“Çocuğun kaygılarını yönetmesini öğretmeliyiz”

Psikiyatrist İbrahim Bilgen’e “Kaygı bir hastalık mıdır, kaygısız yaşamak mümkün mü?“ diye sorduk

Kaygı, çağımızın sorunu desek yanlış olmaz sanırım. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada kaygıyla başlayan psikolojik rahatsızlıkların sayısı her geçen gün artıyor. Bu alanda başarılı çalışmalarıyla adından sıkça söz ettiren Psikiyatrist Dr. İbrahim Bilgen’le kaygının ne zaman bir sorun olarak karşımıza çıktığını konuştuk.

- Günümüzde kaygılı olmak neden bu kadar arttı?

Andan ne kadar koparsanız, farkındalıklarınız o kadar azalır, tamamen zihninizin ocağına düşersiniz ve kaygınız artar. Zihnin her söylediğine inanmayıp, doğru mu yanlış mı değerlendirebilmek için farkındalık gerekli. Anda kalmak hiçbir şeyi umursamamak değil, bir şeyi farkındalıklı yapabilmek demektir. Eskiden kötü duyguları yok etmeye çalışırdık ama yeni terapi yöntemleriyle, duyguları yönetebilmek için farkındalık kazandırmaya çalışıyoruz.

Haberin Devamı

“Çocuğun kaygılarını yönetmesini öğretmeliyiz”

- Kaygıyı ne zaman bir sorun olarak görmeye başlamalıyız?

Kaygı tüm dünyada bir bozukluk gibi algılanıyor ama bir hastalık değildir. Kaygıyı bir alarm gibi görmeliyiz. Tüm duyguların olduğu gibi kaygının da bir amacı var. Ancak kişinin işini, aile ve toplumsal ilişkilerini bozmaya başlıyorsa, bir problem haline gelmekte. Çözüm olarak ise kaygıyı yok etmek ya da bastırmaktan değil yönetmekten bahsetmeliyiz.

- O halde kaygısız olmak mümkün değil?

Değil. Kaygıyla barışın diyoruz ama kaygıyı bir düşman değil dost olarak görmeliyiz. Yok etmeye çalışırsak kaybederiz. Her tür duygu, kişinin hayatında bir engel yaratmaya başlıyorsa halledilmesi gereken bir durumdur.

- Kaygılı çocuğu nasıl anlarız?

Çocuklarda da yetişkinlerde olduğu gibi, okulu, arkadaşlarıyla ilişkileri ve sosyal hayatını engelliyor ise kaygı bir problem haline gelir. Okul fobisi ya da anneden ayrılma korkusu gibi. Bu durumlar çocuklar için sorun teşkil etmiyor, anne babalar için sorun olduğunda geliyorlar. Çocuk bize çok internet oynuyorum, arkadaşlık kuramıyorum, kafamı derslere veremiyorum diye gelmiyor, onları getiren anne babalar. Çünkü kaygılı düşünceler ailede başlıyor.

Haberin Devamı

- Kaygı genetik bir şey mi?

Hem evet hem hayır. Kaygı duyarlılığı diye bir şey var. Aşırı kaygıya duyarlı çocuklar var. Çoğu kaygı bozukluğunun kesin bir geni bulunmuş değil ancak araştırmalar sürüyor. Ama biyolojik bir yatkınlık var. Psikoloji davranış yatkınlığından bahsediyor. Anne babanın kaygılı olması nedeniyle, çocuklar bu davranışları özümsüyor. O nedenle kaygı bozukluğu terapilerinde sadece çocuğu tedaviye alamazsınız, anne babayı da terapi sistemine almak zorundayız. Annesi her ağladığında çocuğa bir şey veriyor ise çocuğun dilini kullanmasına gerek yok, ağlamayı öğrenir. Çocuğun kaygısız olmasını istemek değil, kaygılarını yönetebilmesini öğretmeliyiz. Ama bunun için önce anne baba olarak biz kaygılarımızı yönetmeyi öğrenmeliyiz. Sadece çocuğun kaygılarını yönetmesini istersek, en iyi terapistiniz çocuğunuz olur. Çünkü çocuğa iyi bakınca, bizler de kaygılı olmamayı yavaş yavaş öğreniriz.

“Çocuğun kaygılarını yönetmesini öğretmeliyiz”

“Dünya genelinde kadınlarda daha yüksek”

Haberin Devamı

- Anneler mi daha kaygılı yoksa babalar mı?

Kişiden kişiye değişiyor. O kişinin anne babası ile alakalı. Benim babam daha kaygılıydı mesela. Ama dünya genelinde, kadınlarda kaygı düzeyi daha yüksek.

- Hangi ülkeler daha kaygılı?

Ekvatora ne kadar yaklaşırsanız o kadar rahat, kuzeye ne kadar çıkarsanız o kadar kaygılı olursunuz. Çok genellemek doğru olmasa da, coğrafya ve iklimle alakalı.