Huzur, nezaket ve neşe dolu bir İstanbul vardı 1950’ ler de, erguvanlar, boğaz ve fıstık çamlarıyla bezeli bir İstanbul.
Kokusunda dostluk, dinginlik olan İstanbul’un, görüntüsü gibi sakin, rafine ve temiz insanları vardı. Şimdiler de yabancı olan komşuluk ilişkileri, insanın az ve çeşitli oluşuyla benimsenmiş çeşitli kültürlerden insanların kaynaşmasıyla yeni bir varlık edinmişti.
Birçok farklı din ve kültürden gelen komşularımızla ahbaplık ederken birbirimizdeki güzellikleri yargısız ve sorgusuz içselleştirmiş bütün olmuştuk. Bu sebeple İstanbul tüm Türkiye’ den ayrı bambaşka bir şehir başka bir dünya idi. Zamanın tüm yokluğunu paylaşıp varlık yapmış, yaparken de yeni düzenler, hoşluklar yaratmıştık. İstanbul sokaklarında file çoraplı, tayyörlü, döpiyesli hanımların gezindiği, değişik dillerin, dinlerin var olduğu, filmlerde gördüğünüz aşkların yaşandığı, nezaket gösterip birbirine ısrarla yol veren beyefendilerin vapur kaçırdığı bir İstanbul vardı.
Azınlığın ya da çoğunluğun olmadığı insanların birlikte yaşadığı bu İstanbul’da doğmuştum.
Komşularımızın çoğu Rum’ du, ben çocuktum ama aklımda yer eden en çok konuştuğumuz,
görüştüğümüz komşumuz madam Eftelya’ yı net hatırlıyorum. Her zaman eli dolu gelirdi madam Eftelya, mahallede adıyla meşhur olmuş puf böreğini bize her geldiğinde getirirdi. Bana merhaba dediğinde ellerindeki yemek kokusunu alır anne olduğunu, sıcaklığını ve sevecenliğini solurdum.
Evlerine gittiğimizde hoş geldin servisi olarak içi soğuk su dolu kristal bardakların içine gümüş kaşığa sarılı mastika koyup servis ederlerdi. Mastikayı yiyip soğuk suyu içince insanın içi ferahlar, bardakların, gümüşlerin parlaklığıyla ruhu parlardı.
Huzurlu, neşeli ve değerli çocukluğum komşularımızın evlerini kaçarcasına terk edişiyle kırılmıştı. Onlar İstanbul’dan gittikten sonra ne aynı lezzette mastika yedim ne de aynı özelliklerde insanlar tanıdım. Başka bir hal, başka bir lezzet bir tavır vardı ve biz o tavrı kaybetmiştik. Kendimize de kırılmış, kayıplarımızın hüznüyle içimize kapanmıştık.
Babaannem ve annem komşularıyla olanak buldukça mektuplaşmaya tanıdıklar haber almaya devam ediyordu. Yunanistan’a yerleşmişler ve orada yaşıyor her fırsatta İstanbul’u ve bizleri özlediklerini yazıyorlardı.
Yıllar sonra madam Eftalya Yunanistan’ dan İstanbul’a bizleri ziyaret etmeye döndü, ben
evli bir genç kadın, madam yaşlanmış ve yorulmuştu. Tıpkı çocukluğumdaki gibi babaannemin evinde Cuma öğlen yemeğine geldi ve yine çocukluğumdaki gibi meşhur puff böreğini getirdi. Yüzünde ne tedirginlik ne de ürkeklik gördüm bizlere yıllar önce baktığı gibi sevgi ve güvenle bakıyordu.
Böreğini yerken boğazımda düğümlenen gözyaşlarımı da alıp gitmesini umut ederek güçlükle yutkundum.
Bu madam Eftelya’ yı son görüşüm oldu, babaannemi kaybedişimizden sonra kendisinin vefat haberini aldık ve bir devrin kapılarını kapatıp, onlarla birlikte toprağa gömdük.
Çocukluğumun ve madam Eftelya’nın anısına böreğinden pişirmeye ve ikram ederken onu
anlatmaya, anmaya ve özlemeye devam ediyorum. Artık o güzelliklerin bittiğini biliyorum ama bir zaman var olduğunu hatırlamak ve hatırlatmayı çocukluğuma kaybettiğim güzel insanlarıma borç biliyorum. Değerli insanların ve zamanların anlatılmasını değerli olmanın ne olduğunun unutulmaması ve karıştırılmaması için önemli olduğunu düşünüyorum.
Ezgican Serim