2010-2011 sezonunun ikinci yarısı birbirinden heyecanlı maçlarla başladı ve takımların ilk hafta performanslarının genel olarak sezonun ilk yarısında sergiledikleri görüntüden daha iyi olması, ilerleyen dönemlerde Süper Lig’in heyecanının artacağına delalet.
Bugün itibariyle ligin en iyi takımının hangisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Bana kalırsa hâlâ bekleneni veremeyen Fenerbahçe ve kadrosuna önemli takviyeler yapsa da yeterli seviyeye ulaşamayan Galatasaray’ın bu sıfata nail olmaları zor. Bu durumda elimizde ligin lideri Trabzonspor ve kadrosuna dâhil ettiği önemli isimler ile ikinci yarıya müthiş bir şekilde giren Beşiktaş kalıyor.
Bu iki takım arasında karar vermek gerekirse benim oyum bordo mavililerden yana olur; Beşiktaş’ın bu haftaki farklı galibiyeti ve Trabzonspor’un kendi sahasındaki puan kaybı da bu fikrimi değiştirmez. Neden?
Trabzonspor ve Beşiktaş arasındaki en önemli fark siyah beyazlıların “oluşturulmuş”, bordo mavililerin ise “yetiştirilmiş” bir kadroya sahip olması. Bir başka deyişle siyah beyazlılarda, sezon başında başlayan
İlk yarıyı eksi averajla ve dokuzuncu tamamlamak değil ama şu son bir hafta içerisinde yaşananlar gerçekten Galatasaray’a tarihinin en kötü zamanlarını yaşatıyor.
Kim bilebilirdi ki camianın yaklaşık on yıldır dört gözle ve büyük bir hevesle beklediği stat açılacak ama bu açılış kulübün başkanı ile taraftarlarını karşı karşıya getirecek, takıma moral kazandırmak yerine keyifleri kaçıracak ve neticede herkese “illallah” dedirtecek? Fakat bugün içinde bulunulan durumun bundan eksiği yok fazlası var.
15 Ocak akşamı yaşananlar şayet iyi yönetilebilse en azından bu depremin yarattığı tsunami önlenebilirdi ancak kötü bir durum ile ilgili konuşmadan önce yirmi dört saat geçmesi gerektiğini söyleyen “24 saat kuralı”nı es geçen Adnan Polat, maçın tamamını izlemeden kendisini kameraların önüne atıp bir de o gün stattaki tüm taraftarları karşısına alan açıklamayı yapınca adeta elindeki bombanın fitilini ateşlemiş oldu.
Bu yanlış hamlenin ardından Adnan Polat’ın yanıldığı ikinci bir nokta
Konu ile ilgili sayfalarca yazmak da mümkün olayların nasıl olup da bu hale geldiğine şaşırarak donup kalmak da.
Aslında ben daha çok ikinci gruba ait hissediyorum fakat aklımdakileri söylemeye başladıktan sonra noktayı koymakta zorlanacağımın da farkındayım. Bu durumda sanıyorum sağlıklı bir yorum yapabilmek için en iyi yol, olayları ve tarafları ayrı ayrı değerlendirip biraz da empati yaparak tüm açıları görmeye çalışmak.
Hatırlıyorum da bundan beş altı yıl önce Fenerbahçeli bir arkadaşım Galatasaraylı bir diğer arkadaşıma şöyle takılıyordu: “sizin birkaç yıl önce satın aldığınız altın, gümüş ve bronz kombineler vardı, yeni stattan. Onlar ne oldu?”
Gerçekten de Galatasaray yönetimleri yeni stat konusunda başarısızlık sınırlarını zorlayan davranışlar içine girdi ve çoğumuz bunun gayet iyi farkındaydık fakat artık anasınıfı öğrencileri dahi tüm hikâyeyi ezbere biliyor: rahmetli Özhan Başkan, Başbakan Erdoğan’dan stat konusunda yardım talebinde bulundu, Sayın Başbakan, konu ile yakından ilgilendi ve Ali Sami Yen’deki
Eski zamanlarda bir köyde düğün hazırlıkları yapılırken herkes bir görev üstlenmiş ve helva yapma görevi de iki kardeşe düşmüş.
Oyunlar oynanıp yemekler yendikten sonra sıra helvaya gelmiş ama sofraya gelen helvanın çokluğu gören herkesi hayrete düşürmüş.
Zira sadece düğüne gelen konuklar için yapılması gereken helva rahatlıkla üç köye yetebilecek kadar fazla hazırlanmış.
Bu durumun nedeni köyde merak konusu olurken durum kardeşler ile konuşulunca ortaya cıkmış. Kardeşlerden biri kekemeyken diğerinin de kulakları biraz ağır işitiyormuş ve kekeme olan helvayı karıştırırken az işiten de karıştırıcının talimatıyla tencereye un ve su ekliyormuş.
Tencereyi karıştıranın kekeme olması nedeniyle “su koyma” demek isterken, “su, su, su, su koyma” demesi, bu nedenle tencereye gereğinden fazla su eklenmesi ve ayni şey un eklemelerinde de yasanmış olması; tüm bunlara bir de diğer kardeşin ağır işitmesi eklenmesi, ortaya haddinden fazla yapılmış bir un helvasının cıkmasına neden olmuş.
Bu ikilinin kendi aralarında görevlerini değiştirmesi ise sorunları ortadan
Geçtiğimiz sezonu liderin on bir puan gerisinde tamamlayan Beşiktaş, sezon başında öyle iki transfer yaptı ki takımın görüntüsü bir anda değişti.
Guti ve Quaresma transferlerinin takımı bu denli değiştirebilmesinin en önemli nedeni bu iki oyuncunun ve özellikle Guti’nin siyah beyazlıların yıllardır süre gelen ve önce Delgado sonra da Tabata’nın derman olamadığı “gol pozisyonunu hazırlama” derdine dermen olmasıydı.
Bu durumun en net örneği, hepimizin artık neredeyse ezberlediği şekilde, Beşiktaş’ın Guti ve Q7’li kadrosu ile bu futbolcuları kapsamayan on birinin performansı arasındaki büyük farktır.
Bu noktada Guti’yi Quaresma’dan ayırmak gerekiyor. Zira her ne kadar Portekizli oyuncunun hareketleri göze daha çok hitap etse de, Beşiktaş’ın ilk yarı itibariyle vazgeçilmezi Guti’ydi. Çünkü genel tanımıyla Guti, sahadayken yakın çevresindeki tüm oyuncuların da performansının artmasına vesile olurken, Q7 iyi günündeyse takımına sadece etkili bir kanat oyuncusu kazandırmış oluyor.
Sezona sahip olduğu kadronun
Yabancı hayranı gibi görünmek istemem ama bundan on beş sene önce ligimizde top koşturan Shota ile son on üç yılını yurt dışında ve bunun da son iki senesini Louis Van Gaal ve Dick Advocaat gibi futbol entelektüellerinin yardımcılığı ile geçirmiş Shota arasında dağlar kadar fark var.
Sezonun ilk yarısını kendi potansiyelinin ve beklentilerin üzerinde bir mevkide tamamlayan Kayserispor’un bu başarısında elbette Tolunay Kafkas’ın, hatta Ertuğrul Sağlam’ın önemli bir payı var ama bu iki isim de sarı kırmızılıların Shota ile yakaladığı başarıya ulaşamamıştı.
Kayserispor’un kadrosunun, ancak bir büyük takımın bir transfer döneminde harcadığı para kadar değeri olduğu düşünüldüğünde, başarı kaynağının sadece futbolcular olmadığı net bir şekilde görülüyor. Shota’nın programlı çalışmaları ve motivasyon başarısı, yönetimdeki idare ciddiyeti ve yirmi yaşındaki Furkan’dan otuz yedi yaşındaki Souleymanou’ya kadar sahaya çıkan her futbolcunun her şeyden önce kendi emeğine saygısı, sarı kırmızılıları ligin en sempatik
Siyah beyazlıların kadrodaki Portekizli sayısını birden dörde çıkaran devre arası hamlesi bazıları için ziyadesiyle memnun edici bazıları için ise son derece lüzumsuz bir işti ama şurası bir gerçek ki bu transferler Beşiktaş yönetiminin bu sene basketbol takımına kadar uzanan “yıldız avı politikası”nın devre arasında da devam ettiğini gösterdi.
Yeni Beşiktaş’ta orta alan ve öndeki oyuncular tamamen yabancı oyunculardan oluşuyor, savunma ise yerlilere emanet. Bu şekilde bakıldığında siyah beyazlıların tüm yatırımı takımın ön tarafına yaptığı hatta bunu yapabilmek için savunmadaki yabancı oyuncuları takımdan uzaklaştırmak durumunda kaldığı anlaşılıyor. Düz bir mantık yürütürsek bu durum ikinci yarıda Beşiktaş’ın hücumda başarılı ama savunmada da aynı oranda sorun yaşayan bir takım olacağını gösteriyor. Acaba Schuster bu denge sorununu nasıl çözecek?
Hatırlıyorum da Galatasaray sezon başında Keita’yı “disiplinsizlik” mazeretiyle Al Sadd’a satmıştı. Bugün ise aynı mazeretle Fenerbahçe’den gönderilen Kazım
Eskiden transferler ihtiyaçtan yapılırdı, şimdi sıkıntıdan yapılıyor.
En basit bir şirket bile eleman alırken onu en az bir mülakata sokarken bizim takımlarımızın bu “sorgusuz sualsiz” transfer hamlelerini anlamak mümkün değil!
Bir transfer yapılıyorsa, hele hele bu transfer devre arasında yapılıyorsa alınan oyuncu çok büyük bir olasılıkla bir ilk on bir oyuncusudur. Böyle bir oyuncu da takımın hemen hemen %10’u demek olur ki bunun ne denli önemli olduğunu anlatmaya gerek yok.
Takıma böyle bir takviye yapmadan önce basiretli kulüplerin bu oyuncuyu uzun süre incelemesi, onun takıma katkısını ve takımın ona ihtiyacını hesap etmesi, oyuncunun sadece sahadaki değil saha dışındaki yaşantısını da mercek altına alması, futbolcunun kişiliğini analiz etmesi ve tüm bunların sonucunda bir karara varması gerekir. Yıllardır gelenin gidenin haddi hesabı kalmayan ülkemizde kaç transfer bu şekilde yapılıyor?
Önceden beri çeşitli nedenlerle yabancı sınırlamasının kalkmasından yana oldum ama sınırlama varken kadrosunda on üç, on dört yabancı olan takımlarımızı