Bebek hayatımıza girince ilişkiler yeniden tanımlanıyor. Nam-ı diğer “Süper Dadı” Gözde Erdoğan ile son kitabı ‘Çocuklu Hayat’ vesilesiyle, çocuktan sonra değişen hayatı konuştuk.
- Çocuklu hayata hazır olmak diye bir şey mümkün mü?
Ebeveyn olmak, kendi ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişkiye yaslanıyor. Nesiller arası aktarım diye bir şey var. Hamilelikle birlikte sadece bedensel değil, zihinsel ve ruhsal dönüşüm de başlıyor. Bebek anne karnında kendine alan açarken, annenin de zihninde, kalbinde ve sonra da hayatında yer açması gerekiyor. 9 aylık hamilelik sürecini, çocuklu hayata hazırlanma olarak değerlendirmemizde fayda var. Bu süreçte bilmek, öğrenmek, okumak tabii ki önemli ama içgüdülerin sesini dinlemek ve o bilgiyi yorumlamak da önemli. Özellikle 0-1 yaş döneminde duyguları ve içgüdüleri yok saymamalı ve önceliğe koymalı ki bebekle bağı kurabilesin. Çocuklu hayata geçince bazen kendimizi unutup çocuğa odaklanıyoruz, bazen de bebek bana uyumlanacak diyoruz. İkisi de olmak zorunda değil. 0-1 yaşta oldukça zorlanmalar oluyor ancak bunu önden bilip, sonrasındaki getirileri planlamak ve hayatı yeniden kurgulamak gerek. Hayatımız bir yapboz, çocuk dünyaya gelince o yapboz tamamen bozuluyor ve biz çocukla o yapbozu tekrar yapıyoruz.
- Çocuklu hayata geçince, ilk 3 yıl boşanma çok yaygın.
Bu tabii ki eşlerin birlikte geçireceği bir süreç. Ama babalar genelde kademe kademe, anne yer açtığı sürece çocuklu hayatın içine giriyor. İçinde yaşadığımız toplumsal kültür de bunu zorlaştırıyor. Çocuklu hayata geçince ilk 3 yıl boşanmalar çok yaygın. Çünkü o güne kadar eşe olan yatırım, çocuğa kayıyor. Hayatı kurgularken ekip olarak kurgulamalıyız. Ekip olmak eksikliğimizi tamamlayabilmek. Bunu birbirimize silah olarak değil, birlikte bir şey üretmek ve yolculuğa çıkmak olarak planlamalıyız. Evliliklerde kendimizi tanımadan, başkasını tanımaya çalışıyoruz. Aynı şey ebeveynlikte de geçerli.
- Çocuklu hayatta zorlanmalar ilk nerede başlıyor?
İki kişilik hayatlar bir topluma açılınca, sorunlar başlıyor. Ekip olup olamayacağımız bu noktada ortaya çıkıyor. Anneanne/babaanneler yardım etmek amacıyla devreye girince, bir anda hayatı istila ediyorlar çünkü onlar da kontrolcü. Kendi anne/babasının yanında kimse anne/babalık yapamaz. Bu sürecin yönetilmesi gerekiyor. Sınırlar, koşullar, süreler, kurallar anlaşılıp, netleşmeli. Evin içinde kimin, hangi görevlerden sorumlu olduğuna dair, bir haftalık çizelge yapılabilir. Tiyatro gösterisi gibi, kim, hangi sahnede oyuna girecek belirlensin. Mesela anneannenin geliş-gidiş saatleri, alışverişten kimin sorumlu olduğu gibi. Lohusa evresinde olan annenin, maksimumda çocuğuna vakit ayırabilmesi ve dinlenebilmesi çok değerli. Fiziken ve zihnen yoran işler, yardım eden kişilere yönlendirilmeli.
‘Çocuğuyla ego savaşına giren baştan kaybeder’
- Ergenlik dönemi için neler önerirsiniz ailelere?
Ergenlik bir kimlik savaşıdır. İlk denemesi de 2 yaş döneminde gerçekleşir. Çocuk için hayır demek, hayata karşı bir duruş biçimi. Bu savaşı, şahsi almamak lazım. Özgürlük alanını bir tık ilerletmek, arkadaşlarıyla kurduğu ilişkiye müdahale etmemek, kapıları çarpıp odasına kapandığında bunu anlayışla karşılamak, hazır olduğunda anlatmasını beklemek gerekiyor. Ebeveynler ilişkiyi sürekli istila etmemeli. Ergen çocuğumla ego savaşına girersem baştan kaybederim. Sonra güvenli ilişki de kuramam.
- Ama bunu yapan ebeveynler de dertli. Çocuklardan saygı görmediklerini söylüyorlar.
Çocuğun yıkıcılığına karşı da tepkisiz kalmalıyız. Bu kurban rolü ya da çocuğu tepemize çıkarmak değil. Olumsuz davranışları yok saymak, pekişmesini de önler.
Mahremiyet bebek doğduğu anda başlar!
Çocuğumuzu önce “Neden öptürmüyorsun, yabani misin sen” diyerek etiketliyoruz. İyiyi ve kötüyü ayırt eden duygularını değersizleştirip, yok sayıyoruz. Daha sonra “Bak bu sana zarar verebilir, hayır demelisin” diyoruz. Bebek doğduğu andan itibaren rahatsız olduğu bir kucakta durmamak için ağlıyor. Ebeveynler önce evin içinde bu mahremiyeti oluşturmalı. Zorla emzirmek, zorla yıkamak, tuvalet eğitimi hepsi mahremiyet içinde.