Dünün küreselcileri bugünün mikro-devletçileri

3 Ekim 2017

İspanya’da Katalonya’da olanlar ve hem Madrid’in hem de AB’nin karşı çıkmasına rağmen yapılan referandum, özünde Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi sorunların doğrudan ürettiği bir sürecin son halkasıdır.

Almanya seçimlerinde ırkçı partinin elli yıl sonra meclise girmesi ve sağ-sol olarak merkez Alman siyasetinin çökmesi ile İspanya’daki sorunun kaynağı aynıdır: 2008’de ABD’de finansal kriz olarak başlayan derin sistemik krizin tüm Batı’da topyekûn ekonomik ve siyasi altüst oluş krizine dönüşmesi...

Katalonya, İspanya’da zenginliği (refahı) üreten bir bölge. Katalanlar, genel ekonomiye aldıklarından daha fazla katkı yapıyorlar. Bu bölge GSYİH’nin yüzde 19’unu üretiyor ve her yıl yaklaşık 10 milyar euro bu bölgeden, net kaynak aktarımı olarak çıkıyor. Başka bir deyişle, Katalanların verdikleri vergi, bölgelerine aldıkları yatırım ve hizmeti 10 milyar euro aşıyor. Barcelona’da yaşayanlara göre Madrid taşra.

Ortak yoksulluk

İktisadi olarak baktığımızda bu durum, dünyanın bir çok ulus-devletinde görülen bir bölgesel farklılık. Ancak tarihsel olarak farklı coğrafi etnik kümelenmeleri barındıran ulus-devletlerde zengin olanın ayrılma isteği, ellerindeki zenginliğin merkezi

Yazının Devamı

Devletin yeni rolü...

28 Eylül 2017

Dün Türkiye’nin ekonomideki 2020’ye kadar yol haritası açıklandı. Orta Vadeli Program, (OVP) geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi, gerçekçi ve Türkiye’nin önündeki fırsatları, zorlukları ve avantajları gören yenilikçi bir metin olarak hazırlanmış.

Bu çerçevede dün açıklanan OVP, öncelikle Türkiye’nin, önümüzdeki üç yıldaki büyüme potansiyelini görüyor ve bunu teslim ediyor. Büyüme potansiyelini, enflasyon, cari açık için sorun gören bir yanlış bakış açısından hareket etmiyor. Esasında bu OVP ile devletin ekonomideki yeri ve yapacakları sahici olarak belirlenmiş oluyor. Bunu bir başka açıdan şöyle söyleyebiliriz; devlet, açık, rekabetçi bir ekonomide piyasaların önüne geçerek, yolu açma, belirsizlikleri ortadan kaldırma yönünde kurumsal adımlar atıyor.

Devlet ve ekonomi...

Türkiye’de devlet-ekonomi ilişkisini temel olarak üç dönemde -belki- ele alabiliriz. Birincisi, Cumhuriyet'in kurulması ve tek parti dönemi, ikincisi 27 Mayıs askeri darbesinden sonra başlayan “planlı dönem” ve son olarak 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan ve Özal'lı yıllarla devam eden “dışa açılma” dönemi.

Bu sonuncusunda devletin hızla geriye çekilmesi ve Türkiye’nin ekonomi yönetiminin küresel sistemin

Yazının Devamı

OVP öncesi büyüme-kalkınma egzersizleri

26 Eylül 2017

Türkiye’nin, nihayet -geçmiş olanlarla karşılaştırıldığında- görece iddialı bir Orta Vadeli Program’la (OVP) tanışacağını söyleyebiliriz. Başbakan’ın dün açıkladığı büyüme hedefleri -iddialı olmasa da- önemli. (Her yıl için yüzde 5.5)

Türkiye, daha önceki OVP’lerde ülkenin iç dinamiklerinden ziyade a) dış dünyanın büyüme ortalamasını, b) Türkiye’ye önerilen enflasyon, dış açık hedeflerine bağlı olarak oluşturulan genel dengeyi, c) faiz dışı fazla hedefine bağlı olarak kamu dengesini büyümenin temel belirleyicileri olarak ele alıyor ve bunun sonucunda yüzde 4’ü aşan bir büyüme sürekliliğinin enflasyon-dış açık, bütçe-faiz dışı fazla hedeflerinde önemli sapmalar ve kriz oluşturacağı varsayımıyla, büyüme hedefleri -şartlar ne olursa olsun- en çok yüzde 3.5-4 sevilerinde tutuluyordu. Hatta merkez bankasının enflasyon hedeflerine ve cari açığa bağlı olarak, OVP’lerde aşağı yönlü revizyon yapılması da adettendi.

Hedefler ve politika...

Bu OVP’de tabii ki “eskinin” izleri var. Örneğin, enflasyon hâlâ işsizliğe göre iddialı hedef.

Oysa tam tersi olması gerekir. İşsizlik, enflasyona göre, iddialı hedef olması gerekir.

Türkiye’de, temel üretim faktörlerinin büyümeye sürekli ve artan oranlı

Yazının Devamı

Bir ahlaki çöküş hikâyesi ve yükselen ekonomiler...

21 Eylül 2017

Türkiye’nin 2017 büyüme performansının “beklentilerin” üzerinde gerçekleşmesi karşısında şaşkına dönen bir kesim var. Bu köşede Türkiye’nin yeni büyüme yoluna ilişkin, son büyüme rakamlarına bağlı olarak çok yazı yazdım. Bunları tekrar etmeyeceğim, arşivde var.

Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, 2016 3. çeyrekteki 1.8’lik daralmanın üstüne atlayarak Türkiye ekonomisi çöküyor diye rapor yayımlayan Alman devletinin yalnız ekonomik olarak değil, öyle anlaşılıyor ki politik olarak da yönettiği ve kullandığı Commerzbank üzerinde durmak gerek.

Commerzbank, yılın ikinci çeyreğinde beklentilerin üzerinde zarar eden ve bu zararla birlikte bilanço bozulması giderek artan bir banka. Ayrıca bankanın bu zararında, teknik deyimle, yönetimin moral hazard (yönetimin ahlaki düşkünlüğü) durumunda olmasının etkisi büyük. Çünkü Commerzbank geçen sene (2016’nın aynı döneminde) 215 milyon euro kâr etmişti. Tam bir yılda bankanın net 637 milyon zarara geçmesinde moral hazard etkisi tartışılmaz.

Yalnız Türkiye ile ilgili yalan yanlış raporlarla yatırımcısını yanıltması ve yüzlerce çalışanını, beklenmedik şekilde işten çıkarması bile başlı başına moral hazard’dır.

Yatırımcısını yanıttı...

Tabii

Yazının Devamı

BM ve 20. yüzyıl düzeni...

19 Eylül 2017

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun olağan toplantıları vesilesiyle, geçen sene olduğu gibi, bu yıl da New York’a geldik. BM’de teorik olarak her ülkenin oy hakkı var. Ancak Genel Kurul’da alınan kararlar, nihai olarak Güvenlik Konseyi’ne gider ve burada veto hakkına sahip beş ülke vardır. 2. Dünya Savaşı’nı galip bitiren ABD, Rusya, Fransa, İngiltere ve Çin Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip daimi beş üyesidir. Dolayısıyla, BM, iki dünya savaşı sonrası tesis edilen paradigmayı meşrulaştırarak sürdüren bir statüko ve hegemonya aracıdır. Dünyanın bu anlamda “beşten büyük” olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, hiç şüphesiz bu yıl da Genel Kurul’da yapacağı konuşmada bu gerçeği son yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak da dile getirecek. Esasında BM’nin işlevini yitirmiş bir kurum olduğunu yalnız Türkiye dile getirmiyor. BM’ye ev sahipliği yapan ve Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olan ABD’nin yeni başkanı Trump, BM’yi diplomatların hoşça vakit geçirdiği “kulüp” olarak eleştirmişti. Aslında bunu eleştiriden çok samimi bir itiraf olarak anlamamız gerekir. Hayli gerçekçi bir başkan olan Trump, esasında “BM’de olan biten, alınan kararlar, yapılan

Yazının Devamı

Güvenliğin temeli doğru ekonomi-politikasıdır!

14 Eylül 2017

Bir ülkenin ekonomi politikaları, nihai olarak, dünya siyasi sistemi içindeki pozisyonuna, rolüne ve gücüne göre belirlenir. Ama bu gücü, rolü de siyaset kurumu ve doğru liderlik nihai olarak belirler.

Dünya siyasetinde o anki statükonun size biçtiği rolün dışında bir dış politika ve bir duruş belirleyemezseniz, ekonomide de bir iddianız olmaz ve ülkenin ekonomi-politikası dediğiniz “şey” yalnızca küresel ekonominin gerekleri adı altında Washington, Londra ve Frankfurt’un izini takip etmek olur.

Mesela “onların” merkez bankaları büyümeden istihdama kadar refahının bütün değişkenlerini politikalarının temeli yaparken sizin merkez bankanızın, yalnız enflasyona odaklanarak, muğlak bir finansal istikrar oyununu sürdürmesi istenir; siz de buna razı olursunuz. Aslında bu “razı olmak” bir bütündür.

SİHA meselesi...

Yani ekonomi tarafı böyleyse dış güvenlik, dış güvenlik siyaseti, enerji politikaları, dış politika tarafı da böyledir. Örneğin, Türkiye, şimdilerde dış güvenlik konusunda bağımsız bir devlet olarak, çok önemli adımlar atıyor. İnsansız Hava Araçları üretimi ve teknolojisinde, çok kısa bir sürede, dünya teknolojisini yakaladık hatta bu alandaki en gelişmiş hava araçlarını,

Yazının Devamı

Yeni büyümenin hikâyesi

12 Eylül 2017

Dün gelen büyüme verisi üzerinde durmalıyız. Türkiye, 2016’da -15 Temmuz’un da etkisiyle- 2016 yılının 3. çeyreğinde 1.8 küçülmüştü. Ancak son çeyrekten sonra hızlı bir toparlanma görmeye başladık. Esasında şimdiki büyümenin ilk ivmesi 2016 yılının son çeyreğidir. 2016 yılının son çeyreğinde beklenti en çok 2 civarındaydı. Ancak gelen yüzde 3.5 büyüme hızı, iç tüketime bağlı hızlı bir toparlanma olduğunu ortaya koyuyordu.

İşte tam burada siyasetin payını tam şimdi konuşmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye, Batı, siyasi olarak, kabul etmek istemese bile, siyasette daha güvenli, istikrarlı bir yola girmişti. Ekonomi politikalarında da, eskisi gibi, savrulmayan ve “bir adım ileri, iki adım geri” patinajından çıkan yeni bir yolun ilk işaretlerini görmeye başlamıştık. 15 Temmuz’un şokunu atlatan iç piyasa, 2016 yılının son üç ayında yeni dönemin uzun ve istikrarlı bir yolun başlangıcı olduğunu adeta kabul etti.

Siyaset ve büyüme...

Siyasi istikrar, terörle kararlı mücadele ve buna bağlı olarak, alınan sonuçlar, birbirini tetikleyen iki önemli gelişmeye yol açtı. Birincisi, yatırım ortamı iyileşmiş ve hem iç hem de dış yatırımcının iştahı yerine gelmişti; ikincisi, banka ve finans sistemi bu

Yazının Devamı

Enflasyonla mücadele işsizlikle mücadeledir!

7 Eylül 2017

Ağustos ayı enflasyon rakamları biraz beklenenin üzerinde gelince “Frene basalım” çevresi yeniden sahneye arz-ı endam etti. Yüksek büyümeye utangaçça yapılan övgülerin yerini o bildik büyüme-enflasyon analizleri aldı.

Türkiye’nin ortalama yüzde 5’in üzerinde büyümesi, kronik enflasyon nedenidir” tezi ancak yanlış ekonomi politikalarının sonucu olarak doğrudur. Tam aksine, ihracat-sanayi merkezli, kapsayıcı-yüksek bir büyüme enflasyonist bir sürecin temel ilacıdır.

Öncelikle Türkiye’deki enflasyon meselesi-süreci- konusunda şunu belirtmek gerekiyor; şu an TCMB, enflasyon hedeflemesi çerçevesinde uygulayabileceği en sıkı para politikası duruşunu sergiliyor. Enflasyon -görev tanımı gereği- TCMB’nin şu an öncelikli meselesi. Bundan dolayıdır ki Merkez Bankası çok yönlü, çok boyutlu bir enflasyon karşıtı politika yürütüyor. Bu anlamda Merkez Bankası mücadele alanını yalnızca para politikası patikasıyla sınırlı tutmuyor. Gıda enflasyonu, ara malı ithaline bağlı fiyat şişkinlikleri de bankanın doğrudan uğraş ve ilgi alanları...

Nasıl bir mücadele?

Şu an üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasında, üretici enflasyonu şişkinliğiyle kendisini gösteren fark, Türkiye’deki enflasyonun

Yazının Devamı