Bir futbol oynamak vardır. Sokakta iyisinizdir (Bkz. Ben, sen, hepimiz).
Bir de meslek olarak futbol oynamak vardır.
Statta da iyi olmanız gerekir ve sokaktan stada atlamak kolay değildir (Bkz. profesyonel futbolcularla aramızdaki fark).
Teknik direktör olmak vardır bir de. O da bambaşka bir iştir.
Çok iyi bir futbolcu olmasanız bile çok iyi yapabilirsiniz bu işi (Bkz. Mourinho).
Çok iyi bir futbolcu olsanız bile yapamayabilirsiniz (Bkz. Hagi).
Bir de futbol idareciliği vardır. Ki, bence en zoru da budur.
Bir futbol kulübünü idare etmekten bahsetmiyorum.
Bir kulüpte futbolu yönetmekten bahsim.
Misal Fenerbahçe’yi ele alın. Hemen her şeyi bir holding mantığıyla çok iyi idare eden bir ekip var. Stat yapıyorlar, tesis yapıyorlar, hayalleri zorlayan transferler yapıyorlar, kombine satıyorlar vs.
Misal Beşiktaş’ı ele alın. Kocaman bir alışveriş merkezi, stat yenileniyor, halka açılınıyor, transferse transfer vs.
Misal Galatasaray’ı ele alın. Tarihin en büyük ekonomik krizinin arifesinde dünya çapında transferler yapıyor, bir taraftan da yeni bir stat dikiyorlar.
Bütün bu işleri bu ülkenin standartlarında hiç de fena yapmıyorlar.
Yani futbol hatta spor kulüplerini hiç de fena yönetmiyorlar. Ama kulüpte futbolu nasıl yönetiyorlar. Bir futbol aklı ortaya koyabiliyorlar mı?
Beşiktaş’ın hoca atamalarına bir bakın. Vicente Del Bosque, Rıza Çalımbay, Tigana, Ertuğrul Sağlam ve şimdi de Lucescu. Hocaların futbol anlayışlarına bakın bu tam da bir zikzak değil mi?
Fenerbahçe’ninki ya da. Geçmişi daha zikzaklı ama Daum, Zico ve Aragones üçlüsü bile anlatmıyor mu kafalardaki karışıklığı.
Ya transferler, Deniz’in, Şampiyonlar Ligi kadrosunda alınıp alınmama kararı. Aragones ‘Bu kararları ben vermedim’ diyor.
Aragones’e takım hazırlanırken, Aurelio gidiyor, Emre ve Burak alınıyor. Aragones’in takımın üç kez seyretmiş bir futbol aklı böyle bir karar verir mi?
Peki kim karar veriyor?
Bu kulüplerin futbol aklı kimdir? İşin sonunda sorumlu kimdir? Ve hangi ehliyetle?
Eğer başkandan sonra teknik direktörden önce futbolu yönetecek, plan yapacak bir akıl olmazsa bu iş nasıl yürür?
Şu anda bu futbol kulüplerinin yapısı şuna benziyor. Bir CEO ve yönetim kurulu var. Altında da bir müdür.
Genel müdürler, yardımcıları, strateji planlama vs. hiçbir şey yok.
Bu işin böyle yürüyebilmesi bilenen idarecilik yöntemlerinin, bilimin ışığında mümkün mü peki?
Yukarıdaki teknik direktör seçimlerine bakarsanız pek yürüdüğünü söylemek mümkün değil.
İşlerin gidişatına bakarsanız da pek mümkün gibi gözükmüyor.
Büyüklerin taraftarlarının kederinin sebebi işte budur. Yönetimlerin bir futbol aklına ihtiyaç duymamaları. Ve bunun sonuçları.
Halbuki en zoru ve en önemlisi bu.
Ama bu bir fırsat doğuruyor.
En pahalı oyuncu ve kadrolar şampiyon olmaz. En akıllı olan şampiyon olur.
Para ve güce sahip olanlar çılgın bir egoya ve her şeyi ben bilirimciliğe
kapılmışlar. Ufak tefek başarılar gözleri döndürmüş. Hayal dünyasında yaşıyorlar.
Şimdi akılı ortaya koyan Anadolu olursa her şey değişir.
Antep, Bursa, Trabzon, Sivas, Kayseri.
Değişen ekonomik dengelerle müthiş bir fırsat var önümüzde.
Sadece akılla, büyüklerin kullanımdan çıkardığı akılla tozu dumana katmak mümkün.
Şimdi yeni bir Trabzon bekliyoruz.
Ertuğrul ‘Sağlam’Eğer Del Bosque’yle olmuyorsa, Rıza Çalımbay’la da olmuyorsa, sonra Tigana’yla da... Ve nihayetinde Ertuğrul Sağlam’la da olmuyorsa aslında Demirören’le olmuyor demektir.
Sağlam’la olmadığını düşünen Demirören. Ben değilim. Ben, Metalist’i ilk maçı seyrettikten sonra elemenin çok zor olduğunu bilenlerdenim. Hele de o inanılmaz ilk golden sonra. Hatta Metalist’in, Türkiye Ligi’nde rahatlıkla şampiyon olabileceğini de düşünüyorum. Fenerbahçe’nin, Kiev deplasmanında benzer sonuç alacağını, Galatasaray’ın UEFA’daki ilk büyük takım deplasmanından çıkamayacağını da biliyorum. Çünkü bu üç takım da bizi başarıya götüren o kavgacı kaos futbolundan uzaklaştı. Herkes kendini Real-Barça zannediyor. Ama öyle değil. Bir Türk takımı sahada kavga etmeden başarılı olamaz (Tek istisna geçen seneki Fenerbahçe).
Sorun Ertuğrul Sağlam değil anlayacağınız. Beşiktaş’ın futbolunu bu şekilde dizayn edenler.
Euro 2008 etkisiFenerbahçe’nin, Şampiyonlar Ligi yarı finalinin kapısından dönüşünün ve Milli Takım’ın, Avrupa Şampiyonası 3’üncülüğün bu ülkenin futboluna başka bir yönden önemli bir katkı yapacağı açıktı. Bu başarılar, her hafta bu oyuncularla karşılaşıp, aslında aralarında çok fark olmadığını gören ‘diğerleri’nin nasıl etkilendiğini gösteriyor. Başarı, büyüklerde rehavet yaparken diğerlerinde aslında daha iyisini yapabileceklerine dair bir inanç oluşturdu. Başından beri söylemeye çalıştığım da buydu. Diğerlerinde belki çok muhteşem oyunlar görmüyoruz, ama inanç var. İşte Euro 2008 etkisi bu.
Yunus ve 200 TL
Kusura bakmayın. Futbol dışı...
Yeni paralarla ilgili çok konuşuldu. İtiraz bol. Uzmanlarından da...
Benim de kafamı yoran bir şey var.
En büyük paranın 200 TL’nin üzerindeki portre.
Yunus Emre...
Yunus’un paranın üzerinde resminin olması size de garip gelmiyor mu?
Para dediğin elinin kiri değil mi?
Ya Yunus...
Ya da acaba şöyle bir mantık mı var. Çok param var diye aklını kaybetme.
Yunus’u düşün mü demek isteniyor?