BÜLENT AKARCALI - “Öncelikle şunu iyi bilmemiz gerekir ki, Ukrayna krizi 21. Yüzyıl'ı siyasi, mali, ticari ve ekonomik açıdan yönlendirebilecek radikal değişikliklere ve gelişmelere yol açabilecek potansiyel risk ve tehlikelerle doludur. Zaman görünen küçük hesapların değil, büyük strateji arkasında gizlenen yüksek çıkarların fark edilme zamanıdır.”
Bu tespit, Dr. Nejat Tarakçı tarafından Tasam - Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi web sitesinde Haziran 2014 tarihindeki yazısından alıntıdır. Ukrayna’nın nasıl İlahlara kurban edileceğini bu günü yaşar gibi yazmış. Tam metin Tasam sitesindedir.
Durum
ABD’nin sınır tanımayan kibre dayalı, kendini herkesten üstün gören ve megalomanlığa dönüşen dış politikası, AB’nin basiretsizliği, ortak siyasi irade koyamama çaresizliği; her ikisinin, yıllardır uyarılarına cevap vermedikleri Putin’in söylemlerini dikkate almamaları hatta değer vermemeleri, daha doğrusu bugünkü Rusya’nın Boris Yeltsin döneminin Rusya’sı olmadığını anlamak
Dr. Orhan Karaoğlu - Uluslararası İlişkiler Uzmanı Rusya Devlet Başkanı, sadece Minsk Barış Sürecini başarısızlığa uğratmakla kalmıyor, Soğuk Savaşı geri getiriyor. Ukrayna'da krizi geleceğin dünya düzeni için bizlere ipucu veriyor.
Şimdi Ukrayna ile -kimilerine göre beklenmedik bir şekilde, kimilerine göre ise beklenildiği gibi- uzun zamandır korkulan savaş başladı. Batı'daki bölünme, son Münih Güvenlik Konferansı'nda da iyice ortaya çıkmıştı. Amerikalılar savaş olacak derken Avrupalılar aksini iddia ederek Putin’in bunu yapmayacağını, hepsinin sadece taktik olduğunu vurgulamışlardı. Avrupa Putin'in sağduyusuna, Amerikalılar ise kendi sağduyularına güvendi.
Putin'in 21 Şubat 2022’de Avrupa'yı savaşın eşiğine getiren tarihi konuşması, Batı'yı küçümsemeyle, Rusya'nın geçmişteki büyüklüğünden duyduğu incinmiş gururla ve Putin'in Rusya'nın tarihi olarak hak ettiğine inandığı şeyi geri almaya yönelik kelimelerle doluydu. Putin'in yüzündeki ifadeden, iddia ettiği adaletsizlikten duyduğu öfke okunabiliyordu. Tarihi Rusya'yı bir arada tutmadığı
CENGİZ KUDAY-<br>Aynı benzer olaylar 2. Dünya Savaşı'nda da oldu. Esasen 1. Dünya Savaşı’nın bir devamı olarak kabul edilen 2. Dünya Savaşı 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başlamıştı. O tarihte hiç kimse bu savaşın ne kadar süreceğini ve nelere mal olacağını bilemezdi. Alman ordusunun Polonya’yı işgalini takiben İngiliz hükümeti Hitler’e bir ültimatom göndererek 3 Eylül’e kadar Polonya’dan çıkmasını istedi. Almanya işgalindeki Varşova enkazdan ibaretti ve sivil halktan da ağır kayıp verilmişti; savaş artık şehrin içinde sürüyordu ve tren istasyonları da işgal altında idi. Takip eden günlerde Stalingrad kuşatmasında da sokak sokak, ev ev efsanevi bir mücadele başladı.
Ardından 1941 yılındaki Kiev müdafasında Ruslar savaşın en fazla kaybını burada verdi. Yüzbinlerce Kızılordu askeri burada hayatını kaybetti, ama Kiev Almanların eline geçti. 2 Şubat 1943’te silahlar nihayet sustuğunda geri çekilen taraf o güne değin yenilmemiş olan Alman ordusu idi ve 2. Dünya Savaşı’nın
Cengiz Kuday - Nisan 1999'da New Orleans’ta yapılan Nöroşirürji kongresindeydim (American Association of Neurological Surgeons-AANS).
Bu toplantının onur konuğu olarak eski ABD Başkanı George Bush’un yaptığı açılış konuşması hala kulaklarımda. Aynı konuşma 28 Nisan 1999 tarihli The Times Picayune gazetesinde de yayımlanmıştır. Bush konuşmasında, Yugoslav Başkan Miloşeviç’in bir tiran olduğunu ve tiranların durdurulmaları gerektiğini söylemişti. Miloşeviç’in dünya için ciddi bir tehlike oluşturduğunu, cinayetler işleyen bu diktatörün daha barışçıl ve demokratik değerler adına durdurulması gerektiğini belirttikten sonra, ABD’nin bu misyonu yüklenmesi gerektiğini vurgulamıştı.
Baba Bush’un işsizlik sıkıntısı
Daha sonra 1991 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgaline ve Amerika’nın müdahalesine değinen Bush’a dinleyiciler tarafından Kuveyt’in işgali sırasında Irak’a yapılan operasyonda Bağdat’a neden girilmediği şeklinde bir soru yöneltildi. Bu soru üzerine Bush, Amerika’nın yine aynı prensipler doğrultusunda hareket ettiğini
BİLGAY DUMAN<br>Bir süredir uluslararası siyasetin ana gündem maddesi olan Rusya’nın Ukrayna karşısındaki saldırgan tutumu, 24 Şubat sabahı itibariyle açık bir müdahaleye dönüştü. Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bağımsızlığını tanıdığı Ukrayna'daki Rusya yanlısı ayrılıkçıların kontrol ettiği bölgelerin (Donetsk ve Luhansk) talebi üzerine askeri harekât başlattığını açıklasa da, Rus ordusu Ukrayna’nın Odessa, Mariupol gibi kentlerine çıkarma yapıyor, Ukrayna’nın başkenti Kiev bile Rusların bombalamalarına sahne oluyor.
2014’te Rusya’nın Kırım’ı ilhak ve işgal süreciyle patlak veren krizin, bugün itibariyle boyut değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Rusya’nın bu hamlesinin küresel siyaseti ve uluslararası sistemi yeniden kurgulayacağını öngörmek mümkün. Zira Rusya’nın Ukrayna'ya müdahalesinin, farklı bölgeler ve alanları da etkilemesi söz konusu.
Bu anlamda Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesiyle, Rus varlığının bizzat kendini gösterdiği Ortadoğu’da da
Bülent Akarcalı - AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilciliği gibi çok önemli bir mevkii işgal eden Josep Borrell, sözcüsü Peter Stano aracılığıyla, Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun Lozan Antlaşması’na aykırı bir şeklide silahlandırılan adalarla ilgili olarak verdiği beyanatın içeriğini saptırarak; “kullandığı ifadelerin, Yunanistan’ın bazı adaları üzerindeki egemenliğini sorgular nitelikte olup, bu gibi açıklamaların zarar verici olduğunu ve ayrıca Çavuşoğlu’nun sözlerinin Avrupa Konseyi’nin Doğu Akdeniz’de gerilimi düşürmeye yönelik çabalarla da çeliştiğini iddia ediyor, Türkiye kışkırtıcı ifade ve eylemlerden kaçınmalı, iyi komşuluk ilişkilerini taahhüt etmeli ve her türlü ihtilafı barışçıl biçimde çözmek için çabalamaları ve uluslararası anlaşmalara saygı gösterilmeli” sözleriyle noktalıyor.
Bu beyanatın içeriğini incelemeden önce Bay Stano ile Borell’in kimler olduğuna bir bakalım.
Bay
Bilgay Duman / bilgay.duman@gmail.com
Son dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yönelik Şii yapılarca üstlenilen saldırılar, Ortadoğu’nun ana gündem maddesi haline geldi. BAE’de sanayi bölgesine yapılan saldırıyı kendini Ensarullah olarak ifade eden Yemenli Şii grup Husiler üstlenirken, bir diğerini de İran’a yakınlığı olan ve Irak’taki Şii milis grubu Ketaib Hizbullah’a bağlı olduğu söylenilen Awliyat al-Waad el-Haq isimli gölge/hayalet bir yapı üstlendi. Söz konusu saldırılar da, Ortadoğu Şii siyasetini yeniden tartışmaya açtı.
Bu noktada sorulması gereken sorular var. İran bu sürecin neresinde? Şii gruplar arasında yeniden konsolidasyon mu yoksa bir ayrışma mı var? Şii gruplar arasındaki iç dinamikler Ortadoğu’daki normalleşme sürecini nasıl etkiler ya da etkileyebilir mi? Irak, Suriye, Yemen krizleri dönüşür mü?
Şiiliği, Müslüman bir mezhep olarak, genel itibariyle Hz. Muhammed’in vefatından sonra devlet yönetiminin Hz. Ali’ye ve onun soyundan gelenlere ait olduğu düşüncesi etrafında birleşen grupların
Ahmet Yavuz - Mesele çok boyutlu. Krizin merkezinde coğrafi olarak Ukrayna var. Esasında savaş küresel güçler arasında cereyan ediyor. Büyük bir bilek güreşi sürüyor. Krizin bir yanında Rusya diğer yanında ABD var. Rusya'nın isteği açık: "Ukrayna Batı kampına dahil olmasın!" ABD'nin, yanında saf tutan İngiltere'yle birlikte iki büyük beklentisi var: "Rusya'yı Ukrayna'da savaşa çekerek krize sürüklemek" ve "NATO ekseninde gücünü birleştirmek ve tahkim etmek"...
Sebebi belli: Artık ABD tek süper güç değil ve yeni gücüne göre strateji geliştiriyor. ABD'nin sıkıntısı Almanya ve Fransa'nın ikna olmamasıdır. Onlar için kendi ulusal çıkarları öncelikli. Başta Rusya'daki yatırımlar, ortak ticaret ve en önemlisi özellikle Almanya için enerji alanı...
Çin-Rusya devlet başkanlarının 4 Şubat 2022’de Pekin zirvesinde sergiledikleri görüntü dünyanın giderek iki kutuplu hale gelmekte olduğunun resmidir. Henüz tam olarak şekillenmiş değil zira Çin'in özellikle askeri alanda zamana