Ligue 1 şampiyonluğunu garantileyen, Fransa Süper Kupası’nı kazanan, Fransa Kupası’nda finale çıkıp, Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale ilerleyen PSG, artık bir “takım gibi takım.” Şımarık yıldızlar kulübünden, genç ama olgun oyuncular kulübüne dönüş projesi. Luis Enrique’nin PSG’si, belki de bu yeni çağın öncüsü.
Bir futbolsever, tuttuğu takım dışında, farklı ülkelerde, farklı liglerdeki bazı takımları da destekler, ya da bir adım ileri götürelim, sever. İnsan dilini bilmediği, yaşamadığı bir yerdeki, bir futbol kulübünü niye sever? Bunun net bir cevabı olmadığı kesin.
Bilim insanları halen beğenilerimizin altında yatan psikolojik ve motivasyonel unsurları bulmaya uğraşıyor. Ama soruyu tersten soralım, bir futbolsever bazen ülkesindeki rakibi dışında farklı ülkelerde, farklı liglerdeki bazı takımları da “sevmez” hatta bir adım ileri götürelim, antipatik bulur, kaybetmesinden keyif alır?
O zaman neyi sevmediğini tarif edebilirsek, belki futbolseverlerin neden bazı kulüpleri sevdiğini de anlayabiliriz. Bunun için de en iyi örnek, Paris Saint Germain (PSG) Kulübü diye düşünüyorum. Geride kalan hafta içinde oynanan Şampiyonlar Ligi maçlarında Prens William’ın takımı Aston Villa karşısında geri düşüp 3-1 kazanan PSG, Fransa Ligi’nin bitimine altı hafta kala şampiyonluğunu da ilan etti.
Fransa Şampiyonu olmak PSG için yeni bir haber değil. Ancak Şampiyonlar Ligi’nde herkesin favorisi olan takım olmak, 2011’den beri Katar sermayesi altında yönetilen Fransız ekibi için yeni bir şey. Yıllardır pek sevilmeyen, ailenin zengin, şımarık çocuğu gözüyle bakılan PSG modern futbolun en dikkat çekici dönüşüm öykülerinden biri olmaya aday. Süper yıldızlardan arınan, kolektif futbola sarılan bir devin, sempatik bir takıma dönüşme serüveni...
Parayla başarı aradı
2011 yılında Katarlı sermaye tarafından satın alındığında PSG, yalnızca Fransa’nın değil, dünyanın da en dikkat çeken kulüplerinden biri haline geldi. Messi, Neymar, Mbappe gibi yıldızlar dev transfer ücretleriyle kadroya katıldığında, takım artık “yıldızlar karması” olarak anılıyor, futbol dünyasında “parayla başarı arayan kulüp” algısıyla özdeşleştiriliyordu.
Ne var ki, bu ihtişamlı kadrolarla Şampiyonlar Ligi kazanılamadı. Üstelik takım kimyasının çoğu kez bozulduğu, teknik direktörlerin yıldızlarla baş etmekte zorlandığı dönemler yaşandı. Zenginliğin gölgesinde futbol gerçekliğini arayan bir kulüp olarak PSG, ne kadar “karizmatik” olursa olsun, futbolseverlerce zenginliğe bir refleks olarak sahici bir sevgi kazanamadı, hatta çoğu kez antipatik bile bulundu.
Enrique ile değişti
2023 yazında teknik direktörlük koltuğuna oturan Luis Enrique, radikal bir değişimin mimarı oldu. Bir teknik direktör transfer ettiğinizde sadece ismini değil, sistemini, vizyonunu, hayallerini de transfer ediyorsunuz. Luis Enrique de gelirken heybesinden kolektif oyunu çıkardı. Barcelona’dan da bildiğimizi oyuncuların bireysel yeteneklerinden çok takım becerilerine, pas oyununa, alan paylaşımına ve taktik disipline odaklanan bu anlayışı PSG’ye adapte etmesi, bazı yüklerden kurtulması gerekiyordu. Takımın patronlarını yıldızların ayrılığına nasıl ikna etti, merak konusu, ama herkes Mbappe gitti şimdi ne yapacaklar derken, Enrique sakince “Bekleyin” diyordu.
Yıldızlar gider...
Şimdi devam etmeden önce burada Enrique’nin neden yıldızlardan kurtulmak istediğini anlayalım. Messi, Neymar, Mbappe üçlüsünün birlikte oynadığı son sezonda Reims beraberliği sonrası kaptan Yunis Abdelhamid’in söyledikleri, PSG’nin sorununun özeti gibiydi:
“Defanstan topla çıkmakta hiç zorlanmadık çünkü PSG’nin ileri üçlüsü hiç savunma yapmıyor.”
10 oyuncunun sadece 7’si geriye koşarsa nasıl bir takım oyunu oynayabilirsiniz ki? O dönemki Teknik Direktör Galtier de bu sorunu çözemedi ve koltuğu Enrique’ye devretti. İşte dönüşüm de o noktada başladı.
Her ne kadar yıldızların gidişi kulübü zayıflatacak diye endişe edenler olsa da, Fransız basınında Enrique’nin, onlar olmadan bir takım hayal ederek geldiğinin emareleri okunuyordu. Ego ve kibirden uzak bir soyunma odası, taktiksel disipline uyan futbolcular, sistemin ön planda olduğu bir takım... İşte bugün konuştuğumuz PSG bizzat Luis Enrique’nin yoğurup şekil verdiği bir takım. Önceden sadece oyuncular ve para konuşulurken, bugün takım ve oynadığı oyun konuşuluyor.
Yıldızlardan kurtulup kendi yıldızlarını yaratan yeni PSG’nin, Aston Villa karşısında sahaya çıkan 11’inin yaş ortalaması 24’tü. Enrique’nin PSG’sinde kimse kimseyi taşımıyor, oyuncular takımı taşıyor. Öndeki üçlüde oynayan oyuncuları (Dembele, Barcola, Gonçalo Ramos, Desire Doue) bu sezon 10 golün üzerinde attı. Bunu yaparken de topu şişir, indir, vur gibi bizim ligden alışık olduğumuz sonuca gitme yöntemleriyle değil, bir takım oyunuyla yaptılar.
Günümüzde 4’lü savunma oynayan çoğu takım tek bekini hücuma gönderip diğer bekini stoperlerin yanına çekip maç içindeki sekanslarda üçlü kurguya dönüyor. Luis Enrique ise iki beki birden hücuma çıkaran bir oyun oynatıyor. Bunu yaparken top kaybında iki bekin de geri geleceğinden ve orta saha üçlüsünün her topu toplayacağından emin. Bu sezon maç başı ortalama %68 topa sahip olup, 653 pas yapan bir takımın bu riskli oyunu nasıl iyi oynadığının bir ispatı.
İyi futbol yakalar
Bunu diyeceğimi hiç düşünmezdim ama bu sezon Şampiyonlar Ligi’ni en çok hak eden futbolu PSG oynuyor. Kimsenin sevmediği kulüp, genç oyuncularıyla birlikte sempatik bir takım oldu. Kulüp futboluna dair hedefi kalmamış futbolculardan sonra o soğuk takım şimdi birbiriyle uyumlu, atletizmi ve teknik kapasitesi yüksek, kontrol edilmesi zor ama daha da önemlisi istekli bir takım haline geldi.
Günün sonunda iyi futbol, futbol izleyicisini yakalar. Barcelona 2009 döneminde çok taraftar kazanmıştı, bu sezon Liverpool’un oynadığı iyi oyun İngiltere dışından futbolseverlerin de sempatisini kazandırıyor. Futbol biraz da insanların ne kadar eğlendiği ya da başka bir deyişle ne kadar şaşırdığı, bir maçı izlerken heyecandan kaç kere yerinden kalktığı ile ilgili. Belki bana katılmaz, “Hayır, futbol kazanmakla ilgili” de diyebilirsiniz. Doğru, ama günün sonunda futbol nasıl kazandığınızla ilgili. Ve Enrique’nin PSG’sini bugün herkesin beğenip sempatik bulmasının sebebi işte o “nasıl”da gizli.
Ligue 1 şampiyonluğunu garantileyen, Fransa Süper Kupası’nı kazanan, Fransa Kupası’nda finale çıkıp, Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale ilerleyen PSG artık bir “takım gibi takım.” Savunmada disiplinli, hücumda yaratıcı, geçişlerde hızlı ve her şeyden önce sistematik. Şımarık yıldızlar kulübünden, genç ama olgun oyuncular kulübüne dönüş projesi. Katar sermayesinin kulübe girdiğinden bu yana Şampiyonlar Ligi kupasına en yakın dönemindeler. Ve dahası, kupayı kazanmaları dileyen binlerce insan var.
Payımıza ne düşer?
PSG’nin bu değişimi, futbolun geleceği hakkında da ipuçları veriyor. Paranın tek başına yetmediği, yıldızların karizmasıyla değil, kolektif emeğin gücüyle başarı kazanıldığı bir dönem. Luis Enrique’nin PSG’si, belki de bu yeni çağın öncüsü. Paris, artık sadece ışıklar şehri değil; futbolun da “ışığını” yeniden keşfeden bir şehir. Sempati kazanan, heyecan veren, gerçekten sevilen bir PSG var artık sahada. Ve bu hikayenin sonu, bu kez Şampiyonlar Ligi kupasıyla bitebilir.
İnsan ister istemez pili biten yıldız oyuncuları transfer etmekte mahir olan ülkemizde, bu hikayeden bizim payımıza ne düşer diye merak ediyor?
13 lig ‘Ligue 1’, 13 Fransa Süper Kupası, 15 Fransa Kupası’nı müzesine götüren Paris Saint Germain, uluslararası alanda boynu bükük kaldı. Fransız ekibi sadece 1995-96’de UEFA Kupa Galipleri Kupası’nı kazandı.