Tartışmasız en önemli sorunlarımızdan biri de eğitim.
Peki, bunun farkında mıyız?
Hayır demek haksızlık olur.
Eğitimde sıkıntılarımızın olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan da sık sık dile getiriyor, öğrenci, veli ve öğretmenlerimiz de.
Mini bir referandum ya da anket yapılsa, emin olun, “Eğitimdeki gidişattan memnunuz” diyenlerin oranı yüzde 20’nin üzerine çıkmaz.
Üç maymunu oynayanlar, sadece ve sadece bu sorunu yaratanlar.
Kim onlar?
MEB, YÖK ve ÖSYM!
İşte bu noktada, ciddi kararlar almak zorundayız.
Geleceğe, artık kendilerini bile yenileyemeyen bu hantal kurumlar ve bu hantal yapıyla mı devam edeceğiz, yoksa yeniden yapılanma şart mı?
Eğer hiçbir şey yokmuşçasına yola devam edeceksek, içinde bulunduğumuz yüzyılın “Türkiye Yüzyılı” olması mümkün değil.
Büyük bir idealimiz var ve bunu sekteye uğratmaya hiçbir kurumun hakkı olmamalı.
Değişim istiyorsak, bunu da zamana bırakmak yerine hemen gerçekleştirmeliyiz.
Neden mi?
Her erteleme yeni bir kayıp kuşak yaratıyor da ondan.
Yama çözüm değil
MEB değişimden korkuyor, YÖK ilk 500’de aradığını bulamayınca skalayı ilk 1000’e çıkarttı, ÖSYM ise dokunulmazlığının saltanatını sürüyor.
Ne devlet ve hükümet umurlarında ne de öğrenci ve veliler.
Yürekleri zerre kadar sızlıyor olsa yapılan fedakârlıkları, çekilen çileleri, tıkanan sistemi görür ve ona göre karar alırlar.
Eğitim artık bireysel sorun olmanın ötesine geçip ülke sorunu haline geldi.
Çözümü de kabahatli aramak yerine yine herkesin taşın altına elini koymasıyla mümkün olacak.
Keşke öğretmen, öğrenci ve velilerimizin sesine çok daha kulak veriyor olsak.
Bakın o zaman her şey çok daha hızlı, kolay ve doğru olacaktır.
Farklı bir bakış açısı!
Öğrencilerin yüzde 80’ini mutsuz etmeye yönelik sınav ve akademik başarı odaklı dayatmacı bir eğitim sistemi yerine, “her çocuğun başarılı ve mutlu olabileceği bir alanın olabilirliği” üzerine bir eğitim modeli inşa etsek, bugünkü sorunların çoğu kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
Örneğin çocuklarımızın günde kaç test çözdüğü, sınavlardan kaç puan aldığı, hangi okulları kazandığı kadar şu soruları da gündeme taşıyabilsek:
Her öğrencinin gittiği okulda yılda ortalama kaç kitap okuduğunu,
Hangi sporları kaç saat yaptığını,
Hangi müzik aletini çalmayı öğrendiğini,
Kaç geziye katıldığını,
Kaç kentimizi gezdiğini,
Kaç öğrenci kulübüne üye olduğunu,
Kaç etkinlik düzenlediğini,
Kaç kez sahneye çıktığını,
Kaç proje hazırladığını,
Kaç yarışmaya katıldığını,
Okulunu hangi alanlarda temsil ettiğini,
Kaç kez, kaç gün staj yaptığını,
Kaç arkadaşı olduğunu,
Kaç kez sinemaya, tiyatroya, maça, konsere gittiğini,
Hobilerinin ne olduğunu,
Hangi dilleri bildiğini,
Zamanın ne kadarını sosyal medyada, ne kadarını sokakta geçirdiğini,
Hangi oyunları oynadığını,
Kaç ülkeden arkadaş edindiğini ve daha pek çok ayrıntıyı keşke biraz daha ciddiye alabilsek.
Akademik başarıya verdiğimiz önem kadar, her bir öğrenciyi, her açıdan geliştirecek, farkındalık yaratacak, kişiliklerinin oturmasına katkıda bulunacak ders dışı etkinlikleri de ciddiye alabilsek.
Özetin özeti: Yarış atı değil de sevdiği alanda, sevdiği işi yapan mutlu bireyler yetiştirmenin yolu sınavlardan değil, öğrenci odaklı eğitimden geçiyor. Ne olur artık bunu görelim!..
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024