Türk medyası için, Kıbrıs demek reytingi olmayan, okuma oranı en düşük olan başlık demektir. Bu bakış açısının yıllar içerisinde yol açtığı ilgisizlik ve bilgisizlik Kıbrıs bugün Türkiye’nin başına geçirilmeye çalışılan bir çuval haline geldiğinde bir sürü soruna ve değerlendirme hatasına yol açıyor.
Son bir haftadır ABD’nin Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırdığını konuşuyoruz. O bilgi de yanlış aslında ama asıl önemli noktayı kaçırmamamız lazım. ABD’de Trump’ın başkan olduğu dönemde başlayan Güney Kıbrıs’ı NATO üyesi yapma çabası Biden döneminde hızlanarak devam ediyor. Bu sene 5 Temmuz-5 Ağustos tarihlerinde ABD Özel Kuvvetleri, Rum Milli Muhafız Ordusu’na askeri eğitim verdi.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Güney Kıbrıs’ın silah alacak parası olmadığını söyledi diye rahatlayanlar oldu. Oysa ABD, Rusya-Ukrayna savaşını Güney Kıbrıs’ı da istediği gibi silahlandırmak için bir fırsata çevirmiş durumda. Rum yönetiminin elindeki eski Rus ve Fransız yapımı silahları alıp Ukrayna’ya yollayacak, kendi elindekileri de Rumlara verecek. İsrail de Demir Kubbe satıyor diyenler çıkacaktır, ABD, Demir Kubbe sisteminin finansmanına katkı sağladığı için İsrail, ABD’nin onayı olmadan bu sistemi ihraç edemiyor. Yani ortada yine bir ABD tezgâhı var.
Rumlar son yıllarda silah sistemlerini güçlendirecek bir program uygulamaya başlamıştı. Peşinde oldukları silahlardan bir kısmı savunma silahlarıydı. Mesela Sırbistan’dan tanklara karşı şemsiye bombardıman sağlayacak sistemlerden alma anlaşması imzalamışlardı. Rumların savunma silahlarına harcamaları çok önemli değil ama asıl can sıkıcı olan saldırı silahlarına bütçe ayırmaları. Mesela 12 tane saldırı helikopteri almak için uğraşıyorlar bir süredir. Ellerinde bulunan 11 Mi-35P helikopteri Sırbistan’a satıp yerine modern saldırı helikopterleri alma arayışındaydılar. Kiminle mi anlaşmaya yaklaştılar, elbette Apache saldırı helikopterlerini üreten ABD’li Boeing ile. Soru şu: Bu saldırı helikopterleri kime karşı alınıyor?
2012’de İsrail, Yunanistan ve ABD Noble Dina tatbikatında Doğu Akdeniz’deki doğal gaz üretim kuyularına yapılacak bir denizaltı ve hava taarruzu senaryosuna karşı önlemleri uyguladılar. 2017’den beri Güney Kıbrıs da bu tatbikatların parçası oldu. 2020’de ABD, Yunanistan ve Fransa, İskender tatbikatında Türkiye’nin aldığı Siros Adası’nın geri alma senaryosunu oynadılar. Hep enerji üzerinden senaryolar çizilir ya, Rumların Fransa’dan aldıkları füze sisteminin menzilinin tüm ekonomik münhasır alan ilan ettiği yerleri kaplayacak menzilde olması da şaşırtıcı değil.
Gelelim daha sıkıntılı alana: Türk askeri Kıbrıs’tan çekilsin diyen Rum yönetimi, Fransa’ya Evengelos Florakis deniz üssünü verdi, CYCLOP S sayesinde ABD’nin artık bir harekât merkezi var, Andreas Papandreu Hava Üssü ABD, Fransız, Yunan hava kuvvetleri kullanımına açılmış durumda. Fransa ile 2020’de yürürlüğe giren savunma anlaşması ve ABD ile 2021 başında imzalanan anlaşmalar, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucusu belgesi 1960 antlaşmalarına aykırı.
Buradaki önemli nokta Kıbrıs Rum Kesimi tüm dünyaya kendisini 1960’da kurulan Cumhuriyet’in devamı, Kuzey Kıbrıs’ı da “işgal altındaki” toprakları olarak kabul ettirdi. Bu onların çok işine yarıyor ama aslında yaptıkları askeri anlaşmalar Kurucu Antlaşma’ya aykırı. Hukuktan gittiğimiz zaman Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadığı bir yere, mesela Avrupa Birliği’ne üyeliği de kurucu antlaşmalara aykırı ama kime ne anlatacağız?
İşin garip tarafı şu, Kurucu Antlaşma’yı bozan, polis, bürokrasi, bakanlar kurulu gibi yüzde 70 Rum, yüzde 30 Türk dengesini değiştirmeye çalışan Rumlar. 1962 ve 1963’te Türkleri azınlık konumuna düşürecek iki anayasa değişikliği teklifinde bulundular. Türkiye veto etti, 1963 Kanlı Noel’inden sonra da yönetimden çekildi. Bu, Kurucu Antlaşma ve Anayasa’nın ilk delinme çabasıydı. 1974’te Makarios’u deviren Nikos Sampson’un amacı Enosis’ti, bu da Kurucu Antlaşma’ya aykırı bir durumdu. Türkiye, garantör ülke sıfatıyla Ada’ya İngilizlerle birlikte müdahale etmek istedi. Londra müdahaleden kaçınınca Ankara tek başına uluslararası antlaşmalardan doğan hakkını kullandı. Antlaşmalara uygun davranan tek taraf Türkiye ama sonuca bakın. Bu arada İngiltere de Rumlarla anlaşma yaparak yönetimindeki üslerin topraklarından bir kısmını Rumlara bıraktı. Bu da kurucu antlaşmalara aykırı bir durum aslında.
Bugün Rumlar halen Kurucu Antlaşma yürürlükte gibi davranıyor hatta Türklere de gelin boykotu kaldırın diyor. Rum tarafının Türkçe haber vermesi, euro kabul edilinceye kadar parasında Türkçe Kıbrıs Lirası yazmasının falan temel sebebi bunlar. Rumların bu siyasi oyununu sadece Ankara değil, barış yanlısı Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden Cumhurbaşkanı seçilen Mehmet Ali Talat da geri çevirmişti. Maalesef artık Talat da yok ve Ada’daki muhalif çizgi daha çok AB üyesi olmanın avantajları ve euro üzerinden maaş alma kısmıyla ilgileniyor sorunun. Enerji pastasından Türkiye’yi mahrum bırakma operasyonunda bir sonraki adımın Rumların NATO üyeliğine vetomuzu kaldırmamız olacağı çok belli. Kötü olan, vetomuz devam ederken Güney Kıbrıs’ın başımıza çuval geçirmek için bir üsler bölgesi haline gelmesi.
Rusya KKTC’yi tanırsa ne olur?
Rus oligarklar için Güney Kıbrıs bankaları yıllarca para yıkama merkezi olmuştu. Sonra “Altın Pasaport” uygulaması adı altında Interpol’ün kırmızı bültenle aradığı suçlulara bile vatandaşlık sattıkları ortaya çıkmıştı.
ABD, Rumları yanına çekerek kara para aklama işine müdahale etti, Rus savaş gemilerine Rum limanlarından verilen yakıt-bakım hizmetini durdurdu. Ukrayna savaşının başlamasından sonra da Moskova-Güney Lefkoşa ilişkisi koptu.
Çoğumuz fark etmedik ama Putin, geçtiğimiz haftalarda Güney Kıbrıs’a Müslüman bir büyükelçi atadı. KKTC’nin kuruluş yıl dönümü olan 15 Kasım’da Rusya’dan Ercan’a ilk direkt uçak seferi yapılacağı söyleniyor. Bunun ardından da KKTC’nin Rusya tarafından tanınabileceği senaryoları üzerinde duruluyor.
Rusya bu adımları “Türkiye haklı” diye atıyorsa ne âlâ ama Rusya bu adımlara karşı “Siz de Ukrayna’dan ayrılan Lugansk ve Donetsk cumhuriyetleri tanıyın” derse ne olacak? Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan doğan haklarıyla Kıbrıs’a çıkmasıyla, Lugansk ve Donetsk’in durumunun benzer tek bir yanı bile yok. Böyle bir durum Rumların “Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarması” aynı şey yalanını daha inandırıcı hale getirir. 1959 Zürih, 1960 Londra antlaşmaları görmezden gelinse de Türkiye’nin haklılığının nişaneleridir.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024