Ben bir meraklıyım. Öğrenme oburuyum. Daha bir bilgiyi hazmetmeden başka bir bilginin peşine takıldığım da oluyor, doymuş olduğum halde lezzetine doyamadığım için devam ettiklerim de. Bir yanım çocuk hala, ama öyle hemen “Ne güzel” deme, tüm hayatını çocuğa emanet ettiğinde neler olabilir düşünsene? Tam dönme dolaba giderken ilerideki çarpışan arabalara koşan çocuğun heyecanı yetişkin hayatlarda her zaman işe yaramayabilir, değil mi?
Hal böyle olunca, seneler önce dedim ki kendime; “Özlem, rutinler oluştur kendine, savrulma oradan oraya.” İşe yaradı mı? Çok… Beni sınırların içinde tuttu –esnetmeyi bilirsen sınırlar hiç de kötü değil bana kalırsa-, zamanımı ayarlamama yardımcı oldu, sağda solda yarım bırakılmış şeyleri toparlamama yardımcı oldu. Yaşım ilerledikçe, öğrenmeye başladıkça, kendimle dost olmaya alıştıkça kendimle ilgili rutinlerim ise baş tacım oldu. Güne kendime özenle başlamak…
Ve fakat, bir gün fark ettim ki bütün bu yaptıklarıma “rutin” değil “ritüel” adını verdiğimde hepsini çok daha hafif ve yüzümde bir gülümseme ile yaptığımı fark ettim. Sabah ağız bakımımı yaptığımda yeni ay ritüeli yapar gibi umut doldu içime. Akşamları yatarken bedenime yağ sürerken görev hissinin yerini oyun hissi aldı. Bir tek kelime içimdeki bilgeyle (arketip olarak söylüyorum, yoksa her şeyi çok bildiğimden değil) çocuk el ele tutuştu.
Sabah sayfalarını yazmak bir ritüel benim için, gün içinde kendimle randevulaşmak adına verdiğim sanatçı buluşmaları da (Julia Cameron’ın Sanatçının Yolu kitabından bir tanım, çok severim), evin içinde de olsa yaptığım bedensel egzersizler de, romanımı bitirmek için mutlaka ayırmaya gayret ettiğim saatler de…
Ritüelin içinde umut, keyif var, eğlence, neşe, gülümseme, oyun var; mum ışığı, kokular var, arınma, yenilenme var; özen, saygı, sevgi, aşk var… Kutsallık var.
Velhasıl, diyeceğim o ki, siz de rutinlerinizi birer ritüele çevirseniz nasıl olur, size nasıl bir katkı sağlar? Denerseniz, neler hissettiğinizi bana da yazar mısınız?
Özlem Çetinkaya
Yazar - Editör - Yazar Koçu