Diyarbakır
Süreçle ilgili kaygıların kaynağını Abdullah Öcalan’a ne verildiği veya ne taahhüt edildiği sorusu oluşturuyor.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu sık sık bu soruyu soruyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da hiçbir şey verilmediğini, bir taahhütte bulunulmadığını, bir pazarlık yapılmadığı yanıtını veriyor.
Bu yanıt, muhalefeti tatmin etmiyor; yani mesele 12 kanallı televizyon muydu ki, bunu verince her şey çözüldü, diye sormaya devam ediyorlar.
Aynı kapıya çıkan soruyu Diyarbakır’daki toplantımızda Aslı Aydıntaşbaş, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’a, “Örgütten Öcalan’a sitem var, karşılığında ne aldın da bizden bunu istiyorsun, diyorlar” biçiminde yöneltti.
Atalay, sorunun bitmesini beklemeden biraz sitem yüklü bir tonla hemen yanıt verdi?
“Ne alması gerekiyormuş!”
Soru bittikten sonra devam etti:
“Şimdi bakın; inanın terörle verilecek hiçbir şey yok. Hiçbir şey kalmadı. Terörle varacakları bir yer yok. Bunu söylerken şunu kastediyorum, yani ne alacak? Ne kaldı? Ben bunu onlara soruyorum. Türkiye’de 10 yılda attığımız adımları biriyle pazarlık yaparak atmadık. İnandığımız için attık. Makul olanı yapmaya çalıştık. Yani bütün bu sorunlar bitsin, terörün istismar edeceği zemin kalmasın, diye yaptık. Dolayısıyla şu anda bir şeyin alındığı, bir şeyin verildiği yok. Asla söz konusu değil. Şunu da söyleyeyim, eğer Türkiye’yi bölmek istiyorsan, ona da Türkiye’de kimse müsaade etmez! Öyle bir şey mümkün olmaz. Onun dışında bu ülkede çok seslilik içinde, bütün hakkıyla, hukukuyla, refah seviyesiyle yaşamak istiyorsa, biz de zaten onun için çalışıyoruz.”
Atalay’ın verdiği mesaj, bu alanda yapılanların sorunun esasını çözdüğü, geriye büyük bir sorun kalmadığı...
“(Öcalan’ın) daha ne alması gerekiyormuş” diye sorması, bundan...
Başbakan Erdoğan da bir süre önce, “Kürt sorunu yoktur Kürt vatandaşlarımızın bazı sorunları var” derken, aynı mesajı veriyordu.
Hükümet, Kürt kimliğinin tanınması, TRT’de 24 saat Kürtçe yayın, cezaevlerinde Kürt iletişimi, Kürtçe savunma, Kürtçe propaganda serbestliği, Kürtçe hutbe, kitap, gazete, radyo, televizyon, Habur, Oslo, İmralı’da masaya oturma derken, Öcalan’ın artık isteyeceği bir şey kalmadığını düşünüyor.
Daha ne istiyorlar?
Başlanıç noktasına bakılırsa, idam cezasının kaldırılmasından sonra başlayan AB’ye uyum sürecinin hızlandırdığı reformlar, PKK’nın da birçok talebinin karşılanmasıyla sonuçlandı. Bu bakış açısıyla hükümet, artık isteyecekleri bir şey kalmadığı düşüncesinde...
Ancak PKK tarafı aynı düşüncede değil. Son 10 yılda atılan adımları “yetmez ama evet” diye memnuniyetle karşıladılar, kazanım saydılar. Buna karşın henüz nihai hedefe ilişkin başka talepleri de var.
Aynı soruyu bir gün önce bize Belediye Başkanı Osman Baydemir’in verdiği yemekte BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’a sordum:
- Ne istiyorsunuz?
- Bu süreçle ilgili değil ama biz önerilerimizi yeni anayasa metni olarak Meclis’e verdik.
Kışanak’ın bu yanıtı, daha ne istendiğini de kapsıyor. BDP, yasama ve yürütme yetkisini bölge meclisleri ve bölge başkanları eliyle bölüşmek istiyor.
Adı konmamış bir federasyon öneriyor.
Atalay’ın sorusunun yanıtı da böyle ortaya çıkıyor.
Küller altında mücevher
Diyarbakır’da dinlemeden önce Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in bu kadar iyi bir hatip olduğunu bilmiyordum. Eker, Diyarbakır’ı, insanıyla, yaşamıyla, kültürüyle, dünü ve bugünüyle felsefik bir derinlik içinde ve çarpıcı benzetmelerle çok iyi anlattı.
“Bereketli Hilal”den, insanoğlunun buğdayı ilk kez Diyarbakır’da terbiye ettiğinden söz ederken tarımdan çok medeniyetin Karacadağ’ın eteklerinde başladığını duyuruyordu.
“Bu şehir bir karpuza indirgenemez” derken, kaç medeniyetin Diyarbakır’ın beşiğinde sallanarak büyüdüğünü unutmayın, diyordu. “Biz” diyordu, “Bu şehri kara dumanlardan, ağıtlardan, molotoflardan, yakılan yıkılan yerlerden ibaret biliyoruz ama Diyarbakır küller altında bir mücevherdir.”