Teknik “adamlık” zor iştir.
Türkiye’de teknik direktör olmanın farklı güçlükleri vardır; Fenerbahçe’de bunu yapmak neredeyse mesleklerin en meşakkatlisi, imkansızı sırat köprüsünü geçmek gibidir!
Çünkü Fenerbahçe’nin her bireyi aynı zamanda kendi ölçeğinde bir teknik direktörü olduğu için takımın esas patronu hangi oyuncu ile maça başlarsa başlasın mutlaka hatalı bir tercih yaptığının tartışma konusudur!
Hatta bu meseleyi öyle yere götürenler vardır ki “10’da 10 da 100’de 100 de yapsa bu iş olmaz!” diyecek akıl oyunları fışkırıverir.
Şu an cümlelerini okumakta olduğunuz yazının yazarı da bir teknik direktör değil midir aynı zamanda?
Kuşkusuz!
Evet... İtiraf zamanı...
Bir önce gün İsmail Hoca basın toplantısında “rotasyon yapacağının” sinyallerini verdiği sırada ben de rakip ile ilgili analizlere çalışıyordum.
İsmini doğru yazabilmek için tekrar tekrar baktığım Nordsjaelland Danimarka futbolunun tipik ekollerinden biri aslında.
Danimarka, Avrupa’nın kendine has tipik, karakteristik özellikleri olan futbol ekollerinden biri olarak kendisini gösteriyor. Kulüpler düzeyinde göze çarpan başarıları olmasa da Milli Takımlar seviyesinde istikrarlı bir turnuva takımı.
Avrupa’nın beş büyük liginde oynayan futbolcuları var ki Fenerbahçe’nin bugünkü rakibi bu anlamda bir futbolcu fabrikası sayılabilir.
Nordsjealland, Kopenhag gibi pas oyunu oynayan bir takım. Kendi ligindeki ortalama isabetli pas sayısının 500 seviyelerinde olduğunun hemen altını çizelim. Aynı zamanda da fiziksel bakımdan da çok güçlü bir yapısı var.
Fenerbahçe karşısında da isabetli pas sayılarında 510’a karşı 415 üstünlüğü vardı.
Yani ismi az duyulmuş olsa da ne yaptığını bilen bir takım özelliğine sahip olduğunu hemen söyleyebiliriz ki bunu dünkü karşılaşmada da gözlemedik.
Maçın skoru 3-1 olmasına karşın Danimarka temsilcisinin hücum alanına nasıl geçiş yaptığını asla unutmamak gerekiyor.
İkinci yarının hemen başında bunu çok net olarak da tekrar tekrar ortaya koydular.
Buraya kadarki özeti neden yaptığımı hissettiriyorum umarım.
Fenerbahçe yeni kurulmuş bir takım olmasına karşın 10’da 10 ile buralara gelmiş ve bunu gerçekleştirirken de bir kadro omurgası ortaya çıkmıştı.
Bu kadronun çok iyi oynadığı da iddia edilemezdi.
Özellikle Süper Lig’de rakipleri olan Gaziantep FK, Samsunspor, Ankaragücü ve Antalyaspor karşılaşmalarını kazanmasına rağmen takımın neredeyse her mevkisi eleştiriliyor ve bir eksik vurgusu yapılıyordu.
Bunun zirveye tırmanan son noktası da “6” numara sorunuydu.
Şimdi böyle bir ortamda İsmail Kartal’ın 3 gün önceki maçtan 7 oyuncuyu rotasyon ile değiştirmesi ne anlama geliyordu?
Önce itiraf edeyim; bu soruya maçtan önce “büyük risk alıyor” şeklinde cevap verdim, yakın bir arkadaşımla yapığım telefon görüşmesinde.
Hele Galatasaray-Kopenhag maçından sonra bu düşünce zihnimin içinde iyice yerleşmeye başlamıştı ve neredeyse kafamda benzer bir maç şablonunu oynadım da diyebilirim.
Peki maç oynandıktan sonra bu rotasyonun neye karşılık geldiğinin cevabını merak ediyor musunuz?
Bunu biraz yoğun duygu veya coşkuyla söylüyor olabilirim ama yine de yazmak istiyorum; “Premier Lig teknik direktörü karakteri!”
Neden?
Fenerbahçe ile aynı zaman diliminde Avrupa Ligi’nde bir Premier Lig devi olan Liverpool Avusturya deplasmanında Lask takımı ile mücadele ediyor ve Cumartesi günü sahaya çıkan 11 oyuncudan 10’unu değiştirerek bir takım kurmuştu Jurgen Klopp.
Benzer hamleleri Guardiola’nın da yaptığını artık çok yakından biliyoruz; üstelik o çok daha ileri gidiyor, Premier Lig’de de bolca rotasyon yapıyor.
Galatasaray bir önceki gün sahaya tek rotasyon yaparak çıktı!
Rotasyon yapmak bir teknik direktör için kolay bir hareket değildir. Olumlu veya olumsuz sonuçları vardır. Dengeyi zedelediğiniz an takımın tüm taşları yerinden oynar.
Peki dün sahaya çıkan Fenerbahçe 11’i gerçekten bir rotasyon muydu?
Osayi, Serdar Aziz, Oostervolde, Crespo, Mert Hakan, King, Batshuayi.
7 oyuncu geçen sene bir arada oynayan takımın iskeleti değil miydi?
Bu bakış açısı eğer İsmail Kartal’ın da zihnin kıvrımlarından geçerek son hamlesini yapmışsa, bu farkındalığa da aynı zamanda şapka çıkarırım.
Evet, dün sahaya çıkan takım, Antalyaspor karşısındakinden çok daha etkili futbol oynamasının en temel ve bariz farkı buydu işte.
Birbirini tanıyan, daha önce birlikte bir koca sezon top oynamış, antrenman yapmış 7 oyuncunun içine yerleştirilen 4 nokta atışı aynı zamanda işte bir teknik direktörlük dokunuşuydu.
Şimdi soruyu şöyle de düşünebiliriz; İsmail Kartal 7 mi yoksa 4 oyuncu rotasyonu mu yaptı?
Artık bardağın içindeki su nasıl görünüyorsa!
Geçen sezon sonunda da ifade ettiğim gibi Fenerbahçe’nin o kadrosu kötü futbolculardan oluşmuyordu. Sadece iyi yönetilmemiş, taşları yerinden oynamış ve sistemin çarklarının arasında en kritik yerde dağılmıştı.
Dün Nordsjaelland karşısında etkili ve mücadeleye dayalı futbol oynayarak kısa sürede maçı kazanan Fenerbahçe’nin teknik direktörü için bu övgü dolu metni yazmak bir yerde görev olmuştur.
Bu atasözünü hep kullanıyorum; nasıl bir kırlangıçla bahar gelmiyorsa elbette bu bir son değil daha başlangıç.
Ama güzel devam eden çok da anlamlı bir serinin de aynı zamanda bir parçası.
Yine bir başka gerçeğin altını çizelim; mutlaka katkıları da var ancak özellikle Türkiye çerçevesinde teknik direktörlük takım içinde en doğru ve kazanan oyunu oynayan kadroyu kurmaktır.
Kadro bu oyunu yerleştirdikçe bunu dışarıdan izleyen diğer oyuncu grubu için de referans halini alır ve buralarda oyuncu değişiklikleri artık rotasyon olarak anlaşılmaz, çünkü her oyuncu yerine girdiğinin hangi rolünü oynayacağını çok iyi öğrenmiştir.
Fenerbahçe’nin bu maçta kenarda yedek soyunan esas karakterleri de bu kazanan oynunu izlediler ve kendilerine göre bir fikir sahibi oldular.
Tadic ve Dzeko kalibrasyonundaki oyuncular kenarda birlikte maçı izlerken kuşkusuz geçmiş bazı dönemlerde gözlemlediğimiz gibi geyik muhabbeti yapmıyor, oyunu kendi aralarında tartışıyorlardı.
Son zamanlarda üzerlerinde küçük bir kıyamet kopartılan potansiyel 6 numara oyuncularının gösterdikleri hayatta kalma mücadelesini de ilgiyle takip etmeyi sürdürüyoruz.
Dün bu mevkide görev alan Crespo’nun nasıl katkı verdiğini bir kere daha izleme şansımız oldu.
Attığı golle hem üzerindeki baskıyı bir nebze olsun dağıttı hem de Fenerbahçe’yi rahatlattı.
En iyi antrenman maçtır!
Bu karşılaşma tribünler için de bir bakıma terapi gibi oldu.
Fenerbahçe taraftarının saha içinde dışında özgüveni artmış; takımını kıyasıya eleştirme misyonundan uzaklaşarak destekleme ve sonunda da takımının kazanmasından keyif almaya başlaması bu camianın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir ve bu yazı da bir bakıma bu gaye ile kaleme alınmıştır.
Bırakın şimdi birkaç gün keyfini sürün. Eleştirecek günler önümüzdeki kışın gelişi gibi yakındadır zaten.
Çok iyi bir Avrupa maçı oynadı Fenerbahçe!