Ünlülerin kariyer, şöhret ve kriz yönetimini üstlenen ve yıllardır birçok ünlü ismin kariyerine yön vermesiyle tanınan Psikoterapist Çağatay Öztürk beşinci kitabı Sen Bilirsin ile okurlarını kendileriyle yüzleşmeye davet ediyor. Sen Bilirsin kitabı kapsamında, başarılı oyuncu Didem Balçın’la yaptığı Yüzleşme singel'ı ile de büyük beğeni toplayan Çağatay Öztürk ilişkiler ve travmalar üzerine yaptığı tespitlerle de yine ezber bozmaya devam ediyor.
Kariyer, şöhret ve kriz yönetimleri konusunda sayısız ünlüye danışmanlık yapan ve yaşadıkları krizleri fırsata dönüştürmeleri konusunda yardımcı olan Öztürk ünlüler dünyasına dair çarpıcı tespitlerde bulunarak, profesyonel yardım almanın önemine dikkat çekiyor ve şöyle diyor; “Ünlülerin yüzde 100’ünde ruhsal bozukluk var. Ama bunların yüzde oranı 3 olan da var, 30 olan da, yüzde 100 olan da ama mutlaka bir ruh bozukluğu var. Ruhsal bozukluklarının farkında olan ve önlemini olan daha az hasarlı oluyor ama bunu kabul etmeyenlerin oranı git gide yükseliyor”.
Didem Balçın’la Yüzleşme adında bir düetle sesli kitap çıkardınız. Bu düet ve bu fikir nerden ortaya çıktı?
Bu sesli kitap single’ı yaptığım işten çok bağımsız bir şey değil. Şarkıcı, türkücü olmak için böyle şeyler yapmıyorum. Didem artık benim kader birliği yaptığım çok eski ve çok sevdiğim bir dostum, hatta kan bağımın olmadığı en yakın akrabam. Bu yüzden onunla insanlara yaşamın kıymetini ve aslında ne kadar kısa olduğunu hatırlatmak, hayatlarının değerini bilmeleri gerektiğini ve şükretmelerini hatırlatmak için yaptığımız bir düetti. Bu amaç uğruna baş koydum diyebilirim. Bu çalışmada seslendirdiğimiz bölüm son kitabım Sen Bilirsin’in en arkasındaki Yüzleşme bölümü...
Sen Bilirsin kitabınız çok cesur ve çarpıcı bir kitap olmuş. Siz yazarı olarak bu kitabı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sen Bilirsin bir yüzleşme kitabı. Kendi hayatımla yüzleştiğim, başka insanların da kendi hayatlarıyla yüzleşmelerini istediğim, yaşamda gerçekle hakikatin birbirinden farklı olduğunun altını çizdiğim bir kitap oldu.
Gerçekle hakikat arasındaki fark nedir?
Gerçek buz dağının görünen kısmı, hakikat ise altında görünmeyen yüzü. Bizim yaptığımız iş malum birazcık insanların maskelerini indirmek, özel hayatlarını aralamak, kişiliklerini analiz ederken yaşamış oldukları travmaları onararak yaşamlarını bambaşka bir noktaya taşımak. Bu yüzden bu kitapta insanlar biraz kendilerini bulsun, kendilerini açsın istedim. Ama bir yandan bu artık benim beşinci kitabım olduğu için insanlara da kendimi açmak istedim.
“Her psikoterapist kendi yaşamıyla yüzleşmek ve analiz etmek zorundadır” diyorsunuz. Siz bu süreçten geçtiniz mi ve zor bir yüzleşme oldu mu?
Ben hala yüzleşmeye devam ediyorum. 20 yıldır terapistimle görüşmelerim haftada bir kez olmak üzere devam ediyor. Çok zor bir süreçti diyemem çünkü zaten kendimle yüzleşmeye çok hazırdım. Bu insanı iyileştiren bir şey. Terapistinizle aranızda kurduğunuz bağ size yaşam adına çok şey katıyor. Middlesex Üniversitesi mezunuyum ve bizim okulun bir zorunluluğu bu yüzleşme. Yani terapiye ya da analize gidemem demek gibi bir lüksünüz yok.
“İnsan sadece bedenden ibaret değil“
Bir insanın psikoterapisti olması neden hayati önem taşıyor?
Çünkü insan sadece bedenden ibaret bir varlık değil. İnsan bio kimya ve sosyal bir varlık. Dolayısıyla hem zihnini rahatlatmak, hem ruhunu dinginleştirmek ve iyileştirmek için şart ki özellikle biz psikoterapistlerin daha çok terapiye ihtiyaçları olduğunu düşünüyorum.
Neden?
Herkes bize sorun anlatmaya geliyor ve negatif enerji aktarıyorlar. Dolayısıyla ben de o negatif enerjiyi başka yöntemlerle boşaltmak durumundayım.
İnsan yaşadığı acıları, yıkımları, krizleri fırsata çevirebilir mi? Bunun bir yöntemi var mı?
Bununla ilgili benim bir duam var ve herkese de öneriyorum. O da şu; Tanrıya verdiği veya vermediği her şey için şükrediyorum. Allah’ın verdiğinin de bir anlamı var, vermediğinin de… Hayatında en ufak bir olumsuzluk olduğunda mutlaka karşındaki kişiyle konuşmak, sebebini anlamak için çaba gösterirsin. Mesela bir kadın veya bir adam eşini neden aldatır? Bir kişi ünlü olmak için kendini neden ortalara atar? Sorularının tek bir cevabı var; çünkü yok sayılmışlar. Ben de çok yok sayıldım bu hayatta ve insanların beni kolay kolay yok sayamayacakları bir meslek ve görüntü seçtim kendime.
“Aldatmanın sırrı çocukluktaki travmalarda”
Neden insanlar birbirini bu kadar çok ve kolay aldatmaya başladı?
Aldatmaları genelde herkes eşine bağlıyor. Kadın ben yeterince güzel değilim ya da erkek ben yeterince karımı mutlu edemedim diye düşünebilir. Ama bazen aldatmanın sırrı çocukluktaki bir travmaya bile dayanabilir. Örneğin, siz beş yaşındayken dünyaya gelen kardeşinize bütün ilginin kaymasıyla kıskançlık sendromunuz başlar ve siz hayatınız boyunca benim yerimi, sevgimi kiminle değiştirecekler diye kaygı dolu bir bilinçaltına geçiş yaparsınız. Yani farkına varmadan ne zaman aldatılacağım diyerek kendinizi yer değiştiren bir nesne haline koyuyorsunuz ve bunu bekliyorsunuz. Çünkü kardeşiniz doğduğunda sizle yer değiştirildi. Yeni doğan bebeğe gösterilen ilgi ve sevgi size gösterilmediğine kadar aldatmaların sebebi derin olabiliyor.
10 yılın altındaki kısa süreli evliliklerin bitmesine alıştık artık şaşırtmıyor. Ama artık 20-30 yıllık evliliklerde de bir ayrılık ve boşanma durumu görülmeye başladı buna ne diyorsunuz?
Artık sadece ilişkilerde değil her şeyde çok çabuk tüketim söz konusu. Her şey çok hızlı ve çabuk yaşanıyor oldu. İşin açıkçası sosyal medyanın da bu kadar elimizin altında olması işimizi çok kolaylaştırdı. İlişkilerimiz bir boyut kazandı. Global bir köy oldu dünya ve bir takım şeyler geleneksel olmaktan çıktı. Duygusallığın yerini artık cinsellik, anlık zevkler ve haz ilkesine dayanan bireysellikler aldı. Bireysellik arttıkça aidiyet azalıyor, aidiyet azaldıkça da gelenek görenekler yerini bireyselliğe bırakıyor.
“Erkekleri özgür bırakın, kadınlara duygusal davranın”
Bazı insanlar da sadece sevilmeyi seviyor. Hatta sadece sahiplenilmek bile yetiyor bazılarına. Böyle bir ilişki yaşama halini nasıl yorumluyorsunuz?
Burada ilişki içinde olanlara birkaç tüyo vereyim; Bir anne düşünün bebeğini doyurmak için sürekli memesini çocuğunun ağzında tutuyor. Bu durum iyi niyetli sadece beslemek için olsa bile sonunda bebeği nefessiz bırakıyor. Bu durumun aynısı sevgi için de geçerli. Bu yüzden bir insanı sevginizle boğmamalısınız. Ne kadar çok serbest bırakırsanız o kişi o kadar çok size ait olacak ve sizi isteyecektir. Özellikle erkekler için böyledir. Erkekler ise kadınlara daha yakın ve duygusal davranmalı. Bir kadının kalbine giden yol duygusallığından geçiyor. Bu yüzden erkekler kadınlara ne kadar duygusal ve sahiplenici yaklaşırsa o kadar kendine bağlar. Kadınlar da erkekleri ne kadar serbest bırakırsa o kadar kendine bağlar.
Bence çoğu kişi duygulara dokunmak konusunda sıkıntı yaşıyor… Sizce?
Evet bunda da sevgi transferinin rolü çok büyük. Burada herkes dönsün anne ve babasının ilişkisine baksın. Çünkü sevgi transferini onlardan öğreniyoruz. Farkında olmadan kendi ilişkinizde hiç sevmediğiniz ve tasvip etmediğiniz bir ilişkiyi bile taklit edebiliyorsunuz. Anne babanız birbirine bağıran kişilerse siz de bağırabiliyorsunuz ya da tam tersini seçiyorsunuz.
Peki gerçekten kız çocukları babalarına, erkek çocukları annelerine benzeyen kişilerimi eş olarak seçiyor?
Burada bir yanlış var bunu düzeltmek istiyorum. Kız çocukları babalarına benzeyenlerden yola çıkarak ya çok sert bir koca seçiyor ya da tam tersi çok pısırık birini seçiyor. Yani ortası yok. Seçimleri hep uçlarda oluyor. Erkekler için de aynı şey geçerli. Bu yüzden anne babalar çocuk yetiştirirken çok dikkatli olsun.
“Kadının, erkekten büyük olduğu ilişkiler daha dengeli oluyor”
İlişkide insanlar en çok ne arıyor?
Bir ilişkide herkesin aradığı en önemli şey değerli hissetmek.
İlişkilerdeki yaş farkına ne diyorsunuz?
Erkek kadından büyük olduğunda o ilişki dengeli görünse de aslında öyle değil. Yaş farkı olan ilişkilerde kadının erkekten daha büyük olduğu zaman o ilişki daha dengeli oluyor. Tanrı bu konuda kadınlara daha cömert davrandığı için yaşça kendinden küçük bir erkekle daha iyi bir uyum içinde oluyor.
Ünlülerin şöhret ve kriz yönetimleri konusunda da danışmanlık yapıyorsunuz. Size göre sanatçıların ilişkilerini ve kariyerindeki dalgalanmaların sebebi ne?
Ünlüleri ikiye ayırıyorum. Birincisi sanatı ve işiyle ünlü olanlar, ikincisi ise ünlü olduktan sonra kendilerini iş sahibi yapanlar. Bana göre sanatçı demek arızaları olan insan demektir. Çünkü duygu dengelemesi içinde olmadıkları için eleştirilirler. Ama bir duyguyu sıradan bir insan gibi dengeleyebilse zaten sanatçı olmaz. Dolayısıyla sanatçıların ilişkilerini alışılmışın dışında, kaba deyişiyle dengesiz yaşamalarının sebebi bu. Çünkü duygu dünyalarında birçok sanatçının duygu durum bozukluğu var. Bunu yatırıma dönüştürenler zaten hayatlarında çok başarılı evlilikler ve kariyerler yaşıyorlar. Ama dönüştüremeyenler, hayatlarıyla yüzleşmeyenler, travmatik olanlar kimden azıcık sevgi ya da konfor alanı görse kendini hemen ona yapıştırıyor. Ama bunun geçici olduğunu o an anlayamıyor. Bu durum içine girmesinin duygu durum bozukluğu ilişkisinin dengesiz yaşanmasıyla çok büyük ilgisi var. Ama üretkenliğini bir şekilde duygusallıkla birleştirenler, yaratıcı enerjiye dönüştürenler dengesiz olmuyorlar. Ama yaratıcı enerjiyi üretken enerjiye dönüştüremeyen birçok sanatçı özel hayatında çok problemli oluyor.
“Kariyer hayatındaki büyük sıçramalar kolay sindirilemiyor”
Bir anda beklenmedik bir şöhrete kavuşan kişiler geçmişlerini ve geçmişten gelen ilişkilerini siliyor ve yok sayıyor. Kendisine eskiyi hatırlatan hiçbir arkadaşıyla görüşmeyen çok kişi tanıdım neden böyleler sizce?
Çok büyük bir lokmayı ağzınıza attığınızda nasıl kolay sindiremez ve zorlanırsanız, her meslek için yaşanan sıçramalar da aynen böyle sindirilemiyor. Eski dostluklarını, hayatından silen kişilerde kontrolsüz bir narsizim oluyor. Narsizim herkeste vardır ama narsizimin kişilik bozukluğu boyutu olan kişilerde böyle görülür. Birçok kişi yüksek bir noktaya hazımsız bir şekilde geldiği zaman geçmiştekileri siliyor. Çünkü geçmişini bilenlerle bir arada olmak istemiyor. Adeta kendini yeni bambaşka biri olarak görüyor. Oysa ki o hamurdan yoğrulmuş. Bence kimse geldiği yeri unutmamalı.
Eskiye göre ünüler her şeyleriyle kendilerini çok ideal olarak gösteriyorlar. Skandalları da ideal, aşkları da, kavgaları da öyle mi gerçekten?
Artık her konuyla ilgili yardım alacağınız bir profesyonel var. Kariyeri geçtim insanlar bebeklerini bile uyutabilmek için uyku konusunda uzman kişilerden destek alıyor. Bu yüzden bunun günümüzde meslek dallarının artmasına ve insanların her konuda bir bilene danışma alışkanlığı ortaya çıkmasına bağlıyorum.
“Ünlülerin en büyük problemleri, ne istediklerini bilmemeleri”
Peki ünlülerin en büyük problem yaşadığı konu ne?
Bence ne isteyip ne istemediklerini tam bilememek en büyük problemleri. Ünlü ve tanınır olmak için her şeylerini ortaya koyuyorlar ama şöhret olup her ortamda insanlar fotoğraf çektirmek istediklerinde sıkılıyorlar. Ne istediklerini tam bilmiyorlar. Kişisel alanına fazla girildiği için bunalıma giren ünlüler oluyor, gizli ilişki yaşadığı için ya da evli biriyle ilişki yaşadığı için kişisel alanında bile rahat edemediğini söyleyerek bunalıma girenler var. Bu ilgiden çok bunalanları yurt dışına gönderdiğimde bu sefer bana “Kimse beni tanımıyor bu da bana iyi gelmiyor” diyenler de var. Bu yüzden buna yavaş yavaş hazırlık yapmak gerek. Şöhrete yavaş yavaş adım atan isimlerin şöhret yönetimi konusunda yardım aldıklarını ve çok bilinçli adım attıklarını görüyorum. Bu tarz hazırlıklar yaşayanlar diğerleri gibi büyük sorunlar yaşamıyor.
Oyuncular kayıp insanlar mıdır?
Buna katılmıyorum. Bazı ünlüler şöhreti kazanınca kendilerini kaybediyorlar. Ama kendini, kariyerini, şöhretini çok sağlam yürüten çok başarılı oyuncular var. Oyunculuğun doğru yönetilirse çok kutsal, kalıcı ve özel bir meslek olduğunu düşünüyorum.
Peki sizce yüzde kaçı ruhsal bozukluğa sahip?
Ünlülerin yüzde 100’ünde ruhsal bozukluk var. Ama bunların az olanı var çok olanı var. Yüzde oranı 3 olan da var, 30 olan da, yüzde 100 olan da ama mutlaka bir ruh bozukluğu var. Hepsinde az, orta ve ileri hasarlı olanları var. Ruhsal bozukluklarının farkında olan ve önlemini olan daha az hasarlı olanlar oluyor ama bunu kabul etmeyenlerin oranı yükseliyor.
“Şaşırtan ve yenilik yapanlar kalıcı oluyor”
Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Tarkan, Kenan Doğulu, Türkan Şoray, Hülya Avşar gibi isimler kariyer yönetimlerini nasıl bu kadar iyi yapabilmiş?
Çünkü şaşırttılar. Mesela Ajda Pekkan üç yıl önce katıldığı bir konferansta 60 yıllık kariyer hayatının başarısını sırrının her seferinde dinleyenleri şaşırtması olduğunu söyledi. Yani bu isimlerin hepsi her seferinde şaşırttı ve yenilik yaptı. Uzun yıllar ayakta kalmanın ve kalıcı olmanın yolu şaşırtmakta. Herkes şaşırttığı ölçüde başarılı oluyor. Bu yüzden insanları eleştirirken önce bir baksınlar kendileri başkalarını şaşırtabilmiş mi…
Şöhretini doğru yöneten ve yönetemeyen isimleri kim?
Tamer Karadağlı, Ali Kırca, Sıla, Mustafa Ceceli şöhretini iyi yönetemedi. Tarkan, Sezen Aksu, Selin-Şahan Gökbakar, Bengü, Neslihan Atagül-Kadir Doğulu, Sinem Kobal-Kenan İmirzalıoğlu, Defne Samyeli, Cem Yılmaz, Burcu Esmersoy, Kıvanç Tatlıtuğ, Serenay Sarıkaya, Ebru Gündeş, Linet, Fatih Terim şöhretini iyi yönetenler. Son dönemin sıkça bahsedilen ismi Şeyma Subaşı Acun Ilıcalı’ya gelecek olursak; Şeyma duygusal biri. Duygularını değil zekasını kullansaydı Türkiye’nin Paris Hilton’u olurdu. Şeyma’ya yüklenenlerin onu kıskandığını düşünüyorum. Acun ise tam bir strateji adamı ve Türk halkının nabzını çok iyi tutan biri.
Şöhreti iyi yönetmenin sırrı ne?
Bunun sırrı sessizlikten geçiyor. Sessizliğin de bir sesi vardır hem de sesten daha yüksektir. Dolayısıyla ünlülere tavsiyem skandalları çıktığında biraz sessiz kalmayı öğrensinler ve özür dilemesini bilsinler.