Hep şaşırtıcı olmuştur;
Yetenekli, akıllı, becerikli, kimi iş ya da meslek sahibi onca kadın, yaşamda sergilediği niteliklerini, yakın ilişkisinde neden ve nasıl askıya almakta?
Günlük yaşamda cevval, girişken, güçlü, tuttuğunu koparan nice kadın, yakın ilişkisinde neden edilgen, beceriksiz, aklını kullanmak istemeyen, kendine karşıt davranışlara bürünmekte?
İlişkinin başlangıcında sahip olduğu, hatta karşı cinsi çeken ve bu ilişkinin başlamasına neden olan niteliklerini, kadınlar, neden yakın ilişkiye girdiklerinde, kapının önünde bırakmayı yeğler?
Çoğu kadın, “İdeal kadın” olmak uğruna, kendine dar gelen kalıplara sıkıştırmaktadır. Gerçek ihtiyaçlarını dile getirmeyerek”uyumlu” olmaya çabalamakta, aslında yapmayı hiç istemediği davranışları tekrarlamakta, kendi seçimine göre giyinmemekte, ortak yaşamlarını, kendi ihtiyaçları değil de, eşinin ihtiyaçlarına göre şekillendirmektedir. Böylece “ideal kadın” olmayı öğrenir.
İlişkilerde Özne miyiz, Nesne mi?
Çoğu zaman erkeğin beklediği, bir “nesne” ilişkisidir.
Beklentilere uyan, işi bir evliliği sürdürmek için “gerekenleri” yerine getiren, göze hoş görünen, sorun çıkarmayan, uyumlu bir “insan-nesne”. Ne yaşadığını, ne hissettiğini, dile getirmeyen, konumundan koşulsuz memnun gözüken, güzel görünümlü, tatlı dilli (ya da dilsiz) bir “kadın-nesne”.
Birey-özne olarak yola çıkılan çoğu evlilik, zaman içinde “nesneler ilişkisine” dönüşme potansiyeline sahiptir. Evliliği işlevsellik (yani ortak yaşamın gereksinimlerini sağlamak) olarak algılayan kişilerin birliktelikleri, çoğunlukla kendilik-nesnesi anlayışı ile kurulur. Yani erkeğin evin geçimini sağladığı, kadının ev işlerini, çocukların, eşin bakımını, beslenmesini üstlendiği görev olarak belirlenmiş iki, insan-nesnenin ortak evi ve hayatı paylaşması ilkesidir bu.
Bu yapılanmada kişilerin öznelliğine birey olarak duygu ve düşüncelerine, yıllar içinde değişebilen istek ve ihtiyaçlarına yer açılmadıkça, çatışmalar kaçınılmaz olur. Kendilik nesnesi ilişkisi, değişimi, farklılığı kabul etmeyen, değişmezliği ilke edinmiş bir ilişki anlayışıdır.
Çoğu kadın-erkek, ilişkiye birer “özne “ olarak başlamış, birbirlerinin birey olarak özelliklerini ve niteliklerini beğenmişlerdir. İlişki düzene oturduğunda, toplumun cinsel rol beklentileri, aile örneklerinden edinilmiş davranış kalıpları devreye girmiştir. Kadın, bellediği “ideal kadın” kalıbına girebilmek için, gerçekte istemediği davranışları benimseyerek, ihtiyaçlarını, duygu ve düşüncelerini dile getirmeyip, benliğinden ödün verir. Öyle davranarak kendini, “birey-özne” likten çıkararak, giderek nesne haline dönüştürmektedir.
Erkeğe göre “İdeal Kadın” da bu değil midir? Kadın demek, özveri, uyum, tatlılık, sevecenlik demektir. İdeal kadın dırdır etmeyen, sorun çıkarmayan, talepkar olmayan, sabırlı kadındır.
Toplumun cinsel rollerdeki çifte standardı, evlilik içinde erkeğin rolünü genelde maddi kazanç ve otorite simgesi olarak sınırlar. Evinin geçimini sağlayan erkek, toplumca, evlilik yükümlülüğünü yerine getirmiş kabul edilir. Bunu yaptığı için, evinde iyi bir bakımı ve şımartılmayı hak etmiştir!
Oysa, maddi kazancı elde etmek her ne kadar zor ve yıpratıcı bir uğraşsa da, dış dünyanın bu uğraş karşılığında kişiye verdiği ödüller sayısızdır. Bunlar kısaca:
• Paranın denetimi ve güvencesi,
• Kişisel gelişme, güven kazanma, işinde ilerleme ve başarı elde etme hazzı
• Kendine dış dünyada bir yer edinme, itibar görme, meşru yorgunluk ve meşru dinlenme hakkı,
• Yasal tatil,
• yasal emeklilik,
• ev dışında zaman geçirme hakkı konusundaki çifte standart türünden yan çıkarlar…
Buna karşılık, kadının evlilik yükümlülükleri saatsiz, zamansız ve sınırsızdır. Karşılığında hiçbir maddi güvencesi olmayan bir uğraşın yıpratıcılığı, sınırsızlığı, meşru yorulma hakkının dahi olamayışı, kadında içsel kaygı ve isyan duygusu geliştirir. Aslında kadından evlilikte beklenenler erkeğe oranla kat kat fazla olduğundan, geleneksel evlilik kurumu, kadınların taşıdığı ağır bir sorumluluk haline dönüşür.
Cinsel rollerdeki çifte standart, kadına evinin dışında yeterince özgürlük tanımadığı için, kadının yaşamı giderek daralan kalıplara girer.
“ideal kadın” imgesi, sadece olumlu nitelikler taşıyan ve çevresine sadece olumluluk yansıtan bir kurgudur.
Buna karşılık, yakın ilişkideki “ideal erkek” imgesi, olumlu niteliklerle değil de olumsuz niteliklerin bulunmamasıyla değerlendirilir. Yani iyi koca, karısını dövmeyen, sövmeyen, içki içmeyen ya da kumar oynamayan, başka kadınlarla ilişkisi olmayan, ya da bunların en azından birkaçını yapmayan erkektir.
Kadınların mutlak olumlu özellikleri “normal” addedilirken, erkeklerin değeri, “olumsuz yanlarının azlığı” ile ölçülür. Yakın ilişkide olumlu olmak ve olumlu davranmak erkek için, normal, doğal bir şey değil de, adeta katma değermiş gibi…
Sonuçta evliliklerin devamı, çoğunlukla “ideal kadın” “ideal anne” imgesi üzerinden yapılanır. Bu imgelere uyum sağlama adına çoğu kadın nesneleşmeyi göze alır ya da “nesne” gibi davranmak zorunda kalır.
Çoğu erkekse, bir “nesne “ ile birlikte yaşamanın göreceli konforuna(!) yaslanarak, düzeni bozabilecek sorgulamalardan kaçınmayı yeğler.
“İletişimsizlik ve işlevsellik” üzerine kurulu bir düzenin, aslında her iki cinsi de özüne yabancılaştırdığını, her ikisini de nesneleştiğini gözden kaçırarak…
Cinsel rol karmaşalarına sıkıştırılmış evlilikler, aslında hem kadın hem de erkek için iki boy ufak pabuç’tur. Evlilik, sadece “bir yaşam ve mekan” paylaşımıdır. Kadının da erkeğin de ihtiyaçlarından, kişiliklerinden ve bireysel özgürlüklerinden fazla ödün vermedikleri koşullarda, sağlıklı olan bir ortak paylaşım alanıdır. Her iki tarafın da ihtiyaçlarını karşılamayan, paylaşım değil baskı aracı olan, kişilikleri söndürme ya da değiştirme amacı güden evlilikler, bitmez tükenmez çatışma alanları oluşturur.
Ruhsal Yardımı Neden Daha Çok Kadın Alır?
1998 Sağlık bakanlığı araştırması alkol bağımlılığı dışında en sık ruh hastalıklarına “kadın” başvuruyor demiştir. En sık rastlanan ruhsal hastalık da “majör depresyon”
Erkek, ruhsal hastalık gibi durumları kabullenmez, bunu “erklik” “güçlülük” kavramına yakıştırmaz. Ruhsal sıkıntısını görmezden gelir ya da bastırır.
Kendini işe verir
Suskunlaşır
İçe kapanır
Tv, gazete, bilgisayar arkasına saklanır
Alkol, kumar gibi bağımlılıklarla teselli bulur
Yeni ilişki veya heyecanlar peşine takılır
Ancak bir süre sonra yolunda gitmeyen ruhsallık sorunu , organ hastalığı haline dönüşür. Ruhsal sağlığındaki ihmal, onu zayıf organın kaybına sebep olur. O zaman ilgili doktora gider.
Buna karşılık;
• Çaresizlik
• Zayıflık
• Kırılganlık
• Üzüntü gibi duygular veya
• Kendini depresif hissetme,
Kadınların günlük yaşamlarında aşina oldukları özellikle kadınlığa yakıştırılan durumlar olarak kabul edildiği için kadınlar ruhsal yardım daha fazla alır.
Doktora başvurmak, Yaşamında olumlanmayan, duyulmayan bir kadın için az da olsa dikkat odağı olabilmek anlamına gelebilir.
Kaldı ki bir sıkıntı sırasında genel inancın aksine, bir bilene başvurmak akılcı bir davranıştır. Kaynaklardan yararlanmayı bilmek ve bir bilene danışmak temelde duygusal zeka ve güçlülük belirtisidir.
• Küçük kız çocukların sosyalleşme sürecinde, duygulara daha çok yer verilir. Kadınlar arkadaşlarıyla daha çok duygu paylaşır.
• Kadınlar sorunlarını da kolaylıkla arkadaşlarına paylaşır.
• Anneliğe hazırlık, annelik görevleri, kadınları duygu dünyasına yakın ve deneyimli kılar.
• Ataerkil toplumda, kurulu düzen büyük oranda erkeklerin lehine işler. Düzeni ve kendini sorgulamakta kadınların kaybedecekleri bir şey yoktur.
• Yakın ilişki ve evlilikler, çoğunlukla kadınların sorumluluğunda olduğu kabul edilir. Yuvayı dişi kuş kurar.
Buna karşılık erkekler, genelde
• Erken yaşta duygu dünyasından uzaklaştırılmıştır.
• Çoğu erkek sorunlarını en yakınlarına dahi açmamayı tercih eder. Uygun dili bilemez. “Erkek adam ağlamaz”
• Hiyerarşi, erkeklerin dünyasında önemli bir olgudur. Bir uzmana başvurmak, “zaafını göstermek” çok zor gelebilir.
• Ataerkil düzende erkekler, bir bilene başvurmak, olumlanmak, duyulmaya, bir kadın kadar ihtiyaç duymaz.
• Yakın ilişkiden ve evlilikten doğan sorunlar sıklıkla kadının sorumluluğuna verildiğinden, erkekler genelde psikoloğa, sorunlara çare bulmak için değil, ancak ilişkiyi kaybetme sürecinde başvurur.
Çoğunlukla “depresyon, çoğu zaman kadının aile ve toplum içindeki ikincil konumundan dolayı yaşadığı “engellenmişlik” duyguları, tepki ve isyanın içe dönmüş, yıkıcı yüzüdür.
Bu sıkıntılı durumdan kurtulma yollarının tıkalı olması, karşı koyamama, çaresizlik, gelecek umutların yok olması, yaşamının verimsiz tekdüzeliği, küçümsenmişlik, takdir eksikliği ile sürekli iç ve sosyal suçlanmalar, kadın depresyonunun kişisel değil, sosyal nedenlerinden birkaçıdır.
Toplumsal baskıların çok güçlü yaşandığı ortamlarda kadınların geçirdiği “sinir krizleri”, onların, baskıcı ve sınırlayıcı bir sosyal sisteme isyanlarını dile gelememiş ifadesidir. Yaşamındaki çeşitli haksızlıklara, ikincillik, aşağılanma gibi onur kırıcı durumlara isyan ve öfke hissedip, bu yoğun duygularını duyuramayan kadınlarda, duygu yoğunluğu, kaçınılmaz şekilde artar. Kontrol edilemeyecek hatta en küçük kıvılcımda patlayacak boyutlara ulaşır. Özellikle, yakın ilişkide olduğu kişi ve yakın çevresi, kadının yaşadıklarını göz ardı edip duymamaya koşullanmışsa, bu tür abartılı dışavurumlar kendini duyurabilmenin bir yolu olmaktadır.
Kadınlara sıkça atfedilen “cinsel soğukluk” yada “frijidite”, yani cinsellikten haz alamama durumu da , yakın ilişkide ve cinsellikte kadına “cinsel nesne” olarak davranıldığında gelişir.. benliğine, iç dünyasına, duygu ve düşüncelerine ve kendi cinsel ihtiyaçlarına yaşam alanı bulamayan kadın, kendini bedensel yakınlıktan ve cinsellikten uzaklaştırarak korumaya alır. Sadece erkeğin cinselliğinin ve hazzının hizmetinde olan, bedensel istek ve ihtiyaçları göz ardı edilen, fiziksel ve ruhsal aşağılanma ya da şiddete maruz kalan kadının yaşadığı örtülü öfke ve dile getirilemeyen isyan, cinsel soğuklukla ve araya konan mesafeyle ifade bulur.
Daha acı veren, davranışların temelindeki bastırılmış öfke, dile getirilmemiş isyan, değersizlik duygusu ve çok derin bir umutsuzluğu, kadın artık içselleştirir. Ve bunları hak ettiğini de düşünebilir.
Çünkü baş edemediği bir sistemle özdeşleşme ve kendisi de kendini küçümsemeye ve suçlamaya başlamıştır.
Kadına Yönelik Geleneksel Beklentiler;
• Ancak başkaların ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendi ihtiyaçlarına bakabilirsin
• Erkeğin soyadını en iyi şekilde temsil edeceksin
• Ne kadar kötü olursa olsun, terk etme tehdidinde bulunmayacaksın,
• Görüleceksin (güzel görünmen lazım), ancak duyulmayacaksın
• Ekonomik ve duygusal olarak erkeğe bağımlı olacaksın,
• Hep zayıf kalacaksın
• Hiç yaşlanmayacaksın
• Erkeğin her cinsellik isteğine cevap vereceksin
• Kendi işini, erkeğinkinden daha önemli görmeyeceksin
• Erkeğinin sana tanıdığı haklardan başka haklar talep etmeyeceksin.
Ne Yapmalı?
• Sevgi adına, erkeğin sorununu üstlenme, sorunu çözecek becerileri geliştirecektir.
• Kendine erkeğin gözleriyle bakmak ve yorumlamak yerine, kendi gözlerinle bakmayı seç.
• Özünü, duygu ve düşüncelerini daha iyi anlayıp ifade etmeyi öğren.
• Erkeğin mutsuz olduğu zamanlarda, sergilediği, “kavga çıkarma tuzaklarını” tanı ve çatışmaya girmemeyi öğren.
• Çatışmaya mümkün olduğunca girmedikçe, kendini kısırdöngüden kurtaracaksın.
• Erkek, iç çatışmalarını senin üzerinden halledemeyeceğini anlayınca, sorunuyla baş etmekte güçlük çekecek ve yardım alma ihtimali artacaktır.
• Hayat sadece ev ve evlilik değildir. Ev dışındaki, becerilerin doğrultusundaki iş yaşamı olduğu takdirde, zihindeki vesveseleri durdurup, üretken anlar yaratabileceksin.
• “Robert Redford’un yüzündeki çizgiler onda asalet ve deneyim, benimkiler ise yaşlılık anlamını taşır” der Jane Fonda.
Güzellik görecelidir. Saptanmış “ideal kadın” ölçüleri ve tarzını elde edebilmek için, birçok kadın genelde çok acı çeker, uğraşır, giysilerini rahatlık ve keyif için ender seçer.
Çekiciliğin, özüyle barışıklık, kişisel enerji, özgüven ve sağlıklı psikolojik denge oranlarında yattığı aşikardır.
Kendini seven, doğal, ruhu ve bedeniyle barışık insanların oluşturduğu manyetik çekim alanları, plastik güzellik ve gençliğin çok ötesindedir.
• Mutlu olunamayan, geliştirmeyen, kısırdöngüye girmiş ilişkilerde yıpranmaktansa, ruhsal sağlığını korumaya almak önemlidir.
Çünkü esas evlilik, bir başkasıyla değil “yaşamla yapılan evliliktir”.