Miras yasal bir haktır. Mirasın sağ kalan eşe ve çocuklara geçmesi de hemen hemen her toplumda ve dinde kabul edilen bir kuraldır.
Ama miras hakkı olan herkesin, bu hakkını kullanmak istememesi, mirası reddetmesi de mümkündür.
Peki, reddedilen miras kime geçer? Mirası reddeden kişinin kendi mirasçılarına mı geçer? Mesela, eşi önceden vefat etmiş olan Aylin Hanım, Allah rahmet eylesin, o da vefat etti. Geriye iki kız evlat ve 3 torun bıraktı. Aylin Hanım’ın yasal mirasçıları annelerinin mirasını reddettiler. Şimdi Aylin Hanım’ın mirası çocuklarına mı geçer?
Hukuk bilen avukat
İşte cevabı: Aylin Hanım bankadan konut kredisi çekmiş, satın aldığı konut üzerine de banka lehine ipotek koydurmuştur. Aylin Hanım kredi borcunun bir iki taksitini ödedikten sonra vefat etmiştir. İpotek alacaklısı banka Aylin Hanım’ın yasal mirasçısı olan iki kızına karşı dava açar. Ama Aylin Hanım’ın mirasçıları hemen mirası reddederler.
Miras reddedilince, mirasın, mirası reddeden iki kızın kendi mirasçılarına, yani Aylin Hanım’ın torunlarına geçeceğini düşünün; banka davayı bu sefer hatalı olarak torunlara yöneltir. Oysa TMK, en yakın yasal mirasçıların tamamı tarafından reddedilen mirasın, sulh mahkemesince iflas hükümlerine göre tasfiye edileceğini, tasfiye sonucunda bir şey artarsa, bunun da miras reddedilmemiş gibi mirasçılar arasında paylaşılacağını söylüyor.
Dikkat edelim, iyi hukuki danışmanlık alalım. “İşi bilen” avukat yerine, “hukuku bilen” avukatları tercih edelim.
UZLAŞMAYI TERCİH EDİN
Aile, anayasal olarak Türk toplumunun çekirdeğidir. Bize hep sahip çıkarlar. Elbette bu, şu da demek değildir; eğer hata yapmışsak, suç işlemişsek, hatamıza, suçumuza da sahip çıkması demek değildir.
Bu durum şuna benzer, bir avukatın müvekkilini savunması, müvekkilinin işlediği iddia edilen suçunu da savunması anlamına gelmez. Avukat eylemi değil, eylemi işleyen faili savunur.
Hiç kimse boşanmak üzere evlenmez. Ama evlilik gibi boşanma da bazen kaçınılmazdır. Boşanma ne kadar sorunsuz gerçekleşirse, sonuçlarının olumsuzluğu da o kadar az olur. Boşanma kaçınılmaz ise, en doğrusu anlaşmalı boşanmadır. Eşler anlaşarak boşanmayı tercih etmeliler. Nafaka ödenip ödenmeyeceği, ödenecekse miktarı, süresi, tazminat, çocukların velayeti, çocuklarla ilişkilerin gibi konularda anlaşmak, tarafların hayatlarını kolaylaştırır.
Sosyolojik boyut
Anlaşarak boşanma, kimsenin geçmişinde, geleceğe gölge düşürecek iz bırakmaz.
Boşanma sebepleri çok farklı olabilir. Bazıları için boşanma sebebi olabilen bir davranış, hayat tarzı, bir başkası için önemsizdir. Herkes aynı değildir.
Bazen de sırf evliliğini sürdürmek, aile birliğinin yıkılmasına engel olmak için, “bağrına taş basar”, “ağı suyu” içer, yine de evliliğini devam ettirir. Bir yere kadar:
Bir kocanın eşini başkalarının yanında azarlaması, bağırması, eşine ve eşinin ailesine “şerefsizler” diyerek küfretmesi, eşinin üzerine yürümek suretiyle fiziksel şiddete yönelik davranışlarda bulunması, eşinin ailesine, “Kızınızı alın gidin” diyerek onları kovması artık birlikte yaşamayı ve evlilik birliğini devam etmeyi katlanılmaz hale getirmiş demektir.
Bu durumda kadının artık “kan kusup kızılcık şerbeti içmeye” son vermesi ve boşanma davası açması halinde, Yargıtay kadını haklı buluyor ve mahkemenin boşanma kararını onuyor. Bu hallerde ortak hayat temelinden sarsılmış ve evlilik birliğinin devamına olanak vermeyecek derecede bir geçimsizlik söz konusudur.
Aile içi şiddet her zaman boşanma sebebidir. Aile içi şiddeti haklı gösterecek hiçbir gerekçe olamaz. Elbette aile içi şiddeti her zaman, daha güçlü olduğu için erkeğin kadına uyguladığı fiziki şiddet olarak da algılamamak gerekir. Bir kadının söz ve davranışlarıyla eşini küçük düşürmesi, gerek kapalı ortamlarda gerekse toplum içinde eşinin itibarını ve imajını zedeleyici sözlü ve eylemsel davranışlarda bulunması da kanaatimce bir tür “aile içi şiddettir”.
Ama yukarıdaki örneğe bir kere daha dönecek olursak, aile hukuku ile düzenlemeleri yaparken sosyolojik boyutun asla ihmal edilmemesi gerektiği bir kere daha ortaya çıkıyor. Çünkü ben şimdiye kadar, şiddetli geçimsizlik nedeniyle kocasının ailesine “Oğlunuzu alın gidin” diyen bir kadına rastlamadım, görmedim, duymadım, işitmedim. Kızlar, oğlan evine “gelin gittikçe” de işitmeyeceğiz.
Avukat ve sahte belge
“Avukat da sahte belge düzenler mi?” diye şaşırmayın!
Avukatın biri, resmi belgede sahtecilik yapar. Hakkında asliye ceza mahkemesinde davası açılır. Mahkeme 10 ay hapse, ancak aynı zamanda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verir. Bağlı olduğu baro, mahkeme kararına dayanarak disiplin soruşturması başlatır, nihayetinde resmi belgede sahtecilikten avukatı 1 yıl süreyle meslekten men eder. TBB Disiplin Kurulu kararı onar.
Oysa aslında resmi belgede sahtecilik suçu, Avukatlık Kanunu’na göre avukatlık mesleğine kesin engel suçlar arasındadır. Kesin mahkûmiyet şartı vardır. Resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği asliye ceza mahkemesi kararıyla tespit edilen avukat hakkında hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar verildiğinden, karar kesinleşmemiştir. Bu avukat 1 yıl sonra aynen avukatlık yapmaya devam edecektir.
Yargıtay ve Adalet Bakanlığı yargı etiğine çok önem veriyor.
Ama yargı etiği denilince nedense sadece hâkimlik ve savcılık mesleği ilk akla geliyor. Sanki avukatlık mesleğinin yargı etiğiyle doğrudan bağlantısı ilk planda hesaba katılmıyor. Sanki, “Avukat yalan söyler!” önermesi, bütün avukatların üzerine yapışmış gibi duruyor.
Avukatlık mesleğinin itibarının yükselmesinde veya düşmesinde baroların rolü ve etkisi çok büyük. Ekimde barolarda seçim olacak. Bazı baroların bir daha seçilme uğruna avukatlık mesleğini değil, meslektaşlarını koruma çabası içinde olduklarına, mağdur vatandaş aleyhine şikâyet edilen avukat meslektaşları lehine karar verdiklerine rastlanmakta.
Oysa iyi bir yargı için Yargıtay ve Adalet Bakanlığı’nın gösterdiği çabayı baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin de göstermesi gerekir. Sadece hâkim ve savcılarımıza yönelik yargı etiği çalışmalarının yapılması, avukatların bu kapsama alınmaması tam sonuç vermeyecektir.
Meslek etiği ilkelerine aykırı davranan avukat meslektaşlarını koruyan yönetimlere değil, avukatlık mesleğinin itibarını ve yargı etiğini koruyan baro yönetimlere ihtiyacımız var.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024