Aziz Yıldırım’ın Türk futboluna kötü bir mirası var; o da hakemlere yönelik tarzı.
Yakın geçmişte beğenmediği hakemi soyunma odası kapısında karşılar, kendince ayar verirdi...
Örneğin, 2006-07 sezonunda bir Beşiktaş derbisi sonrası hakeme ağır şekilde hakaret ettiği için bir yıl ceza almıştı. Sonra aynı gerekçeyle defalarca canı yandı.
Felaket senaryosu
Şimdilerde hızı kesilse de, yarattığı rol modeli ne yazık ki, diğer başkan ve yöneticilere örnek olmaya başladı. Adı da ilginçtir hep “hak aramak” oldu!
Salı gününden beri Trabzonspor başkanı ve yöneticilerinin aldığı ağır cezalar konuşuluyor. Tahkim Kurulu bozmaz ise, tarihe ibretlik bir not olarak düşecek hepsi.
Tabii ülkenin Cumhuriyet savcıları harekete geçip, 6222 Şiddet Yasası hükümleri gereği dava açıp, daha ağır yaptırımlar talep etmez ise...
Evet Sayın İbrahim Hacıosmanoğlu... Aynen dediğiniz gibi. Devletin, valinin, emniyet müdürünün olduğu yerde bir kulüp başkanı çıkıp hakemleri zorla alıkoyamaz.
“Ben gelene kadar çıkarmayın onları” talimatı veremez.
Bir yöneticiniz “Kapıları biz kilitledik. Kalsınlar içeride, akılları başlarına gelsin” diye gözdağı veremez.
Bir başkası odanın kapısına dayanıp “Vuracağız sizi” şeklinde tehdit edemez.
Yasaya göre “kamu görevlisi” sayılan hakemleri gerekçesi ne olursa olsun, kimse kendi adaletine göre cezalandırmaya kalkamaz.
Aynen dediğiniz gibi Sayın Hacıosmanoğlu...
Demokratik bir hukuk devletinde, ilgili onca makam varken hiçbir kurum ve kişilik dağ kanunlarını uygulayamaz!
Şota Arveladze iyi futbolcuydu. En iyi dönemlerini yaşadı bordo-mavili forma altında. Keşke Trabzonspor tarihinde hep öyle kalsaydı. Teknik direktör olarak geri döndüğü eski takımında kredisini kısa sürede tüketip tartışılır hale gelmesi, gerçekten trajik bir durum.
Trabzonspor’a oynattığı futbol, oyuncu tercihleri ve içeride yaşanan krizleri yönetememesi, sadece Şota’ya değil takıma da ciddi zarar vermeye başladı.
4 hafta süren kâbusun Sivasspor maçıyla sona erdiğini düşünmek için dün gece Trabzonspor’un kazanması şarttı. Gelin görün ki, Gürcü hocanın sahaya sürdüğü ilk 11 yine şaşırttı herkesi. İki forvet Cardozo ve N’Doye kulübede başladı maça, gol umudu olarak da Deniz vardı sahada. Bu takım nasıl gol atacak sorusuna yanıt aranırken, bu yıl saha dışı eylemleriyle konuşulur hale gelen Constant’ın inanılmaz hatası, Gaziantepspor’un üstünlük sayısına dönüştü. Sürpriz gol sadece tribünleri değil, Şota’yı da şaşırttı. Hocanın oyuna müdahale etmesi için koca bir ilk yarının bitmesi gerekti.
Cardozo’yu oyuna alan Şota’nın hesabını bu kez Constant-Erkan ikilisi bozdu. Yine bir hata, top kaybı ve ikinci gol geldi. Çaresizlik böyle bir şey. Gürcü teknik adam maç başında hiç
Peşi sıra gelen yenilgiler, belli ki Şoto Arvaladze’nin de kimyasını bozmuştu. Geçen sezonun en değerli iki oyuncusu, Onur ve Mehmet kadroda yoktu. Mustafa Yumlu yine kulübede, N’Doye hasta olduğu için tribünde, büyük umutlarla transfer edilen Cardozo yedekti. Gol umudu ise bu sezon üçüncü maçına çıkan Deniz idi!
Şota’nın kendi kaderini de belirleyeceği kritik maçta yaptığı tercihler, özgüvenini yitirmiş bir takım için tek kelime ile kumar oldu. Gürcü hoca göle maya çaldı, tuttu.
Vasat bir ilk yarı oynandı. Sağda Cavanda, solda Yusuf hem ofansif hem defansif sorumluluk üstlenmeye kalkınca, Trabzonspor’un kanat organizasyonları aksadı. Maçın başı sayılabilecek bölümde Marco Marin’in orta şut karışımı kullandığı serbest atışta top ağları bulmasa, konuk ekibin gol yapma şansı yok denecek kadar azdı.
Daha tempolu ve pozisyonu bol bir ikinci yarı izledik. Lakin Trabzonspor tıpkı ilk yarıda olduğu gibi golü erken bulmasa, oyunu tamamen rakip alana yıkan ve müthiş bir baskı kuran Sivasspor’a direnmesi güç olabilirdi. Özellikle iki takımın da on kişi kalmasından sonra Sivasspor sayısız fırsat buldu, rakibi bunalttı. Ancak kaleci Alvarado’nun kritik müdahaleleri sonucu belirledi.
Dünyada her meslekte aynı kural geçerlidir; Başarısız olursan hesap verirsin.
Hele futbol gibi dev ekonomilere sahip sektörlerde, evrensel yaptırımlar daha katı ve acımasızdır. Duygusallığa yer yoktur, sonuca varmak basit bir matematik işlemi kadar hızlıdır.
Lakin, insanları hoş ama boş vaatlerle kandırmak, içi doldurulamayan söylemlerle oyalamak, kendi yetersizliğini başkalarının üzerine yıkmaya çalışmak ve son noktada kaçmak gibi alışkanlıklar, son yıllarda futbol kültürümüzün ayrılmaz parçası oldu malesef...
Trabzonspor bu örneklerden sadece biri.
Para da yok huzur da
Geçen yıl on milyonlarca euro harcayıp “hayal kırıklığı” sezonuna imzasını atan Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu, sırf “o kupa buraya gelecek” sözünü unutturabilmek için kulübü bu sezon daha ağır bir maddi yükün altına soktu.
Cebinden harcasa bu kadar müsrif, bu denli düşüncesiz davranabilir miydi bilemeyiz?
Şimdi çıkıp “Fahri görev yapıyorum, kızdırmayın bırakır giderim” diyebilir mi başkan? Derse şaşırmam!..
Şimdi zamanı mı? Evet tam zamanı. Hafta içinde UEFA Eğitimcisi Jaap Uilenberg üst klasman hakemleri ve gözlemcileri için İstanbul’da seminerler verdi. Bildiğimiz konular bir kez daha irdelendi.
Lakin Uilenberg rahatsızdı. Mutsuz ve bıkkın idi. Eski coşkusu ve enerjisinden eser yoktu.
Anımsarsınız, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın bazı hakemlere “kaşarlanmış” damgası vurduğu basın toplantısında iki hedefi daha vardı; FİFA kokartlı hakem Cüneyt Çakır ve UEFA Hakem Komitesi’nin Türkiye’den sorumlu eğitimcisi Uilenberg...
Çakır’ı “hakem değil” iddiasıyla taca atmaya çalışan Yıldırım, Uilenberg için de “Federasyonun maaşlı elemanı. Onun sayesinde hakemler Avrupa’da maç alıyor. Bu etik mi?” ifadelerini kullanıp Hollandalı hakem hocasını garip bir tartışmanın ortasına atmıştı.
Belli ki Aziz Yıldırım eksik ya da yanlış bilgilendirilmiş, Uilenberg’in varlığından rahatsız olanların tuzağına düşmüştü.
Hatırlatalım, TFF 2009 yılında UEFA hakem konvansiyonuna girdikten sonra, sürecin doğal sonuçlarından biri olarak Jaap Uilenberg ile kontrat imzaladı. Tıpkı konvansiyonda yer alan diğer federasyonların yapmak zorunda olduğu gibi.
Peki, yaklaşık 6 yıldır bu görevi yürüten
Ülke gündemi, Türk siyasi ve spor tarihine damga vuracak üç dava ile meşgul şu sıralar. Ergenekon, Balyoz ve Şike...
İçerik, iddialar, suçlamalar ve sonuçları farklı olsa da, üçünün de ortak bir özelliği var; Ayaklar altına alınan hukukun, yine hukuk tarafından kurtarılmaya çalışılması. İbretlik günler yaşıyoruz. İnsanların kendisini aklamasından çok, adalet duygusunun zedelendiği bir süreçte “Hukukun üstünlüğü mü, egemen güçlerin hukuku mu?” tartışması yapar hale geldik. Öyle ki, bu defa savcılar haykırıyor, “Kumpas kumpas” diye!
Ve rolleri değişenler!.. Sen, memleketin Genel Kurmay Başkanı, generali, askeri, gazetecisi, aydını için sahte delil üretip düzmece senaryolarla insanları yıllarca hapiste süründürecek, demir parmaklıklar arasında can vermesini izleyecek ve sanacaksın ki, o bumerang geri dönüp suratında patlamayacak! Patladı bile. Beyler hukuken çöken davalarına binlerce kilometre uzaktan sahip çıkarlar mı bilinmez ama, o kararların altına imza atarken gösterdikleri yüreklilikten bugün eser kalmadığı aşikâr!
Fark nerede?
Üç davanın da tek ortak özelliği var demiştik; suç örgütünün Ergenekon ve Balyoz’da olduğu gibi şike davasında da “kumpas” kurduğu.
Cumhuri
Deniz Çoban karmaşık ruh hali içinde erteleyemediği vicdan muhasebesini canlı yayında, milyonlarca insanın gözü önünde yapmayı tercih etti.
“Hatalıyım, her iki takımdan da özür diliyorum” dediği anda, malumu da ilan etmişti aslında. 48 saat sonra bu kez göz yaşları içinde hakemliği bıraktığını açıkladı.
Yıllardır hakem camiasını takip eden ve onlarla iyi diyaloglar kurmaya çalışan bir spor gazetecisi olarak, Deniz Çoban’ın 3 gün içinde yaşadıklarına gerçekten üzüldüm. Final böyle olmamalı idi.
Bitti mi? Hayır... Hoca bir taraftan fair-play ve centilmenlik kulvarında prim yaptı, öte yanda hakem camiasının tam göbeğine bıraktığı bomba, fitili kimler ve ne zaman çekileceği bilinmeyen bir tuzağa dönüştü. Şu çok net; Çoban’ın istemeyerek de olsa yaratmaya çalıştığı içtihat, yöneticinin, futbolcunun, medyanın ve taraftarın, “özür” üzerinden hakemi sorgulayabilmesi gibi bir tehlikeye yol açtı. Bundan sonra dürüstlüğün ölçütü, maçtan sonra kameranın karşısına geçip özür dilemek olacaksa, vay Türk futbolunun haline!
Neden mi Türk futbolu? Hakem oyunun en önemli parçalarından biri. Kulüp başkanı, yöneticisi, teknik direktörü, milli takımı, futbolcusu, taraftarı ve medyası olmazsa olmaz diğer