Üniversiteli olmak her gencin en büyük hayali.
Üniversitede çocuğu okuyor olmak da aileler için mutlulukların en büyüğü.
Gelin bu öğretim yılında el birliğiyle memnuniyet oralarını en yüksek noktalara çıkartalım.
Neden mi?
Anaokulundan üniversiteye 30 milyona yakın öğrencimiz var ve eğer onlar huzursuzsa aileleri de huzursuzdur. Onlar mutlu olduğunda ise hepimiz mutlu oluruz da ondan!..
Yeni öğretim yılı, öğrenci, öğretim elemanı, aileler, diğer paydaşlar ve ülkemize hayırlı olsun…
Hazır olmak
Üniversiteye olan talebin artması sevindirici bir durum.
Türkçemize sahip çıkma zamanı geldi de geçiyor. MEB’in bu konudaki hamlesi önemli gibi gözükse de yeterli değil.
Okurumuz Suat Ilgaz, bizi uzunca bir yolculuğa çıkarttı.
Bu konuda dünden bugüne neler yapılmış, gelin hep birlikte göz atalım:
“Çok uzun yıllardır Milliyet’teki yazılarınızı takip ediyorum. Ben 66 yaşında, okuma ve yazmayı tutku derecesinde seven emekli bir vatandaşım. Özellikle eğitim konusuna öteden beri ilgi ve merakım vardır. Son birkaç gündür yayınladığınız ‘Türkçe’, ‘Türkçe Seferberliği’ ve ‘Marifet İltifata Tabidir’ başlıklı yazılarınızı okudum. Yazdıklarınıza katılıyor, sizi kutluyorum.
‘Marifet İltifata Tabidir’ başlıklı yazınızda yayınlamış olduğunuz Malatya Kernek Anadolu Lisesi Müdürü Sayın Orhan Tuğrul’un mektubunda anlattıklarından çok etkilendim. Okulun öğretmenleri ve öğrencilerinin kitap yazma başarılarını okuyunca; konu ile ilgili görüşlerimi ve kendi öğrencilik yıllarımda okullarda
Olmayana, yapılmayana kızarız.
Peki, yapılmayanı yapanı takdir eder, destekler miyiz?
Keşke gönül rahatlığıyla evet diyebilseydik.
Türkçe konusunda çok büyük sıkıntılarımız vardı, MEB Türkçe sınıf geçme notunu 70’e yükseltti. O da yetmedi Türkçe’den kalan sınıfta kalır denildi.
İyi güzel de Türkçe herhangi bir ders değil. Dayatmayla geliştirilmez tam aksine antipati yaratır.
Doğru olan onu bir sevda haline getirmek ve bu yöndeki çabaları, maddi ve manevi olarak sonunda kadar desteklemektir.
Bu noktaya geldiğimizi söylemek ise abartılı olur.
Alkış yerine köstek
Üniversitelerde ek yerleştirme sonrası 48 bin kontenjan boş kaldı. Kazanıp da kaydolmayalar ve kaydolup da devam etmeyenlerle birlikte bu sayı 100 bine dayanırsa hiç kimse şaşırmasın!
Hani ilk yerleştirmede kontenjanların yüzde 99.9’u dolmuştu?..
3.5 milyon adayın kapıda beklediği ve barajın sıfırlandığı bir ortamda böylesine büyük kontenjan açıkları yaşanıyorsa, sistemin bir kez daha gözden geçirilmesinde sonsuz yarar var. Gelecek yıllarda hem boş kontenjan sayısı hem de mezun sayısı hızla artacak ve bu da başta kaynak ve hayal israfı ile zaman kaybı olmak üzere pek çok sorunu beraberinde getirecektir...
2. şans mı yoksa?..
34 yaş üzeri kadınlara tanınan üniversite hakkı, kâğıt üzerinde hoş bir proje gibi gözükse de tam bir “hezimete” dönüşmek üzere!
Nereden baksanız elinizde kalacak gibi gözüküyor. Yerleştirmede yaşanan karmaşa bir yana aynı bölüme ayrılan öğrenciler arasındaki puan makasının 400’e çıkmasının başta adaylar olmak üzere hiç kimseye bir yararı olmayacaktır.
34 yaş üzeri kadınlara
Türkiye Yüzyılı’nı abartılı bulanlar var.
Kesinlikle abartılı değil.
Türkiye Bin Yılı da diyebilirdim, demeliyiz de.
Nasıl ki Malazgirt’ten başlayarak Selçuklu ve Osmanlı ile ikinci binyıla yüzlerce yıl damga vurduysak, onların bir devamı olan Türkiye Cumhuriyeti ile de içinde bulunduğumuz üçüncü binyıla da damgamızı vurabiliriz.
“Dünden bugüne çok şey değişti, o günkü dünya ile bugünkü dünya çok farklı” diyenler fazlasıyla çıkacaktır. Muhtemelen eleştirilerinin çoğuna da “haklısınız” diyeceğiz ama hiçbiri üçüncü binyıl hayalimize, hedefimize engel değil, tam tersine eksiklerimizi görüp onları da düzeltme şansı verir…
Kadın Voleybol Takımımızın dünya ve Avrupa şampiyonu olacağını kim hayal ederdi? Oldular. Yeni başarılar kazanmaya da devam ediyorlar.
Savunma sanayinde kat ettiğimiz yolu, 74 Barış Harekâtı sonrasında hayal edebilir miydik?.. Farklı sektörlerde de dünya “en”leri arasına girmemiz işten bile değil.
Pozitif yönde bir motivasyon
Öğretmeni, öğretmenliği hiç ama hiç kimse hafife almaz. Çünkü o mesleklerin en kutsalıdır.
Ailemizden sonra üzerimizde en derin iz bırakanlardan birisi de onlardır.
Bir çocuğun yaşamı boyunca karşısına çıkacak en büyük şans, onu keşfedecek bir öğretmendir.
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum”, “İlim Çin’de de olsa gidip alınız”, “Hiç okuyan ile okumayan bir olur mu” ile yoğrulmuş bir kültürden ve inanç sisteminden geliyoruz.
Bu yüzdendir ki öğretmenlerimizin kalbimizde ve başımızın üzerinde her daim yerleri vardır…
Öğretmenler geleceğin mimarlarıdır. Onlar ne kadar mutlu, donanımlı, liyakatli, erdemli olurlarsa, geleceğimiz o denli güçlü olur.
Bu sadece bizde değil, dünyanın her yerinde böyledir ve böyle olmaya da devam edecektir.
Şimdi bu çerçevede yaşanan “mülakat krizine” bir kez daha göz atalım. Nerede hata yapıyoruz sorusuna hep birlikte cevap arayalım…
Mülakat deyip geçmeyin, eğitimde son yılların en önemli tartışma konusu haline geldi. Kalktı, kalkacak derken, devam edeceği açıklandı ve içinden çıkılamaz bir noktaya gelindi.
Mülakat, bazı atamalarda olmazsa olmazların başında gelir. Örneğin sınıfa girip ders anlatma, cemaatin karşısına çıkıp vaaz verme, kan gördüğünde bayılmama gibi bazı önemli ayrıntılar o atama süreçlerinde çok önemlidir.
Tartışılan konu, onların nasıl ölçüleceği değil hangi aşamada nasıl yapılması gerektiğidir.
Eğitim fakültelerine girişte, mezuniyette ya da KPSS’ye başvururken aransa, kriterler çok önceden açıklansa itiraz bu denli yüksek olmazdı ama atamaya beş kala yapıldığında kıyamet kopuyor...
Mülakat, mesleki yeterliliğin, davranışların ve en önemlisi de kişiliğinizin o mesleğe uygun olup olmadığını değerlendirmek için yapılır. Örneğin herkesin anlayacağı bir dilde ders anlatabiliyor muyuz, öğrencilere karşı sabırlı mıyız ve bir meslek olarak öğretmenliği neden seçtiğimiz çok önemlidir.
MEB’in bu
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen 2023-2024 Eğitim Öğretim Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmanın pek çok bölümüne, pek çoğumuz imza atarız.
Söz konusu ülkemiz, çocuklarımız ve onların geleceği olunca akan sular duruyor. Sıkıntılara yönelik çözüm arayışları ve çözüm önerileri de ortak oluyor.
Gelin önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikkat çektiği önemli konulara bir göz atalım:
Dağlar kadar fark var
Bizim okul yıllarımızla çocuklarımızın ve torunlarımızın büyüdükleri zaman arasında dağlar kadar fark var.
Sadece teknolojik imkânlar değişmedi. Aynı zamanda insanlar değişti. Talepler değişti. Karşı karşıya kalınan sorunlar değişti. Tüm bunlarla birlikte elbette beklentiler ve istekler de değişti.
Hayata dair her alanda köklü değişimler yaşanırken eğitim yöntemlerinin, eğitim araçlarının ve müfredatın aynı kalması elbette düşünülemez.
Biz, ‘Böyle gelmiş, bır