Bir türlü önlenemeyen kadın cinayetleri, konunun adli olay olmaktan çıkıp toplumsal bir olay olmaya başladığını bize göstermektedir.
Neredeyse günde 1 kadının öldürülmesi haberini duyan toplum, sık ve sürekli duyarak, sistematik olarak duyarsızlaşmaktadır.
Daha fazla dikkat çekmek için, istatistikten başka elinden bir şey gelmeyen dernekler ise, sadece sayılar ile haber niteliği olarak gündeme gelmektedirler.
Diğer yandan istatistik oran arttıkça önemsemenin de artışı, az gelişmiş toplumların niteliksel değer=niceliksel değer, denklemini göstermektedir.
Bazı veriler :
2010-2017 YILI
Öldürülen kadınların yüzde 62' sinin faili; kocası erkek arkadaşı ya da eski erkek arkadaşı ya da eski kocasıdır.
2017 yılında 15-18 yas ve 19-28 yas arası ölümlerin daha fazla olduğu tespit edilmiştir.
2017 yılında aralık ayında en yüksek kadın cinayetleri islenmiştir.
2017 de erkekler tarafından 409 kadın öldürülmüştür.
2016 yılı
Bu tabloda ve diğer yılların tablolarında göze çarpan şey, cinayetlerinin çoğunun büyükşehirlerde yaşanmasıdır. Lakin elimizde bu durumun nedenleri ile ilgili kapsamlı bir çalışma olmayıp, ölenlerin veya cinayetleri işleyenlerin sosyo ekonomik veya kültürel yapıları hakkında analiz yapabilinecek her hangi bir bilgi bulunmamaktadır.
Prof. Tülin İçli’yaptığı çalışmada kadının çaresizliğinin şiddete boyun eğmesini uzattığını, evden ayrılması halinde belirsizliğin onu daha da korkuttuğunu ifade etmiştir.
İngiliz sosyolog Sylvia Wallby, acil durumlarda 100 sterline kadar bir paraya erişme imkânı bulunmayan kadınların diğer kadınlardan 3 kat daha fazla erkek şiddetine maruz kaldığını söylüyor.
Bu açıdan bakıldığında şiddet gördüğü ortamdan ayrılamayan kadın, kaldıkça şiddetin şekli ve yoğunluğu artıyor.
Diğer yandan İçli “ Türkiye’de erkek kadını istediği gibi kullanabilme düşüncesine sahip” diyerek, kadının erkeğin gözünde sahip olunan bir varlık olarak algılandığını tanımlamaktadır.
Aslında erkeklerin kadını kendi uzantısı gibi görmelerinin en büyük göstergesi de, boşanmadan önce eşi, boşandıktan sonra ise eski eşi olarak görmeleridir.
Çoğu erkek, boşandıktan sonra bile eski eşinin kendisini tanımladığını düşünmekte, onun hayatını takip etmektedir. Çevresi bile ona bunu dayatmakta, onun bir sorumluluğu gibi erkeğe rol biçmektedir. Boşanma sonrası cinayetlerin altında da uzantısı görme algısı yatmaktadır. Bu cinayetlerin erkekler tarafından daha işlenmeye yatkın olmasınıda Prof İçli şu nedenlere bağlıyor:
-Kadınların suç frekansının erkeklerden düşük olduğuna
-Kadınların riske atmak istemeyecekleri sosyal yapıdaki anne eş ve ebeveynlerinin çocuğu olmak rollerine bağlamaktadır.
Kavramsal sorunlar:
Öldüren erkek, hangi bilişsel sürecin ürünü olarak bu eylemi yapıyor ?
Medya hangi dili kullanıyor?
Cinayetlerin derlenmesinde cinayeti işleyenlerin 3 ana nedene yoğunlaştığı görülmektedir.
1. Namus için öldürenler! :
Cinayetleri incelediğimizde çoğunlukla yüceltilmiş “namus cinayeti” ile açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. “namusum için öldürmek” haklılık hissi ve onaylanma yarattığı için çoğu cinayet, bu açıklamayla haberlerde olayın gerçekçesi olarak sunulmaktadır.
Basın ve medyanın cinayet haberlerini “namus cinayeti olarak sunarken cinayetleri belki de meşrulaştırmaktadır.
Bu sunuş şekli : Kadını namussuz göstermekte, katili ise namusuna düşkün ve haklı göstermektedir. Namus için öldürmenin adını Sev’er (2013) ‘namus cinayetleri’ yerine ‘ataerkil cinayetler’ (patriarchal murders) terimini kullanmıştır.
Namus cinayeti yerine, ataerkil veya töre cinayeti denilmesi, daha fazla önemi ve cinayete karşı daha fazla karşı duruşu yaratabilir. “Namus cinayeti” kavramı ile, adeta kadının namusu erkekten sorulur, yeri gelirse erkek, namusu için cinayet işleyebilir algısı yaratılmaktadır.
Burada namus yerine kullanılması gereken doğru kelime, töre ve kültürel kodlu cinayetlerdir. Yöresel kıyafeti giymediği için, töreye uymadığı için hatta kumasını kabul etmediği için bile işlenen cinayetlere “ namus cinayeti “ denilerek, sosyolojik yapı neden gösterilerek “indirim alma” planlanmaktadır. Namus cinayeti yoktur, töre ve ataerkil yapının desteklediği cinsiyet ayrımcılığı cinayeti vardır.
Ayrıca işlenen cinayet “namus cinayeti “ olarak anlatılırsa maktülün suçlu olabileceği iması yaratılır. Belli kesim tarafından ise “ hak edecek ne yaptı?” sorusunu akıllara getirilmeye çalışılmaktadır.
2. Sevdiği için! öldürenler:
Abu-Odeh (2004) , ilişkinin dinamiğinden kaynaklanan cinayetleri namus cinayetleri değil, ihritas cinayetleri olarak tanımlar.
Aldatma/aldatılma, kıskançlık, partner üzerinde kontrolü kaybetme gibi nedenlerden dolayı eşin/sevgilinin çaresiz ve baş edememesinden kaynaklanan cinayetler, sevgiden değil, ihtirastandır.
Tim Healey’e (1990) göre ihtiras cinayetleri ,seven kişinin kıskançlık veya çaresizliği neticesinde işlediği suçların tümünü kapsar.
İhritas cinayetleri, kişinin ilişkideki rolü ve partneri üzerindeki etkisine göre işlenmektedir.
Medya dilinde “ aşk cinayeti”, “sevdiği için öldürdü” ifadeleri, “seven öldürebilir”, “çok sevmenin göstergesi kimseye yar etmemektir” olarak yorumlanmaktadır…
Bu tip cinayetler sevgi değil, ihritas cinayetleridir. Ilişkisine veya eşine bağımlı olanlar, narsistik ve anti sosyal kişilik yapısı olanların işlediği cinayet tipleridir. En son bir cinayet haberinde muhabir katile sordu:
M: Neden öldürdünüz?
Katil: Çok seviyordum.
Işte bu denklem bile “ çok seviyorsan öldürebilirsin” algısına hizmet etmektedir. Insan sevdiği için değil ,istediği olmadığı için öldürür. Ya da onsuz başının çaresine bakamayıp, kendisini o durumda bıraktığı için ( sevgiden değil, bencilliğin getirdiği intikamdan) öldürür.
Söz konusu ister namus cinayeti ister ihtiras cinayeti olsun bu şekilde isimlendirmek, katili haklı ‘mış’ gibi ifadesine sürükler bu kavramları devleştiren insanları..
Abu-Odeh (2004) iki tipinde aynı anlamı taşıdığını, Doğu toplumlarında bunun namus cinayeti olarak isimlendirilmesine karşın Batılı toplumlarda bunun ihtiras cinayeti şeklinde olduğunu vurgulamıştır.
3. Başkaldırdığı için öldürenler:
Türkiye’de son dönem kadın cinayetleri gelenek ve görenek kalıpları dışında değerlendirilmelidir.Bu cinayetler, gelenek ve modernlik arasındaki çatışma bağlamında, kadının modern Türkiye’de son yıllarda elde ettiği kazanımlarıyla birlikte kurduğu yeni statüsü ve buna direnç gösteren geleneksel ataerkil sistem ile kodlanan erkek ile bir değerlendirme geliştirilmeye çalışılmaktadır. Çetin (2014)cinayetlerin başkaldırı cinayetleri (revolt killing) kavramı altında yeniden tanımlanmasını uygun görmüştür.
Özellikle erken yaşta evlenen kadınların 35 li yaşlardan sonra yaşamını kurmak istemeleri, başkaldırı olarak algılanmaktadır.
35 li yaşlara kadar çocuk doğuran, ev hanımlığı ve annelik rolleri arasında sıkışan kadın,ne zaman ki kendine zaman ayırmak veya işe girmek istediyse erkek bunu “yoldan çıkmak”, aileden kopmak, boşanmaya hazırlık olarak algılayıp tehdit ederek veya şiddet uygulayarak engellemeye çalışmaktadır. Bu değişim süreci, ilişkinin içinde yol bulamadığında, gerçekler değil kaygılar devreye girerek şiddete başvurum artmaktadır.
Cinayetlerin en çok işlendiği yerlerin çoğunlukla büyükşehir olması anlamlıdır. Evde yaşanan kültür ile dışarda yaşanan kültür arasındaki fark, kendini kimlik arama olarak göstermektedir. Aynı zamanda bu fark, kadının eşi için “başkaldırı” , Kadın için ise fırsat ve çözüm alanı olarak görülmektedir.
Büyükşehirlerde cinayetlerin daha fazla olmasının nufüs yoğunluğunun yanında, kadının kendine alan bulması, iş arayışı, fırsat imaknları nedeniyle, kontrol eden erkekler için tehlike olarak görülmektedir. Kadının, feodal yapıya veya küçük yerleşim yerlerine göre “boşanabilme” ve ayakları üzerinde durma “ ihtimali büyükşehirlerde daha fazla olduğu için, cinayetler daha fazla işlenmektedir.
Kadının kimlik arayışı,varoluşunu tamamlama isteğ; ona sahip olduğunu düşünen, kendi uzantısı gibi görenler için başkaldırı olarak algılanmaktadır. Mesela bazı cinayetler, sadece Kadın işe girmek istediği için işlenmiştir. Işe girmek, istediği gibi giyinmek istemek, sosyalleşmek, karşı taraf için “yoldan çıkmak” veya “ başkaldırı olarak algılanmaktadır.
Kadınların değişime daha açık olması, erkeğin değişimi dejenere olmak ve kontrolü kaybetmekle özdeşleştirmesi, erkeğin değişim sürecinde eşiyle çatışmasını arttırmaktadır. Erkek kendisini ,kültürü, dini,ahlakı hatta namusu koruyan kişi olarak görmektedir. Toplumun bu rolü adeta ona doğuştan verdiğini düşünmektedir.
4. Boşanma sonrası mağduriyet oluşması ile öldürenler
Süresiz nafaka sorunu
Boşanma sonrası cocuğun baba ile görüşmesiyle ilgili sorunlar
Boşanmadan hemen sonra ortaya çıkan ilişki
Adil olmayan mal bölüşümü
Öneriler:
Tamamlanmış bir evlilik için boşanma kolaylığı sağlanmalı, taraflar aile terapisine yönlendirilip bu süreç sağlıklı şekilde sürdürülmelidir.
Erkeğin ayrılıkla baş edebilmesi, kabullenmesi için psikolojik destek mekanizmaları zorunlu hale getirilmelidir.
Tehditlerde güvenlik önlemi yetersiz bir hamle olarak kalmaktadır. Tehdit edenin belli bir süre hem adli kontrol altına alınması hem de tehdit edene psiko-sosyal destek verilmesi gerekmektedir.
Kadının güçlendirilmesi ve bu konuda desteklenmesi için sadece güvenlik desteği değil, iş kurma,yerleşme ve psikolojik destek mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Kadınların ayrılıkdan sonra öz benliklerine bakabilmek adına terapi desteği sağlanmalıdır.
Şiddetin ve cinayetlerin önlenmesi için, kamu spotlarında “cinayet ve şiddetin çözümüszlüğü“ vurgulanmalıdır.
Özellikle pişman olan şiddet uygulayanlardan itiraflar yayınlanmalıdır.
Medya, cinayetleri verirken “namusu cinayetleri” veya “sevdiği için öldürdü” gibi açıklamaları kullanmamalı ve yayınlamamalıdır.
Gerek bütün erkeklerin aynı olduğu gerekse bütün kadınların aynı olduğuna dair (olumlu veya olumsuz fark etmez) genelleyici haberlere yer verilmemelidir.
Süresiz nafaka, nafaka alanı tembelleşmesini, çalışmasına gerek kalmamasına neden olurken, nafaka vereni ise “talepkar” ve mağdur ” hissettirmektedir. Adil çözüm gerekmektedir.
Boşanma sonrası baba-çocuk ilişkisi için “çocuk avukatı” sistemi geliştirilmelidir.
Hem erkeğin hem de kadının boşanma üzerinden en az 12 ay geçmeden bir ilişkiye başlamaması önerilir. Öfkeler, ayrılık acılarının dinmesi beklenmelidir.
Boşanma sonrası taraflar birbiri hakkında konuşmamalıdır.
Tehdit, şiddet ve girişimlerde bile adli makamlar anında haberdar edilmelidir. Dozunun artması beklenmemelidir.
6284 sayılı koruma kanunu güncellenmelidir. Kadın ve ailenin korunması sadece şikayete bağlı olmamalıdır.
Kadının kıyafeti, yaşam tarzı gibi konularda yöneticilerin, medyanın ve akademik çevrelerin müdahale etmemesi.
Aile – Evlilik Danışmanı
KAYNAKLAR
SEV’ER A (2013) Patriarchal Murders of Women. A Sociological Study of Honour-Based Killings in Turkey and in the West. Lewiston: The Edwin Mellen Press.
- Posta
- Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu
- ÇETİN İ (2014) Gelenek ve Modarnite Arasında Türkiye’de Son Dönem Kadın Cinayetleri: Sosyoloji Dergisi/Journal of Sociology- Yıl/Year 2014/ Sayı/Vol.: 30: 41-63
- ABU-ODEH L (2004). Arap Toplumlarında Namus Cinayetleri ve Toplumsal Cinsiyet İnşası. Içinde. Pınar İlkkaracan (der). Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik. İstanbul: İletişim Yayınları.
- 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun ve İlgili Yönetmelik, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, 2010.
- 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve İstanbul Sözleşmesi, T.C. Ail eve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, 2013.