Uzun bir aradan sonra herkese tekrar merhaba. Yazmayı sadece burada değil, kendi içimde de bırakalı 2 seneye yakın bir süre oluyor. Hayat biz planlar yaparken, sinsi sinsi gülerek kendi gerçek planlarını yapıyormuş. Acı ama okkalı bir tokat yiyerek bu gerçeği öğrendim. Yazmaya neden tekrar başladın derseniz bu hayatta bana en iyi gelen şeylerden biri yazmak. Onun haricinde seneler öncesinden olan yazımı okuyup bana e-posta gönderip fikir soran blog okuyucuları sebep oldu diyebilirim. İnsanlar hiç tanımadığı ama kendisiyle aynı şeyleri yaşamış kişilerden yardım bekliyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü sizi sadece sizin gibi hissedip, aynı şeyleri yaşayan biri anlayabilir. İnsanlara yaşamadıkları konular hakkında ahkam kesmek, akıl vermek her zaman kolay gelir. Önemli olan aynı zorlukları yaşamış ve bu zorlukları aşmış kişilerin sizlere verdiği tavsiyeleri uygulamak. Ambiyane bir tabirle "eşekten düşenin halinden, eşekten düşen anlar".
08.02.2020 herkes için sıradan bir gündü. Bizim için ise Beyza'nın hasta olduğu yine doktoruna gittiğimiz ama önemli bir sorunun olmadığı gündü. Doktordan dönüşte arkadaşımın yaptığı mevlide katılmıştım. Annem uzunca bir süredir zatürre ile boğuşuyordu. Ama artık iyileşmiş ve her şey yoluna girmişti. Filmleri, tahlilleri temiz çıkmıştı. Yine bir hastalıktan kurtulmuştuk. Saat 17.00-18.00 gibi bana Beyza'yı sorduğu bir mesaj atmıştı. Ben o sırada bir telefon görüşmesi yaptığım için daha sonra mesajına dönerim diyerek cevap vermedim. Son mesajı olduğunu bilseydim...
Hayatın en büyük gerçeği ölüm... Ama sistem öyle bir kurulmuş ki bir gün öleceğimizi biliyoruz fakat hiçbir zaman hiç kimseye, özellikle sevdiklerimize bunu konduramıyoruz. Neden? Çünkü doğanın kanunu bu. Öleceğini bile bile hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan tek canlı türü "insanoğlu". Annem ani bir şekilde evde ölmüştü. Bana haberi sonradan geldi. Hayatında en korktuğun şey nedir diye sorduklarında her zaman söylediğim tek bir şey vardı o da "ani ölüm"dü. Başıma geldi. Olumsuzu çağırmamak gerekir denen felsefe inanın doğruymuş. Bir insan en çok neden korkarsa yaşamadan ölmezmiş. Hayatımdaki en korktuğum şey, hayatımdaki en değer verdiğim insanlardan birinin başına gelmişti. Duyduğum anda zaten şok etkisi devreye girdi. Kabullenmeyi bırakın şok etkisini atlatmak bile aylarımı aldı. Hastaneye nasıl ve kiminle gittiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Çoğu anı hafızamda bulanık. Sanki o anları yaşayan ben değilmişim gibi. Üzerinden 1.5 yıla yakın zaman geçmesine rağmen hala hatırladığımda vücudum uyuşuyor ve gözyaşlarıma engel olamıyorum. Sevdiğiniz birinin ölümüne hazırlanmak tabi ki mümkün değil. Ama yoğun bakımda yatan ve iki ihtimali de düşündüğünüz kaybetme korkusuna aşama aşama yaklaşmak başka, hiç beklemediğiniz bir anda kaybetme korkunuzun suratınıza indirdiği şamar bambaşka. Ani ölümü kimsenin yaşamasını istemem. Hele ki anne gibi yaşın kaç olursa olsun her zaman kokusuna, dokunuşuna, sesine ihtiyaç duyacağın bir varlığın aniden ölmesinin acısı bambaşka...
Hatırladığım kesitlerden biri kayıp yaşadığınızda diğer sevdiklerinizi yanınızda istiyor oluşunuz. Size kaybınızı geri getirmeyecekler evet ama insan o an ağlayacak bir omuz arıyor. Birinin sımsıkı bir şekilde size sarılmasını istiyorsunuz. O anki dalgınlıkla telefonumu evde unutmuşum. Annemin ölüm haberini annemin telefonundan arayarak verdim sevdiklerimize. Hepsi annem sanarak açtı telefonu ama ölümünü haber verdim onlara. Başkalarından haber alarak hastaneye koşan dostlarımızı gördüğümde ağzımdan dökülen tek bir cümle vardı;" annem ölmüş biliyor musun?" Öldüğünü bile bile devamlı tekrarlayarak kendini inandırmaya çalışma eylemi. Sonraki süreç herkesin de bildiği gibi. Taziye evi dolar, taşar. Adetlerimiz gereği(ki bu gereksiz adeti kim çıkardı bilinmez) sen acını yaşamak yerine insanlara ne ikram etsem derdine düşersin...
Hayat ve ölüm arasında saliselik olan o ince çizgi hiç unutulmamalı. Hayat birileriyle küsmek için çok kısa. Bu tabii ki size değer vermeyen, sizin kıymetinizi bilmeyen insanlar için kendinizi heba edin demek değil. Annemin ölümünden sonra bu konudaki ince çizgiyi de iyi öğrendim. Hayat ne birileriyle küsecek kadar, ne de kendi kıymetini bilmeyecek kadar uzun. Çünkü o zor döneminde hayatımdan çıkardım dediğim birçok insan desteğim olurken, canımdan öte dediğim insanların bir görünüp sonra yok oluşlarını da gördü bu gözler. Bu hayatta yapılması gereken en güzel şeylerden ilki önceliğin her zaman kendi ailen olmalı. Bir diğeri ne olursa olsun kimseyle küsme ama kendi değeri bil ve sana ona göre davranılmasını sağla. Sana kim ne kadar değer veriyorsa sende insanlara o kadar değer ver. Hayatında kötü insanlarda çıkacak karşına, sen iyi olmaktan hiç vazgeçme. Öldükten sonra bile "nasıl bilirdiniz?" diye soruluyor insanlara. Sen iyi ol ki yaptığın iyiliklerin seninle gelsin. Kötülükten ne bu dünyada ne diğer dünyada kimseye yarar gelmiyor nasılsa. En önemlisi de hayatınızda en çok değer verdiğiniz insanlardan gelen arama ya da mesajlara gereksiz insanlar için sonra dönerim demeyin. Çünkü o sonra, sizin içinde telefonun diğer ucunda bekleyen içinde gelmeyebilir.
Seni çok özlüyorum anne, özlemin zamanla geçmeyecek daha da artacak biliyorum. Umarım bir yerlerden bizleri izliyorsundur. Seni çok seviyorum...