Çok para çok kupa kazandırır mı?

Futbol sadece sahada oynanan bir oyun değil; hiç bir zaman olmadı. Futbol, taraftar kültürü, sosyal hayat, turizm ve yaşam tarzıyla iç içe bir ekosistem... Kendine has bir ruhu var. Ve Yeşilçam’ın ustalarının dediği gibi, “Futbolu satın alabilirsiniz ama ruhunu asla...”

Futbolun sadece bir spor dalı olmaktan çıkıp, devasa bir endüstriye dönüşmüş olması artık yeni bir haber değil. Kulüpler, oyuncular ve ligler, milyarlarca dolarlık değerlerle anılırken, futbolun ekonomisi de giderek daha karmaşık bir hal aldı, hatta kulüplerin başarısını doğrudan etkileyen en önemli faktör olduğunu savunanlar da var. 
Ben onlardan biri değilim. Evet, bu yüzyılın gerçeği olarak sermaye, insanoğlunun toplum sözleşmesini yarattığı dönemden bu yana sahip olduğu çoğu manevi ve kültürel değerin önüne geçti. Dünyanın yönetim şekli kapitalizmin etkisi altında. Pek tabi futbol da bunun bir yansıması. Ancak, yüksek harcamalar her zaman doğrudan sportif başarıyı getiriyor mu? 
Nasıl ki bir dönem Avrupa futbolu, Rus oligarkların cazibe merkezi haline gelmişse, son yıllarda futbolun en önemli finansal dönüşümlerinden biri Arap sermayesinin bu spora yatırım yapmasıyla yaşanıyor. Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, devlet destekli fonlar aracılığıyla futbol kulüplerini satın alarak büyük yatırımlar yapıyorlar. Tabi bu yatırımlar sadece kulüp satın almayla geçerli değil; büyütülmeye çalışılan Suudi Arabistan Ligi, bol sıfırlı transfer sözleşmeleri, yayın hakları gibi futbol ekonomisine doğrudan etki eden her satırda bu sermaye etkisini görüyoruz. Peki, zengin sahipleriyle bu kulüpler aynı oranda sportif başarı elde ediyor mu? Parayla saadet oluyor mu, kupalar geliyor mu?

Arap sermayesi

Paris Saint-Germain (PSG), 2011 yılından beri Katar Spor Yatırımları tarafından yönetiliyor. Ekonomik anlamda hiç bir sıkıntı yaşamayan kulüp, aynı zamanda son on yılın en pahalı transferlerini de yaptı. Ve fakat, her ne kadar Fransa Ligi’nde büyük bir dominasyon kurup ligin tek hakimi olmuş da olsalar, konu Şampiyonlar Ligi olunca güdük kaldılar. Katar yönetiminde kulüp, sadece iki yarı final ve bir final oynayabildi, hiç biri kupayla sonlanmadı. 
Bir başka parasever kulüp Manchester City bu işlere daha erken, 2008 yılında girdi ve kendini Abu Dabi Birleşik Grup’un ellerine bıraktı. Lakin orada da hikaye biraz farklı seyretti. Uzun vadeli yatırım ve planlamaya önem veren, bu doğrultuda sadece “havalı” olsun diye sükseli transfer yapmaktansa, bir oyun sistemi ve kulüp kültürü de oluşturmaya çalışan yeni yönetim, 17 yılda sekiz lig kupası ve bir Şampiyonlar Ligi kupası evine götürdü. 
Yakın zamanda, 2021 yılında bir başka Premier Lig ekibi Newcastle United de Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu tarafından satın alındı ve kulüp, 70 yıl sonra ilk kupasını geçtiğimiz günlerde kazandı. Hemen heyecanlanmayın, sadece bir Carabao Kupası. 
Bu yatırımlar kulüp satın almakla da sınırlı değil. Son on yıldır en pahalı transferlere bu grupların imza atıyor olması, en yüksek maaşları ve menajerlik ücretlerini ödüyor olmaları, finansal dengeleri iyice bozdu. Bu sebeple bizde de sözümona harcama limitleri olmasına rağmen, olmayacak oyunculara yüksek rakamlar veriliyor. Daha da kötüsü; bizimkiler, bu bütçelere rağmen Avrupa futbolunda yol kat edemeyip en fazla Süper Lig şampiyonluğu kovalıyor, bravo.
Her ne kadar UEFA özellikle harcama rakamlarını sıkı denetliyor da olsa, her yolu bulmaya mahir insanoğlu, onu da yüksek sponsorluk anlaşmalarıyla esnetebilecek açıkları keşfetti. Sonuçta futbol önceden yerel zenginler veya taraftar dernekleri tarafından yönetilirken, oyunu bilmeyen Arap yatırımcılarının girişiyle şirketleşme hızlandı ve artık futbol tamamen bir iş modeli haline geldi.

Bayram değil seyran değil...

Bu birlikteliklere tek taraflı bakmamak lazım. Elbet yatırım alan taraf olarak, kazanan kulüpler gibi gözükse de, bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü diyecek olursak; yabancı sermayelerin futbola girişi, ekonomik, politik ve kültürel birçok faktörün birleşimiyle açıklanabilir. 
Yani devreye 1980’lerin sonlarında Amerikalı siyaset bilimci Joseph Nye Jr. tarafından icat edilen “soft power” - yumuşak güç tabiri giriyor. Yumuşak güç, bir ülkenin uluslararası arenadaki çeşitli aktörlerin tercihlerini ve davranışlarını zorlama yerine, cazibe veya ikna yoluyla etkileme yeteneğidir. Tam da buna örnek olarak Körfez ülkeleri de futbola yatırım yaparak küresel imajlarını güçlendirip uluslararası alanda daha fazla söz sahibi olmaya çalışıyorlar. 
Bir yandan son Dünya Kupası’na ev sahipliği yapan Katar, yine 2034 Dünya Kupası’na ev sahibi olacağı belli olan Suudi Arabistan, dünya futbolunda söz sahibi olmaya çalışırken, diğer yandan Cristiano Ronaldo, Neymar ve Benzema gibi yıldız oyuncuları ve şöhretli teknik adamları Suudi Arabistan Ligi’ne transfer ederek futbol aracılığıyla küresel etkilerini artırmaya çalışıyor.

Çin’in daha havalısı

Yaratılmaya çalışılan bu “Yıldızlar Ligi” modeli tutar mı? Bence hayır. Zamanında Çin’in de denediği sistemin daha havalısı olmaktan öteye geçeceğine inanmıyorum. Düşük rekabet ve kalitenin olduğu, yerel yeteneklerin gelişmediği S.Arabistan Ligi’nde, büyük paralar harcandığı sürece bazı yıldız oyuncular için cazip olup, yatırımlar azaldığında ortada kimse kalmayacaktır. 
Futbolda başarı bir noktaya kadar sermayeye dayalı ama sonrasında futbol ekosistemini geliştirmeye bağlı. Tıpkı Real Madrid’in yaptığı gibi. Evet milenyumda Los Galacticos’u da kuran onlar, altyapı yatırımları ve yıllara dayalı kulüp kültürünü, kendi efsanelerini yaratan da...
Peki petrol, doğalgaz gibi zengin ekonomilere sahip bu ülkeler neden kendilerine yeni oyuncak olarak futbolu seçti? Öncelikle futbol, dünya çapında en popüler sporlardan biri ve bu sporla büyük kitlelere ulaşmak mümkün. Yatırımcı ülkeler futbolun küresel gücünü kullanarak hem kendi ülkelerinin turizmini teşvik ediyor, hem de global arenada statü sahibi oluyor. Yani bu yatırımlarla pek tabi ekonomik bir iş modeli oluşturulurken, en az onun kadar önemli siyasi, turistik ve kültürel stratejileri de içeriyor. Misal, instagramda 651 milyon takipçisi olan C. Ronaldo, Suudi Arabistan’a gittiğinde ülke tanıtımıyla ilgili yaptığı her paylaşım için milyon dolarlar kazandı.

Münih mi, Riyad mı?

Ancak futbolun bir “yaşam tarzı” olduğu gerçeği göz ardı ediliyor. Madrid, Londra, Paris gibi şehirler sadece futbol takımlarıyla değil, aynı zamanda sanat, eğlence, gece hayatı, özgürlükler ve turizmle de cazip yerler... Aileler ve turistler için bir futbol tatili planlarken Münih’e gitmekle Riyad’a gitmek arasında büyük fark var. Futbolseverlerin şehir kültürüyle bağ kurması önemli ancak Suudi Arabistan bunu sunamıyor.
Sadece yepyeni stadyumlarının boş olması değil konu, bir futbol turisti için yıldız futbolcu izlemek kadar Anfield’de “You’ll Never Walk Alone” dinlemek, Signal Iduna Park’ta sarı duvarı görmek de önemli. Taraftar atmosferi oluşmayan kulüplerin ve liglerin cazibe merkezi olması neredeyse imkansız.
Futbol sadece sahada oynanan bir oyun değil; hiç bir zaman olmadı. Tarih boyunca herkesin maşası olan bu oyunla, nice diktatörler ellerindeki kanı yeşil sahalarda temizlerken, nice devrim de yine yeşil sahalarda filizlendi. Futbol, taraftar kültürü, sosyal hayat, turizm ve yaşam tarzıyla iç içe bir ekosistem. Kendine has bir ruhu var. Ve Yeşilçam’ın ustalarının dediği gibi, “Futbolu satın alabilirsiniz ama ruhunu asla...”

Haberin Devamı