Birkaç gündür Twitter’da öyle bir kadın dayanışmasıyla, öyle bir ifşa hareketi başladı ki eminim şuan ünlü, ünsüz fark etmeksizin kendilerine şaşalı kimlikler oluşturmuş, itibar ve prestij sahibi failler endişeyle “Acaba biri de beni ifşa eder mi? İfşa listesinde benim de adım var mıdır?” diye bekliyordur. Yıllar içinde birçok farklı sektörde çalışan ve tacize uğrayan kadınların saklamak zorunda kaldıkları ve kimseye anlatamadıkları cinsel saldırıları açıklamaları ve failleri ifşa etmeleri, sosyal medyadan ‘Uykularınız Kaçsın’ ve ‘Susma Bitsin’ etiketiyle kitlesel bir isyana dönüştü. Aynı çirkin hareketlere maruz kalan onlarca kadın birbirlerinden güç alarak maruz kaldıkları cinsel saldırıları failin kimliğiyle beraber açıklamaları ise, ABD’de sinema sektörüyle başlayıp bütün dünyada yayılan ‘Me Too’ hareketinin de resmen Türkiye ayağı oldu.
Özür dilerken bile erilliğiyle övünen zavallı zihniyet
Oldukça geç kalınmış ve daha önce olması gereken bu durum önce edebiyat dünyasına bomba gibi düştü ve ünlü romancı Hasan Ali Toptaş’ın hakkında yapılan cinsel saldırı iddialarıyla karşımıza çıktı. Akabinde Hasan Ali Toptaş suçlamaları kabul eden ama yaptığı tacizi küçülten bir açıklamayla özür diledi ve dedi ki; “İnsan eril failliğin ne olduğunu anlayana kadar karşı tarafta ne büyük yaralar açtığını bilmeden, fark etmeden, düşünmeden hatalar yapabiliyor, özür dilerim”. Yaptığı ve bu açıklamayla kabul ettiği onlarca cinsel saldırılardan sonra hala kibrinden de ödün vermeden erilliğiyle övünen Toptaş aslında diyor ki; ben büyük yaralar açacak kadar anormal bir şey yapmadım her zamanki olan ve yaşanan bir şeyi yaptım, asıl anormal olan bunları açıklayan kadınlar!
Kadınlara tacizi doğanın bir kanunu gibi görüyorlar!
Hasan Ali Topbaş gibi edebiyat dünyasında, sanat camiasında, cemiyet hayatında ve tabii medya aleminde korkuyla özür dilemeyi bekleyen sizce kaç kişi vardır? Bizler için olağanüstü travmatik ve acı olan cinsel saldırılar ve tacizler eril dünyanın baskısıyla öyle bir normalleştiriliyor ve önemsizleştiriliyor ki sanki kadınların tacize uğraması, bastırılması ve ezilmesi doğanın bir kanunu gibi görülüyor. Ruhun yaralanmış, incinmiş olması bile düşünülemiyor. Mahalle baskısı, içine dahil olduğu toplum, gelenek görenek, el alem ne der diye tereddütüyle kadınlar hep sustu, susmaları için hep bastırıldı. Biz kadınlara kurban olduğumuzda bile suçlu da olabileceğimiz kodlanıyor. Kurban olduğumuza üzülemeden, suçlu sayılabileceğimizden korktuğumuz için susmak zorunda kalıyoruz. Her bir kadın maruz kaldığı cinsel, psikolojik ve fiziksel şiddetlerden utanıp sustukça, sakladıkça asıl utanması gerekenler daha da arsızlaştı, daha da kabardı, daha da cesaretlendi ve bana bir şey olmaz kibrine büründü.
Tacizciler bugün inandıkları yerden kırılıyor
Bir haftadan beri sosyal medyadaki taciz ifşalarından sonra gördük ki, artık yıllardır sessizce dayatılan bu davranış bilinci kırılıyor, kadınlar konuşmaya başlıyor. Artık el alem için değil kendileri için yaşıyor. Failler, kadınlar üzerindeki toplum baskısını kendilerine öyle bir kalkan yapıyor ki ne yapsalar dört duvar arasında kalacağına ve asla yüksek sesle söylenemez olduğuna inanıyor. Ve bugün görüyoruz ki inandıkları yerden kırılıyor, yaptıklarının bedelini ödüyorlar, ödeyecekler. Ödemek istemeyenler ise ya kaçıyor ya kriz planı yapıyor ya da ölüyorlar. Edebiyat dünyasından başka bir isim İbrahim Çolak, bir kadını attığı pornografi içerikli mesajlarla taciz ettiği ortaya çıkınca “Karım ve çocuklarımın yüzüne nasıl bakarım, 'kendimize yakışanı yapalım' düsturunu kendim için tutamamış olmak gibi gerçek bir pişmanlığım var.” notuyla intihar etti. Çolak yaptığının bedeline yaşayarak katlanacak gücü bulamadı ve hayatına son verdi. Keşke vermeseydi, keşke yaşasa ve yaptıklarının sonuçlarına katlansaydı. Ödeyeceği bedelleri diğer taciz faillerine ve tacize meyilli olanlara caydırıcı bir örnek olsaydı. Çolak’ın intiharı için tacizi ifşa eden kişi suçlandı, bazı kişiler ifşa hareketini ölümcül sonuçlar doğuran anarşist bir durum olarak yorumladı. Ancak intihar da aynı taciz ve tecavüz eylemi gibi değil mi? Kişinin özgür iradesiyle kararını verdiği ve sonuçlarını bile isteye kabul ettiği bir durum. Hiç kimse hele ki kurbanın suçlanması bu durumda asla kabul edilemez… İfşa hareketiyle uğradıkları tacizleri açıklayan kişilerin sayısının giderek artması ve köklü değişiklikleri beraberinde getirmesi önümüzdeki günlerin kaçınılmaz gündemi gibi görünüyor. Kaldı ki değişim şimdiden başladı bile ne mutlu bize…