Fotoğraflar: Ayşegül Karacan
Bala Atabek son kitabı En Sevdiğim Şarkılar ile kaleme aldığı 13 farklı öyküyle okurlarıyla buluştu ve büyük beğeni topladı. Oyuncu, yazar, senarist ve yönetmen kimlikleriyle tanıdığımız, her bir kimliğiyle farklı üretimler veren Atabek bugünlerde ise bir belgesel hazırlığında… Yazdığı hikayeleri ve senaryoları da yönetmen olarak hayata geçireceğini anlatan Bala Atabek, “Hiç bir meslek için az gelişmiş” olmak ve sınırlı bilgiyle durmak hayırlı değildir” diyerek meslekte gelişmiş olmanın önemine dikkat çekiyor. “Sanatçı doğruyu ve yanlışı sorgulatır” diyen Bala Atabek sözlerine ise şöyle devam ediyor; “Sanatçılar günümüzün medyumlarıdır, onlar duyguları, görüşleri, inanışları, doğruyu ve yanlışı sorgulatır, şeklini eğer ve büker. Bu meslekte kalıcı olmak, yer edinmek ve aktarıcı olabilmek için, bilgiye aç ve meraklı kalmak zorundasınız. Oyunculuk biraz böyle kolay olunur ama kalmak ise zordur, kalıcı olmak çalışkanlık ister”.
13 öykünün yer aldığı son kitabın ‘En Sevdiğim Şarkılar’ okurları kulaklarda müziğin tınısıyla kent hikâyelerinin peşinden sürüklüyor. Kitabı yazmaya nasıl karar verdin? Nasıl bir yazım süreci geçti senin için?
Hikayelerin atmosferini kurmak, oluşturmak zaman olarak çok uğraştırmadı beni, hikayelerimi ve fikirlerimi her zaman seneler içinde de not alırım, karalama defterlerim evde oldukça fazladır, tarihleri ise 10, 15 seneye dayanır, hatta daha fazla. Bazen bir cümleyi yeni yarattığım bir hikayenin göbeğine koyarım. On sene önce not aldığım bir paragraf bambaşka bir hikayenin girizgahı olabilir veya süreç yepyeni bir çatı altında bedenlenir. Kombinasyonlarla çalışıyorum, kelimelerin kurgusu hoşuma gidiyor. Eski ben ile yeni ben düşüncesinin arasında köprü cümleler kurmakta ilgimi çekiyor. Yazmak benim için çocukluğumdan beri keyifli bir yol arkadaşlığıydı, karar demeyelim, kendiliğinden zaten benimleydi, hep.
Pandemi süreci nasıl geçiyor, neler yapıyorsun?
Hayat içinde kendime ayırdığım zamanlara dikkat ederek, sevdiklerime özen göstermeyi öğrenerek geçiyor ve tabii bolca yazarak. Pandemi ile gelen “dur” hali ve sükunet benim için yaratıcı kanalların açılmasına yardımcı oldu.
Bu süreç kendine ve çevrene dair neler keşfetmene sebep oldu. Sen anladığım kadarıyla zaten farkındalığı yüksek birisin ancak seni bile şaşırtan neler oldu?
Farkındalığının yüksek oluşu, onu geliştirmedikçe işe yarar hale gelemiyor, elimden geleni yapmayı deniyorum. Kendimi sarsıcı olgunluk serüvenlerinin içinde buldum, arka arkaya çok kısacık zamanlarda oldu bu ve bunlardan şikayet etmeyi değil, şükretmeyi öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum. Dünyanın geçtiği bu yolculukta, insanlar yargılarla, tanımlamalarla, ayrıştırmalarla yaşamaya devam etmeyi seçebiliyorlar- ki mesaj yüksek geldiği halde. Bize artık bu halleri bırakma şansı verilmişken üstelik, şuncacık hayatların içinde yaşarken, kendimizi çok bir şey sandığımız ruh halimizden kurtulmamızı can-ı gönülden diliyorum.
Pandemi süreci sana, oyunculuğun yanında farklı birikimleri ve üretimleri olan kişilerin daha avantajlı, şanslı olduğunu düşündürdü mü? Sen de bu şanslı kişilerden olduğunu düşünüyor musun? Mesela setler durmuş, sahneler kapanmış olsa da yazmak bunların dışında kalıyor diyebilir miyiz?
Herkes “yararlı” bir özelliğine eğildiğinde, kendileri için veya yakınları için veya bir topluluk için güzel şeyler üretebilirler, sanırım meslek grubu veya hangi sanat dalı olursa olsun, içinde “biz bilinci” var olmaya başlayınca güzelleşiyor ve “yararlı” hale geliyor yaptıklarınız. Yazmak sessiz bir gemi, kendi kendinize iyileştiğiniz ve iyileştirmeyi umut ettiğiniz. Elbette şanslı olduğumu düşünüyorum, kaldı ki “işe yarar” yönlerimizi görüp paylaştığımızda daha da şanslı oluyoruz.
“Nereye varacağıma ulaştığım kalabalıklar karar verecek”
Oyunculuğun yanına yazarlığı da koyuyorsun. Öyküyle başlayıp romanla taçlandırdın yazarlık kariyerini... Yazarlık hikayen üzerine neler söylemek istersin... Nerede, nasıl başladı, nereye gidiyor bu iş ve seninin götürmek istediğin nokta neresi?
Bu bir yolculuk, hayat serüveninde öğrendiklerimle, deneyimlediklerimle eş değer bir şekilde olgunlaşacak yazarlıkta ve hala kendi macerasına devam etmekte. 10, 12 yaşlarında yaz aylarını “uydurma” hikayeler karalayarak geçirirdim, sevgim kağıtlara kaydettiğim kelimelerden geliyor, ta o zaman. O yüzden yaş alma meselesi beni heyecanlandırıyor. Nereye varıp gideceğini yazmaya devam ettikçe, okuyucular ve ulaşılan kalabalıklar şekillendirecek, illa bir şekli şemalı olmalıysa. Hikaye anlatma isteğim içimde oldukça yazmaya devam edeceğim, insan biraz biraz yaptığı şeyle içli dışlı kaldıkça - geliştiriyor ifadelerini, ilk kitabımla son kitabımın arasında bile üslupsal farklar var, bu da olgunlaşmanın parçası. Ki dünyada anlatacak çok şey var, ömür yetmez.
Hikaye anlatıcılığı için ne kadar cesursun? Hangi konuyu ne şekilde ele almanın günümüz şartlarında cesaret gerektirdiğini düşünüyorsun?
Kalemi kağıda alıp kendi yaralarını iyileştirmekle alakalı yüzleşmeyi gerçekleştirme kabiliyetliliğine girmek başlı başına cesarettir, bir konuyu bir şekle sokmuyorum bununda bir formülü olduğunu düşünmüyorum, kalbime ne dokunmaktaysa, kameranın lensi gibi kaydediyor, sonra o anı aktarıyorum. Kalp sesi aktarıcılığı yapıyorum.
“Ne erkek, ne de kadın var sadece insan var”
Yazdığın ve kurduğun hikayelerde ezber bozma çaban var mı? Dayatılmış ve öğretilmiş kadın erkek ilişkilerinden tut, insanın var olma ve yaşama çabasına kadar neleri hangi niyetlerle yazıyorsun? Senin görmek ve yaşamak istediğin dünya nasıl bir dünya?
Çabanın “öz” meselesinden oldukça uzaklaştırdığını düşünüyorum insanı, yapmak istediğimiz arzuladığımız şeylerle alakalı “mesai” harcamak başka, bir çaba yani eforun içinde olmak bambaşka. Kendiliğindenliğe inanıyorum, eforsuzluğa, bunu anlamamda zaman aldı biraz. Görmek ve yaşamak istediğim dünyanın parçalarını yazıyorum, hayal ettiklerimi ayağa kaldırabilmenin en umut verici yanı bu. Bunun yanı sıra ben erkeğe veya kadına değil ben insan olmaya inanıyorum. O yüzden bende karşılığı yok o cümlenin. Cinsiyetler arası oyun alanlarına inanmıyorum, geçerliliklerine de inanmıyorum. Ne kadar insan olduğumuzu hatırlar ve onun içinde durursak hepimiz için iyi sonuçlar elde edilir, cevap bu kadar basit. Ne erkek ne de kadın var sadece insan var.
Yazdığın kitaplarda müzikten asla kopmuyorsun. Her kitabında bir gönderme veya müzik dünyasından aldığın bir ilham var... Yazarken dinlemek ya da dinlediklerinden çıkardığın hisler senin yazmak için itici gücün mü? Yazmakla müzik arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsun?
Yazılan karakterlerin, hikayelerin kendi içindeki dinamiğinin sinemasal bir değeri var benim için. Gözlerimi kapattığımda onların fotografik bir karşılığı var ve o derinlikte düşündüğünüz bütün o mekanların ve insanların ise bir müziği var. Her şey birbiriyle iç içe işliyor, hikaye bazen müziği, müzik bazen hikayeyi getiriyor. Bana her zaman konserde bir müzisyenin mikrofondan şarkısını söylemesi ve gerisin geri binlerce insanın onun söylediği şarkıya eşlik etmesi büyüleyici gelmiştir. Birleştirici gelmiştir. Hikayelerimi veya kurgusal anlamda ürettiklerimin yapı taşı kaçınılmaz bir biçimde müzik oluyor haliyle. Çünkü müzik satırlarımın arasındaki tutkal.
“Yönetmen olarak yazdığım senaryoları ayağa kaldırma arzum var”
Yazan, oynayan, çeken, söyleyen kısacası hep üreten birisin. Biz seni farklı pek çok kimliğinle görüyoruz ve izliyoruz ama henüz ortaya koymadığın, içinden çıkarmak istediğin, göstermek için beklediğin bir rengin var mı?
Yazdığım kitapları ve ayrıca senaryoları bir yönetmen olarak ayağa kaldırma arzum var, mesaimi bu yönde değerlendirmeye karar verdiğim bir döneme girdim, öyle bir şey ki bu- yarattıklarınız birbirini doğuruyor ve sizi istediğiniz sonuca zaten götürüyor. O yüzden göstermek değil ama paylaşmaya her zaman varım, sevdiğim, merak ettiğim oyuncular, kamera arkasında beraber yol almak istediğim nice insan mevcut, birlikte üretmenin peşindeyim.
Müzik konusunda yapmak istediğin bir şey var mı?
İyi bir dinleyici olmaya devam etmek ve sevdiğim müzisyenlerle tanış olmak benim için yeterli, hayattakilerle - bir şekilde. Yazdığım veya yönettiğim her şeyin içinde var olmaya devam edecek yegane şey.
Her oyuncunun kendisi için büyük bir proje olduğunu düşünenlerden misin?
Onun ne demek olduğunu bilmeyen oyunculardan biriyim. Bilmediğimde gayet iyi bilinir. Şaka bir yana, her insan kendisi için “iyi” biri olma şansı, oyuncusunu bilmem. Hayatın getirdiği fırsatlara inanıyorum, fırsatları ise karşılayabilmek gerek, onlar içinde bir yol yürümelisiniz bu da bir zaman demek, emek demek. Kişi her türlü bilgiye aç kalabilmeli, insan merak ettikçe yaşar sonuçta. Ve her insan kendisi için, kendi gücüyle “ iyi biri” olabilme fırsatlılığındadır. Benim inandığım bu daha çok.
“Oyunculukta kalıcı olmak için çok çalışmak ve bilgiye aç olmalısınız”
Oyuncu her şeyden, sanatın her dalından anlamak zorunda mı sence? Tek oyunculuk eğitimi ve kabiliyeti bu mesleği yapmak ve yorumlamak için yeterli olur mu?
Hiç bir meslek için “az gelişmiş” olmak ve sınırlı bilgiyle durmak hayırlı değildir, sanatçılar günümüzün medyumlarıdır, onlar duyguları, görüşleri, inanışları, doğruyu ve yanlışı sorgulatır, şeklini eğer ve büker. Herhangi bir sanat dalıyla ilgilenen herhangi bir kişinin her türlü bilgiden faydalanır halde olması geliştirici olur, öbür türlüsü yerinizde sayar gelişemezsiniz. Gelişmemiş beceriklilikleri ise aktaramazsınız. Madem burada verdiğimiz örnek “oyunculuk” - bunun içinde elbette eğitim olmalı, iki şey birbirini dengeliyor! Yetenek ve eğitim… Yetenek, eğitim olmadan, eğitim yetenek olmadan bu meslekte işe yaramıyor, yararmış gibi gözükse de, geçici oluyor, kalıcı olmak, yer edinmek ve aktarıcı olabilmek için bu meslekte, bilgiye aç ve meraklı kalmak zorundasınız. Yoksa gelenler olduğu gibi gidenlerde oldu ve olacak, bu meslek biraz böyle “kolay” olunur, kalmak ise zordur, kalıcı olmak çalışkanlık ister. O yüzden bu git gel hali de kendi içinde iyi.
“Yeni çağdan yaka silkmiyorum, onunla savaşmıyorum”
Waterproof oyunundaki Rona karakterini canlandırırken sahnede şiir gibi küfür ettiğin yorumları yapılmış. Sence bir küfrü şiir gibi algılatmak da sanatın bir parçası diyebilir miyiz?
Öyle mi demişler? Ne güzel benzetmeymiş öyle. Elbette parçasıdır, neden olmasın? Başka açılardan değerlendirme gücünü, empati yeteneğini, herkesi ve her hali anlama duyarlılığını bize sanat kazandırır, insaniliği o hatırlatır. Kalbimizin olduğunu ve onun bir “işe” yaradığını bize öğreten de dünya üzerindeki sanatçılar yani yaratıcılardır.
Sosyal medya hesaplarına ulaşamadım. Bir süreliğine sosyal medya detoksu mu bu yoksa tamamen bir veda mı?
Arada sırada sosyal medya diyeti yapıyorum, iyi geliyor veya telefon diyeti. Çünkü ciddi zaman çalan uygulamalarla dolu telefon, bir anda herkesin hayatına o kadar hakim olmak ve nerede olduklarını bilir durumda kalmak beni rahatsız edebiliyor. Bir dengesini buldum, gidip gidip gelmek.
Tüm dünyanın dijital dünyaya taşınması ve buradan icra edilmesi konusunda ne düşünüyorsun?
Yaşadığımız zamanın gerekliliklerine adapte olmakta sorun görmüyorum, her dönemin farklı bir dili vardı. Bir zamanlar güvercinler boyunlarında not iletirlerdi, telgraf vardı. Daktilo vardı, şu vardı bu vardı. Zaman değiştikçe yeni keşifler oluştu o zaman aralıkları için ve bence bu gayet doğal. İçinde bulunduğumuz süreç de bunu gerektiriyor, bununla savaşmıyorum. Sadece kendi dünyama dönmek istediğimde demin söylediğim gibi kısa aralar veriyorum. Nostaljiden de hoşlanan biri olduğum için ama yeni çağada boş değilim, yaka silkmiyorum, merak ediyorum, etmeye de devam edeceğim.
Yakın zamanda yapmak istediğin, hazırlık aşamasında olduğun neler var?
Bir belgesel var çekeceğim ve kitabımın senaryolaşması üzerine çalışıyorum. Ayrıca başka işlerimle alakalı yazmaya zaten hiç ara vermeden devam ediyorum.