Bir adam öğrettiler bize...
O adam hakkında İstanbul’dan çıkarılan ölüm fetvalarını biliriz ama yola birlikte çıktığı kişilerden bazılarının, Sivas’ta Kongre Başkanı olmasını engellemek için türlü oyunlar kurduğunu, ileride özgür olabilmek için ABD mandasını kabul etmenin dışında başka bir seçenek olmadığını söylediklerini pek bilmeyiz.
Başka bilmediklerimiz de var.
Mesela Erzurum Kongresi’nde oluşturulan Heyet-i Temsiliye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün olmaması gerektiğini söyleyen “mücadele arkadaşları”’nı da öğretmediler bize.
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra tek dert Anadolu’da ilerleyen Yunan ordusu diye öğrettiler ya bize, o da doğru değil.
***
1921’de Anadolu’da, hızla yayılan frengi hastalığına karşı kadınların da doktorlar tarafından muayene edilmesi önerisi tartışıldı Meclis’te. Yozgat mebusu Hulusi Efendi bu öneriye şiddetle karşı çıkanlar arasında başı çekti, Batum mebusu Ali Rıza Efendi “Kadınları muayene etmeye kalkacak doktorun öldürüleceğini” söyledi.
İlk Meclis’te yaşanan tartışmalara dair bir başka örneği daha yazmak lazım:
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in İstiklal Marşı yarışmasına katılması için Mehmet Akif Ersoy’u ikna eden isim olduğunu öğrettiler bize. Aynı Tanrıöver’in ilk kabinede Maarif Vekili olduğunu, Ankara’da bir toplantıda kadın ve erkek öğretmenleri bir araya getirdiği için hakkında gensoru verildiğini ve istifa etmek zorunda kaldığını hiç öğretmediler. Bunların çok bir önemi yok aslında, daha önemlisini yazayım:
Mustafa Kemal Atatürk’e “Başkomutan” unvanı veren 144 sayılı kanunun Meclis’ten ilk geçişi sırasında yaşanan tartışmaları, o unvanın uzatılması için yapılan üç ayrı oylamadaki tartışmaları da öğretmediler.
Ankara’daki Meclis’te toplanan tüm üyeler, ülkenin bağımsızlığını kazanması gerektiğine inanan insanlardı ama hepsinin kendine ait bir gündemi de vardı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri zekâsını takdir ederek, devlet adamlığını beğenmeyenlerin görmesi gereken nokta şu, çok farklı düşünce ve inançlara sahip insanları aynı hedefin etrafında buluşturan, en zamansız tartışmaların bile demokrasi kuralları içerisinde gerçekleştirileceği ortamı koruyan birinin devlet adamlığını beğenmemek objektif bir bakışın sonucu olamaz.
***
Osmanlı Devleti’nin, Birinci Dünya Savaşı’na katıldığı dönemde yaklaşık 2.5 milyon askeri vardı.
22 gün ve gece süren Sakarya Savaşı’nda, yıllar süren savaşın etkisiyle sadece 101 bin 727 askerimiz vardı, karşımızda iyi donatılmış durumda olan Yunan ordusunun asker sayısıysa 123 bin 780 civarındaydı.
Büyük Taarruz öncesinde Türk ordusu subaylar dâhil 207 bin 947, Yunan ordusuysa 224 bin 997 kişiydi.
Türk ordusundaki asker sayının artışı, halkın bağımsızlığa olan inancının artmasının sonucu aslında.
Üstelik sadece asker sayısı değil top, makineli tüfek, kamyon, uçak sayısında da Yunan ordusu üstün vaziyetteydi. Lafta kalmasın, rakamlar vereyim: Hafif makineli tüfek sayısında bin 114, ağır makineli tüfek sayısında 441, top sayısında 95, kamyon sayısında 3 bin 838, otomobil ve ambulans sayısında bin 743 adet Yunan üstünlüğü vardı. Türk ordusu sadece kılıç ve piyade tüfeği sayısında üstündü.
Gelelim Mustafa Kemal Atatürk’ün askeri dehası kısmına. Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruz planlarını yaparken düşmanı en kuvvetli olduğu yerden vurmaya karar verir. Yakup Şevki Paşa bu plana itiraz eder, “Biz Afyon’a gidelim derken, General Digenis Ankara’ya girer” der. Bu itirazı “Girmez” diye yanıtlar Mustafa Kemal Atatürk, Yunan Ordusu içindeki siyasi çekişme dâhil yaptığı değerlendirme ve planını anlatır, sonra da kararlılıkla “Bütün mesuliyet bana ait, millete karşı ben sorumluyum” der.
Kesin zaferin, düşmanın en kuvvetli olduğu yerden vurmadan gelmeyeceğini bilen, Yunanistan’daki siyasi bölünmeyi adım adım takip eden, bilginin ve kararlılığın başarısıdır aslında Büyük Taarruz.
21 Ağustos günü Ankara’daki gazeteler Mustafa Kemal Atatürk’ün Çankaya’da bir çay partisi vereceğini yazdılar ama Mustafa Kemal 17 Ağustos gecesi gizlice Ankara’dan ayrılmış ve cephe hattına gitmişti bile.
Mustafa Kemal’in düşmanı en kuvvetli noktasından vurma stratejisinin rakamsal sonucu da var:
Büyük Taarruz’da Türk ordusunun zayiat oranı % 6.3, Yunan ordusunun zayiat oranı ise % 65 oldu.
Sonrasını biliyoruz zaten, onlar da bize öğretilenler arasındaydı.
***
30 Ağustos Zaferi’nin ve Türkiye’nin kazandığı bağımsızlığın siyasi sonuçları Yunanistan için ağır oldu.
Kral ülkesini terk edip kaçtı. Monarşiden Türkiye sayesinde kurtulan Yunanistan, 1974’te de demokrasiye Kıbrıs Barış Harekâtı sayesinde dönmüş, Albaylar Cuntası, Türkiye sayesinde görevden çekilmişti.
Başbakanları ülkeden kaçtı ama idama mahkûm edildi, bir amiral ve generale de müebbet hapis cezası verildi. Peki ya Mustafa Kemal Atatürk ne yaptı derseniz, onun savaşı daha bitmemişti:
“Hiçbir zafer gaye değildir, Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için belli başlı vasıtadır” demişti. Sonrasını da yarım yamalak öğrettiler bize. İki kere çok partili hayatı deneyen, 1930 yılında kız kardeşini Serbest Cumhuriyet Fırkası’na kurucu yapan bir adamdan söz ediyoruz.
Hatay meselesinde, gerektiğinde Cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılıp, Hatay’a geçerek savaşını sürdüreceğini söyleyen, Asım Us takma adıyla hükümetin Hatay politikasını eleştiren yazılar kaleme almak zorunda kalan bir liderdi aynı zamanda.
Önce cephelerde, sonra siyasette hep ülkesi için savaşmış, dünya tarihini değiştirmiş büyük bir devrimci, Mustafa Kemal Atatürk o...
An’lar
1900’LER, KEBAPÇI: Anadolu’dan göçün yoğunlaştığı yıllara kadar İstanbul’da kebap bilinmezdi inanışını boşa çıkartan bir kare. Kebap belki İstanbullu değil ama asırlardır bizimle.
1910’LAR, EMİNÖNÜ: Eminönü denilince insan denizi gelir aklımıza Marmara Denizi’nden önce. Bir asır öncesi de öyleymiş.
1960’LAR, 4. LEVENT: O zamanlar İstanbul’un uzak yeriydi 4. Levent, bugünkü gibi merkezi değildi ve ıssızdı haliyle.
Haftanın fotoğrafı
İspanya, Cadiz yakınlarındaki Sanlucar de Barrameda’da düzenlenen yıllık plaj at yarışları sırasında çekildi bu fotoğraf. Garip olan, arkadaki sandal ve teknelerde takılı olan motorların da beygir gücüyle adlandırılması. Biraz yakından baksak, 100 beygir gücünde tekneler var sahilde ama gördüğümüz gerçekte olan iki at sadece.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024