“Bekleme beni bu akşam, gece siyah beyaz olacak”
Almanların, insanlığa teknoloji dışında armağan ettikleri başka güzel şeyler de var. Bunlardan biri Alman Romantizmi ile de iç içe geçmiş “fernweh” sözcüğü. Birebir tercüme edildiğinde “uzağa özlem” manasına gelen bu kelime, işin içine romantizm katıldığında “uzaklara seyahat arzusu”nun muadili konumunda.
19. yüzyıl itibariyle dünyanın esasen daha çok Batı Avrupa’nın her alanda yaşadığı dönüşüm devrin bazı insanlarında korku, tatminsizlik, eskiye özlem, kopuş, çekip gitme isteği gibi duyguların kabarmasına yol açtı. Öyle ki dünyanın dört bir yanından insanların gitmek için can attığı Paris’ten kaçıp çok uzaklara gitmek için yola düşenler de vardı. Empresyonizmin öncülerinden Paul Gauguin biraz yolunda gitmeyen sanat yaşamı biraz da taze balık ve meyve yiyebilmek için Paris’i bırakıp Pasifik Okyanusu’ndaki Tahiti’ye gitmişti. Öte yandan Balzac, gitmenin düşünü kurduğu Endonezya’nın Cava Adası’na hayali bir yolculuğu anlatan kitap kaleme almıştı. Tabii Tahiti veya Cava çok uç örnekler gibi gelebilir. O halde daha bilindik bir rotaya göz atalım. Yine 19. yüzyılın önemli isimleri olan Gerard de Nerval ve Gustave Flaubert, Paris’e ve o ana kadarki hayatlarına dair her şeyi geride bırakıp önemli bir durağı İstanbul olan Doğu’ya yolculuğa çıkmışlardı.
Yazımın başında yer alan alıntıyı son nefesinde sarf eden Fransız romantik şair Nerval, bir Ramazan ayında Doğu’ya seyahatinin kapanış faslı için İstanbul’a gelmişti. “Ne garip bir kent Konstantinopolis! İhtişam ve sefalet, gözyaşları ve sevinç; başka yerlerdekinden çok daha fazla keyfi davranmış ama aynı zamanda da daha fazla özgürlük var burada” diyordu Nerval, Yapı Kredi Yayınları tarafından Selahattin Hilav çevirisiyle Türkçeye kazandırılan “Doğu’da Seyahat” adlı yapıtında. Hem Doğu hem de Batı’nın başladığı yer olan bu kent için 1843 yılında söylenen bu söz ne kadar da tanıdık ve alışıldık.
Paris’ten, moderniteden nefret derecesinde bunalan devrin bir diğer önemli ismi Flaubert yine önemli bir kısmı İstanbul’da geçen bir Doğu yolculuğuna çıkar. Seyahati sırasındaki duygu ve gözlemlerinden oluşan “Doğu’ya Yolculuk” isimli kitabı Sel Yayınları tarafından Türkçeye çevrildi. Nerval’in İstanbul seyahatinden yedi yıl sonra Kasım – Aralık 1850’de imparatorluk başkentine gelen Flaubert, Paris ve daha genel tabirle Batı’da kaybettiğini savunduğu şeyleri burada bulmuştu. Her iki Fransızın İstanbul’a yolunun düştüğü dönem Sultan Abdülmecit’in tahtta olduğu zaman dilimi içinde yer alıyor. Yani aslında Osmanlı İmparatorluğu’nun da hem gönüllü hem de zaruri modernleşme çabası içine girdiği yıllar.
Nerval’den canlanmaya başlayan Pera’yı, Flaubert’ten de o zamanlar doğası ile meşhur Kağıthane’yi okumak bir İstanbullu için çok güzel ve belki de içinde biraz hüzün barındıran bir duygu.
O dönemin koşulları itibariyle türlü zorluklar, tehlikeler barındıran ve çok uzun süreleri kapsayan bu tip yeni ufuklara yolculuk temalı seyahatler bugün için iyi bir planlama ve bütçe ile çok daha kolay. Önemli olan fernweh hissi ile yanıp tutuşmak, sonrası belki Alpler belki de uçsuz bucaksız Moğol stepleri.
Evliya Çelebi’nin ruyasında dediği gibi “Seyahat ya Resulallah”