Danıştay Daireler Kurulu, 8. Daire’nin Öğrenci Andı’nı kaldıran Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğini iptal eden kararını bozdu. Bu karara göre okullarda bundan sonra ‘Öğrenci Andı’ okunmayacak.
Ne diyor öğrenci andı:
“ Türk’üm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
1997 yılında yapılan değişiklikle anda şu sözler eklendi:
Çok futbolcu geldi geçti bu alemden, hiçbirisi onun kadar sevilmedi. İnönü Stadı’nda bir Norveç milli maçı anımsıyorum. O yıl Palermo’ya transfer olmuş, İtalya’dan milli maç için gelmişti. Bütün stadyum o sahaya çıkarken “Metin, Metin” diye inledi. Fenerlisi, Beşiktaşlısı çok çekmişti ondan. Bütün kalecilerin kâbusuydu. Ama rakipleri tarafından da sevildi. Güzel adamdı. Alabildiğine efendiydi. Eşsiz bir stili ve mucizevi bir gol atma yeteneği vardı. Sağ, sol, kafa bütün uzuvlarını neredeyse aynı ustalıkta kullanırdı. Her hareketi estetikti. Kafaya herkesten fazla yükselir, topla en uç noktada buluşur, bir an havada durur, kafayı vururdu. Üstelik sapına kadar ahlaklı bir sporcuydu. Ne hakemi aldattığını gördük, ne rakibine kasten faul yaptığını, ne bir kötü söz söylediğini. Tekme yemekten tahammülünün tükendiği birkaç vaka hariç...
***
Yıllar geçti... Bir gün Güneş gazetesinin kadrosuna spor yazarı olarak dahil oldu. Bir biçimde
Memleketin iki ana derdi var: Enflasyon ve işsizlik.
Üretim yetersiz kaldığı için enflasyon yüksek çıkıyor.
Üretim merkezleri ortadan kalktığı için işsizlik büyüyor, rekora ulaşıyor.
Bu konular yeni mi ortaya çıktı? Hayır. 2000’lerin başında Türkiye IMF programlarına kilitlendiğinde geleceğin fotoğrafı az çok belirmişti. O gün dayatılan (ve hâlâ uygulanan) programların ülkeyi buraya getireceği çok yazıldı, söylendi. Ama kulak tıkandı.
IMF programları sanayiyi bitirdi, tarımı daralttı, ekonomiyi inşaata yönlendirdi.
80 sonrası verilen liberal vaatler hatırlardadır.
Özelleştirme yapılacak, sermaye tabana yayılacak, işletmeler daha akılcı çalışacak, verim artacak, ülke zenginleşecekti.
Bu hızla Cumhuriyet döneminde kurulmuş ne kadar tesis ve fabrika varsa satıldı. İsdemir. Kardemir, Asilçelik, SEKA, Sümerbank tesisleri, Etibank tesisleri, PETLAS, TÜRBAN, HAVAŞ, USAŞ, SEKA, ET BALIK, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları, limanlar
8 Mart, dünyada “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor. Bizde de geçmişte kadın günü olarak kutlanırdı. Artık adeta “kadına şiddet günü” olarak anılıyor. Bakınız 8 Mart tarihli gazete yazılarına, televizyon programlarına... Yazılan, konuşulan genellikle kadına şiddet. Kadın denince akla artık ilk olarak şiddet geliyor.
Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde gazeteci bayramları da “gazeteciye şiddet günü” olarak anılacak. Gazeteciye saldırılar neredeyse gündelik hale geldi. Ayda en az bir iki gazeteciye saldırı olayı yaşıyoruz. Halk TV’de program yapan Levent Gültekin saldırıya maruz kalan (korkarız şimdilik) son isim oldu. Kanalın önünde 20-25 kişilik güruhun saldırısına uğradı.
Son bir yıl içinde Sabahattin Önkibar, Yavuz Selim Demirağ, Ahmet Takan, Murat İde, İzzet Tınmaz, Murat Üçkuş, Afşin Hatiboğlu, Kıymet Sarıyıldız, Orhan Uğuroğlu, Osman Güdü saldırılardan nasiplerini alan meslektaşlarımız. Bildiğimiz kadarıyla da şu anda bu saldırıları yapanlardan içeride olan yok.
Gültekin’e
Manken Aysun Kayacı’nın “Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi?” sözleri 14 yıldır tartışılıyor. Kayacı mankenliği çoktan bıraktı, evlendi, iki çocuk sahibi oldu, yurt dışına yerleşti ama o tek cümlesi hâlâ gündemde. Ne demek istemişti Kayacı:
“Dağdaki çobanla benim oyum eşit ağırlıkta yani 1 oy olarak sayılıyor ama öyle olmaması lazım, benim oyum daha değerli.” Kayacı’nın sözleri bu anlamda ele alındı ve demokratlar tarafından çokça eleştirildi.
Peki, çoban ile Kayacı’nın oyları bir mi gerçekten?
Prof. Barış Doster bu soruya son kitabında net bir yanıt getirdi:
- Çoban ile Kayacı’nın oy hakkı eşittir ama söz hakkı eşit değildir. Zenginin veya şöhret sahibinin sözüne kulak verilir, çobanın sözüne kulak verilmez. Çoban seçimden seçime oy kullanır, sesini hiçbir platformda duyuramaz. Toplumda ağırlığı olan kişi sesini her platformda duyurabilir. Oyların eşitliği lafta kalır.
KELEPÇE
Kadın cinayetleri tüm toplumu ettirecek kadar arttı. Kadına şiddet denince alınan
Liseli bıçkınlarız... Sene 60’lar... Kadıköy Altıyol’daki evimizin hemen yanında küçük boş bir arsa var. Oradaki gazoz fabrikasının işçileriyle minyatür maçlar yapıyoruz. Çalımlar atılıyor, artistik hareketler birbirini izliyor, goller sıralanıyor. Arsayı çeviren evlerin pencerelerinden bizi izleyenler oluyor. Fakat camın önünde oturan bir abla ile kardeş bize hiç bakmıyor. Abla ile kardeş; Duygu Asena ile kardeşi İnci Asena. Orasının yatak odası olduğu camın kenarındaki ranzadan anlaşılıyor. Günün her saatinde abla kardeş odada çene çalıyorlar. Mevzular o kadar ateşli olmalı ki başlarını çevirip pencereden dışarı birkaç saniye göz attıkları bile vaki olmuyor. Oysa biz mahallenin serserileri onlar için ne atraksiyonlar yapıyoruz sahada. Tek gözümüz topta, tek gözümüz onların penceresinde. İkisi de kızıl saçlı, alımlı kızlar. İnci Asena birkaç yıl sonra güzellik kraliçesi de seçildi malum. Bize gelince... Biz mahalle delikanlılarının kızlarla medeni ilişkiler kuracak cesaretimiz
Aydın Boysan ağabeyimle seyahate çıkıyoruz... Yıl 1992... Uçakla Helsinki... Helsinki’den Letonya’nın başkenti Riga.. Oradan Leningrad... Finlandiya Havayolları Finnair, Aydın ağabeyim için iki kişilik seyahat programı yapmış, o da refakatçi olarak beni davet etti, birlikte yollardayız...
***
Helsinki’de havaalanından otele giderken otobüste önümüzde iki hanım oturuyor. 50’li yaşlarda sempatik kadınlar. Aynı otele giriyoruz... Ertesi gün otelden çıkıp havaalanına giderken otobüste yine bu hanımlar var. Üstelik bizimle birlikte aynı uçağa biniyorlar. Letonya’nın başkenti Riga’ya birlikte iniyoruz. Adeta birbirimizi takip ediyoruz. Ertesi gün bir kafede Aydın Ağabey ile otururken kadınlardan biri önümüzden geçiyor. Artık dayanamıyor sesleniyoruz. Kadın dönüyor. Bize gülüyor. Kahve davetimizi geri çevirmeyerek masamıza geliyor... Arkadaşı otelde kalmış, o yalnız başına gezintiye çıkmış. Adının İngrid olduğunu öğreniyoruz... Arkadaşı Betty ile birlikte Letonya’ya eski akrabalarını görmek için
“Atatürk klasik müzik ve halk müziğini yasaklatmıştı...”
Bu ağızlarda sakız haline gelen yalanı son olarak TV’de birkaç gün önce de bir profesör hanımın ağzından duyduk.
Evet, 1934 yılında klasik müzik radyolardan sekiz aylığına kaldırıldı. O günlerde Atatürk’ün “Bu musiki bizim heyecanımızı ifade etmekten uzaktır” gibi sözleri çok işitiliyordu. O yıl Meclis açış konuşmasında da bu konuya değinince İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın emriyle radyolarda alaturka çalınması yasaklandı. Resmi yasak yoktu. Sekiz ay sonra Atatürk’ün emriyle normale dönüldü.
Karar hemen yurt çapında eleştirilere yol açtı. Atatürk de rahatsızdı eleştirilerden. Bir gün tiyatro sanatçısı Vasfi Rıza Zobu’yu Köşk’e davet etti. Yemek sonrası ondan bir oyunda söylediği “Ah o güzel gözlerine hayran olayım” şarkısını söylemesini istedi. Vasfi Rıza şarkıyı okudu. Atatürk şöyle dedi:
“Şu okunan ne güzel bir eser, ben de zevkle dinledim. Ama bir Avrupalıya