1944 yılının ilk ayları. Bilim adamlarının merak ettiği bir konu var: Neden Alman askerleri hâlâ ölümüne savaşıyorlar? Belli ki savaş kaybediliyor. Belli ki artık sona gelinmiş. Ruslar ve müttefikler arasında sıkışıp kalmışsın. Sayın giderek azalıyor, kazanmak imkânsız. Neden hâlâ bitmek tükenmek bilmeyen bir arzu ve hırsla saldırıyorsun, sonunu bile bile? Silahları bırakıp teslim olabilirler oysaki.
Bilim adamlarının o dönem genel kanısı, beyinlerinin yıkandığı yönünde. Kimileri de ideolojiye bağlılıktan bahsediyor. Nazizm’e o kadar inanmışlar ki kanlarının son damlasına kadar Nazi ideali için savaşıyorlar. O kadar ikna olmuşlar ki tarihin doğru ve haklı tarafında olduklarına, o yüzden sona gelindiği ortadayken hâlâ ölümü göze alıyorlar. Yıllarca Hollywood da bunu kanıtlamaya çalıştı. Beyinleri yıkanmış kötülük makineleri...
Savaş sonrası bazı araştırmalara göre ortalama bir Wermacht askerinin karşısındaki İngiliz ya da Amerikalı askerden yüzde 50 daha etkili olduğu ortaya çıkmış. Müttefiklerin bayağı canını sıkmış bu gelişme ve savaş sonrasında araştırmaya başlamışlar. Sonunda, teslim alınan Alman askerleriyle uzun mülakatlar yapan sosyolog Morris Janovitz, durumun hiç de sandıkları gibi olmadığını anlamaya başlamış.
Bilim adamları da siyasiler de askerler de Almanların bu savaşma hırsını anlamlandırmaya çalışırken hep yanlış yerlere odaklandıkları ortaya çıkmış. Nazizm’e çok bağlı olduklarından mı, kanlarının son damlasına kadar savaşmış bu Almanlar? Hayır. Beyinleri mi yıkanmış? Hiç alakası yok. Peki, vatan sevgisi ve kahramanlık hissiyle mi dolup taşıyorlarmış? Hayır. O da değil.
“Kamaradschaft”, Almancası bu. Türkçesi arkadaşlık. Normal hayatlarında fırıncı, terzi, manav, öğretmen falan olan bu insanlar cephede giderek zorlaşan şartlarda birbirlerine daha da yaklaşmışlardı. Dayanışma üst düzeydeydi. Kimse arkadaşını geride bırakmıyordu. Nazizm için değil, vatan millet edebiyatı değil, kahramanlık olsun diye değil. Birilerine bir şey ispat etmek için değil. Öyle eğitildikleri için değil. Şeytani birer ölüm makinesi oldukları için de değil. İnsan oldukları için, arkadaş oldukları için, şartlar onları kol kola, omuz omuza getirdiği için ve elbette hayatta kalmak için savaşıyorlardı. Baskı arttıkça daha iyi savaştılar, baskı arttıkça dayanışma arttı.
Bir Alman askeri şöyle demiş: “Nazizm cephenin 10 kilometre gerisinden başlar. Cephede sadece hayatta kalmak için dayanışma ve arkadaşlık var. Başka bir şey düşünmüyorduk.”
4 bin Alman askeriyle yapılan mülakatların yazılı olduğu 150 bin sayfa belge 2001 yılında gün ışığına çıkmış. Bu bilgiler ve daha fazlası Rutger Bregman’ın “Humankind” ismli kitabında yer alıyor.
Bu kitaptaki enteresan ve güncel bir diğer konu da şehirlere ve sivil hedeflere atılan bombaların sanılanın aksine çözülmeye değil daha da güçlü bir bütünleşme ve dayanışmaya neden olduğu. İkinci Dünya Savaşı’nda ne müttefiklerin Almanların tepesine attığı bombalar ne de Almanların İngiltere’deki şehirlere yaptığı saldırılar çözülmeye neden oluyor. Aksine, halk dayanışıyor, örgütleniyor daha da fazla bir araya geliyor. Baskı ne kadar artarsa, dayanışma o kadar güçleniyor.
Bu kitabı geçen yıl okurken Avrupa’nın göbeğinde yeniden savaş manzaraları izleyeceğimizi bilmiyordum. Rusya Ukrayna’daki şehirlere bomba yağdırıyor ama çözülme var mı? Hayır. Rus askerleri birer şeytani kötülük makinesi mi? Hayır.
Bombalamak işe yaramamış, yaramaz, yaramayacak.
Ve asıl mesele şu ki ideolojiler cephenin gerisinde. Cephede mutlak bir hayatta kalma mücadelesi ve bunun gereği olan dayanışma var. Arkadaşlık var. Şeytan arayan birinin cephe gerisine bakması gerekiyor galiba.