en eski yerleşim, buluntularının 7. binyıla tarihlendiği Çukuriçi Höyük'te karşımıza çıkmaktadır. Çukuriçi Höyük'teki yerleşimin terk edilmesinden sonra günümüz Selçuk ilçesindeki Ayasuluk Tepesi’ne yerleşilmiştir ve buradaki yerleşim M.Ö. 2. binyılda bölgesel bir merkez haline gelmiştir. Bu dönemde kent ve liman, Artemis Kutsal Alanı’nın hemen yakınında yer almaktadır.
Sonraki yüzyıllarda yerleşim Panayırdağı’nın kuzey eteklerine taşınmış, burada Koressos Limanı kurulmuş ve muhtemelen M.Ö. 4. yüzyıla kadar kullanımda kalmıştır. Küçük köylerden oluşan Yunan yerleşim yapısı, M.Ö. 300 civarında Kral Lysimachos yönetiminde kurulan yeni Efes kenti ile tamamen değişmiştir. Hellenistik Dönem’de kurulan bu kentin kalıntıları, dağ yamaçlarındaki 9 km uzunluğundaki sur duvarlarının yanı sıra Hippodamus ilkelerine göre planimetrik olarak tasarlanan ızgara planlı sokak sistemidir. Hellenistik Dönem’den günümüze çok az sayıda kalıntı ulaşmıştır. Bunun en belirgin örneği şüphesiz M.Ö. 3. yüzyıldan kalma bir yapı olan ancak Roma İmparatorluk Dönemi'nde tamamen değiştirilen büyük tiyatrodur.
Efes nasıl gelişti?
Bir liman kenti olarak Efes, ulaşım ve iletişimin yanı sıra besin kaynağı olarak da denizle yakından bağlantılıydı. Denize doğrudan erişim, kentin ticari zenginliği için bir ön koşuldu. Efes’in bir metropole dönüşmesi, Küçük Asya'nın M.Ö. 133 yılında Roma İmparatorluğu'na dâhil edilmesi ve ardından Asya Eyaleti’nin başkenti olarak belirlenmesiyle başlamıştır. Stratejik konumu ve zengin hinterlandı sayesinde Efes; antik dünyanın en güçlü ticaret merkezlerinden biri, zengin Asya Eyaleti’nin başkenti aynı zamanda kültürel ve sosyal bir merkez haline gelmiştir.
Artemis Kutsal Alanı ve tanrıça Artemis, Efes kenti ve sakinlerinin koruyucusu olarak bu gelişmede belirleyici bir rol oynamıştır. Antik dünyanın en güçlü tanrıçalarından biri olan Efes Artemis'i eşsiz ikonografisi nedeniyle etkileyicidir.
M.Ö. 60 civarında Efes, Roma İmparatorluğu’nun Asya Eyaleti’nin başkenti oldu ve Roma yönetimiyle birlikte kentin altyapısına büyük yatırımlar yapıldı. Büyüyen metropolde içme ve kullanma suyunun sağlanması için su tedarikine özel önem verildi. Kentin siyasi merkezi yukarı agoradaydı, imparatorluk tapınağının yanı sıra idari binalar da burada bulunuyordu. Agorayı bir portiko çevreliyor ve kuzeyde meclis binası olan bouleuterion ile kent meclisinin merkezi olan Prytaneion bulunuyordu.
Önemli yapılar
Toprak sahipliği, kamu hizmeti ve kredi işleri, Roma İmparatorluk Dönemi Efes’inin ticari yapısının temel unsurlarıydı. En önemli tarım ürünleri şarap ve zeytinyağı olup, tahıl ise olasılıkla Mısır'dan ithal ediliyordu. Tarımsal üretimin yanı sıra Efes’in kırsal kesimi de kaynaklar açısından zengindi. Örneğin mermer, kentin yakın çevresindeki birçok ocaktan çıkarılıyor ve hem yerel inşaat faaliyetlerinde kullanılıyor hem de ihraç ediliyordu. Efes Limanı, İmparatorluk Dönemi’nde mermer ticareti için merkezi bir rol oynamıştı.
Efes, M.S. 1. yüzyılın ikinci yarısında, imparatorun onuruna bir tapınak inşa etme ayrıcalığına sahip olmuştur. Bu kült yapı muhtemelen başlangıçta İmparator Domitianus'a adanmıştı. Roma İmparatorluk Dönemi boyunca Kuretler Caddesi, onurlandırma anıtları ve kamu bağışları ile zenginleşen bir şehir bulvarına dönüşmüştür. Geç Antik Çağ'da caddenin araç trafiğine kapatıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü doğudaki Herakles Kapısı’nın inşası araç geçişini imkânsız hale getirmiştir. Kuretler Caddesi'ndeki en önemli anıt, Efes Artemis'i ve İmparator Hadrianus için özel bir bağış olan Hadrianus Tapınağı’dır. Muhtemelen Artemis, tören alayları sırasında ibadet edenlerin dua ettiği, şarkı söylediği ve adak sunduğu merkezi bir yapıydı. Kuretler Caddesi'nin son dokunuşu Celsus Kütüphanesi olmuştur.
Kütüphane 2. yüzyılda -yani İmparator Traianus Dönemi’nde- bir halk kütüphanesi ve arşivi olarak tasarlanmış olup iç kısmının ikinci katında kitap parşömenleri için bir mekân oluşturulmuştur. Yapının cephesi, bağışçı Tiberius Julius Celsus Polemaeanus tarafından kendini temsil etme aracı olarak kullanılmıştır.
Efes kentinin kuşkusuz en işlek merkezi, limanı çevreleyen ve yapay olarak inşa edilmiş liman havzasına yakın olan bölgeydi. Ticaret Agorası'nda malların ticareti yapılır ve çok sayıda dükkânda satışa sunulurdu. M.S 2. yüzyılda Efes’in liman bölgesinde kalan Ticaret Agorası'nın batısında, muhtemelen Tanrı Serapis'e adanmış, anıtsal bir tapınak inşa edilmiştir. Sütunlar, kapı ve entablatür kompozisyonu, 40 ton ağırlığa kadar çıkabilen yekpare beyaz Prokonnesos Adası mermeri bloklarından oluşmaktadır.
Antik çağın en büyük tiyatrolarından biri olan Efes’in büyük tiyatrosu da 22000 ile 25000 arasındaki oturma kapasitesiyle bu tapınağın yakınlarında bulunmaktadır. Tiyatro gösterilerinin yanı sıra gladyatör dövüşleri de burada yapılırdı. Efes tiyatrosunun aynı zamanda halk toplantılarının yapıldığı bir yer olarak da işlev gördüğü bilinmektedir.
Hamam gymnasionu olarak adlandırılan büyük ve halka açık olan hamamlar; Efes’in girişleri boyunca, şehir kapılarının yakınında, Yukarı Agora ve tiyatro gibi kalabalık insan gruplarının bulunduğu yerlerde yer almaktaydı.
Deprem ve yağma
Efes, M.S. 3. yüzyıl boyunca köklü değişimler geçirmiş, şehirde bir dizi deprem meydana gelmiştir. Bu felaketler büyük yıkımlara ve belirgin bir ekonomik gerilemeye yol açmıştır. Üçüncü yüzyıldaki bu sismik felaket, şehrin tüm bölgelerinin onarılamaz bir şekilde tahrip olmasıyla bu gelişimin son noktasını oluşturmuştur. Bu deprem felaketi yetmezmiş gibi, tüm bölge Gotlar tarafından gerçekleştirilen yağma akınlarıyla sarsıldı. Artemis Tapınağı'nın yıkılması ve yağmalanması bu istilanın doruk noktasını oluşturmuş, büyük tanrıçaya ve onun yenilmezliğine olan inanç derinden sarsılmıştır. Bu uğursuz kombinasyon, bölge ekonomisi ve Efes’in kentsel görünümü için uzun vadeli sonuçları beraberinde getirmiştir.
M.S. 5. yüzyılın başlarında liman çevresinde yeni ve gelişen bir kent merkezinin oluşması 100 yıldan fazla sürmüştür. Kuşkusuz, inşaat programı temsili idari ofislerin yanı sıra Hristiyanlık kutsal yapıları, görkemli bulvarları ve altyapı tesisleri ile işlevsel binaları da içermektedir.
Geç Antik Çağ boyunca Efes önemli bir hac merkezi haline gelmiştir. Efes Konsili'nin yapıldığı yer olan Aziz Meryem Kilisesi, Aziz Yuhanna Bazilikası, Yedi Uyurlar Mezarlığı ve "Lukas'ın Mezarı", çok sayıda inananı kendine çeken ve Efes’in Erken Hristiyanlık Dönemi hac merkezi haline dönüşmesini sağlayan mekânlar haline gelmiştir. Bu gelişme ekonomiyi de etkilemiştir.
Efes’in daha sonraki yerleşim tarihini anlamak zordur ancak kentin -sıklıkla varsayıldığı gibi- 7. yüzyıl boyunca terk edilmediğine, bunun yerine 14. yüzyıla kadar sürekli olarak yerleşim gördüğüne dair kanıtlar artmaktadır. Bu gelişmeye paralel olarak, Ayasuluk çevresinde ve Artemision'un eski temenosunda günümüze kadar süreklilik gösteren bir başka yerleşim daha ortaya çıkmıştır. Efes’teki Hristiyan-Bizans egemenliği -ya da antik kente ne olduysa- nihayet 1304 yılında tüm bölgenin Selçuklular tarafından ele geçirilmesiyle sona erer. İlk başta Aydınoğulları Beyliği ve Aydınoğulları Ailesi, özellikle Emir İsa Bey Dönemi’nde Ayasuluk, 14. yüzyılın ikinci yarısında son bir parlak dönem yaşamıştır. Birçok cami, ibadethane, hamam ve türbe Efes/Ayasuluk'un bu son görkemli dönemine tanıklık etmektedir.
Yıkılan tapınaktan Meryem Kilisesi’ne…
Aşağı Efes kentinde 2. yüzyılda, liman hamamlarının kuzeyinde kalan ve imparator Hadrianus'a atfedilen anıtsal bir tapınak inşa edilmiştir. Bu yapı kompleksinden geriye çok az bir parça kalmıştır; tapınak ve çevresindeki portikus tarih boyunca ortadan kaldırılmış, mimari blokları başka binalarda yeniden kullanılmış ya da kireç elde etmek için yakılmıştır. Sadece güney ucu tahrip edilmeden kalabilen bu yapı da M.S. 5. yüzyılın başlarında Meryem Kilisesi'nin inşası için yeniden kullanılan uzun bir bazilikayı oluşturmuştur.
Alüvyonlarla dolan ve kirlenen limanda sürekli bakım vardı
Bir rıhtım duvarıyla çevrili altıgen liman havzasının inşa dönemi belirsizliğini korumaktadır. Genel olarak İmparator Traianus-Hadrianus dönemlerine ait olduğu varsayılmakta ancak daha erken olabileceği de düşünülmektedir. Liman havzasından şehre üç kapı açılmaktadır. Limanın sürekli bakımı, yazınsal kaynaklar ve epigrafik kanıtlarla doğrulanmaktadır. Liman havzasının devamlı ve artan bir şekilde alüvyonlarla dolması ayrıca şehrin kendisinin neden olduğu kirlenme sebebiyle, limanın kullanılabilirliğini arttırmak ve gemiler için sınırsız erişimini garanti altına almak amacıyla sürekli bakım ve temizlik gerekliliğini doğurmuştur. Belli bir noktadan sonra bakım ve temizlik yeterli olmadığından, liman havzasını denize bağlamak için bir kanala ihtiyaç duyulmuştur.