Mehmet Demirkol

Mehmet Demirkol

mdemirkol@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Skibbe’nin  travması



Galatasaray, Türk Futbol tarihinin en büyük başarısını kazanıp UEFA Kupası’nı kaldırdığı sezonun şubat ayında, Bundesliga tarihinin en genç teknik adamı Michael Skibbe’nin, Dortmund’daki gö-
revine son veriliyordu. 22 yaşında sakatlık nedeniyle futbolu bırakmış, 10 sene Schalke ve Dortmund’da alt yaş gruplarında çalışmıştı. Borussia, 1997 yılında Şampiyonlar Ligi finalinde Juventus’u 3-1’lik skorla devirip kupayı kaldırdıktan sadece bir sene sonra Hitzfeld, Bayern’e giderken Skibbe, Bundesliga tarihinin en genç teknik adamı olarak takımın başına geçmişti.
Mart 2000’de Galatasaray, UEFA Kupası 4. turunda Dortmund’u 2-0 ve 0-0’la elemeden 1 ay kadar önce görevden ayrılmak zorunda kaldı. Ve onun için başka bir hayat başladı.
5 ay sonra Fatih Terim, Fiorentina’nın başına geçerken, kendisinden 12 yaş küçük Michael Skibbe Alman Milli Takımı’nın başına, Terim’in yaşıtı ve Milli Takım’dan arkadaşı Şenol Güneş de, Türk Milli Takımı’na geçti.
Almanya, Daum’un Leverkusen’le sözleşmesinin bitmesini bekliyordu. Onu beklerken teknik adam lisansı olmayan Völler’in de kulübede oturacak bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bayern derin futbol teşkilatı devreye girdi. Özel haberler servis edildi. Daum’un kokain krizi patladı. Milli takım hayal oldu ve Beşiktaş’a geldi.
Bayern teşkilatı daha ileri gitmedi ve Völler-Skibbe ikilisine razı oldu. Onlar görevde kaldı ve başardılar. Şenol Güneş, Milli Takım tarihimizin en büyük başarısını elde ederken, onlar birçoklarına göre tarihin en kifayetsiz Alman Milli Takımı’yla bizim bir sıra üzerimizde olmayı başardılar. Yokohama’da final oynadılar.
Biz 2004’e, play-off’ta Letonya’ya elenerek gidemedik. Völler-Skibbe ikilisi gitti, ama Letonya’yla birlikte D Grubu’nda Çek Cumhuriyeti ve Hollanda’nın gerisinde kalarak elendi. Skibbe 18 yaş altı milli takımına gitti. Völler Roma’ya... Völler 4 ay sonra Leverkusen’e döndü. 9 ay sonra da Skibbe’yi teknik adam olarak çağırdı. 3 yılda 2 kez beşinci, son yılda da yedinci olarak ligi tamamladı. Geçen yıl Galatasaray’ı 0-0 ve 5-1’le eledikten sonra Hamburg’u geçti, ama çeyrek finalde şampiyon Zenit’e UEFA Kupası’nda elendi.
Skibbe tam 10 yıl sonra, bundan 5 ay önce, temmuzda Völler’den ayrıldı. İstanbul’a geldi ve kariyerinin ilk kupasını yine Almanya’da, ama Türkiye Süper Kupası’nı alarak kazandı. Kayseri’yi yenerek.
Şimdi 20 yıllık bu hikayeden edindiğimiz bilgilere bakalım:
1-Skibbe 22 yaşından bu yana teknik direktörlük yapıyor.
2-Hiçbir üst düzey görevden kendisi ayrılmadı.
3-20 yılın sadece 5’inde üst düzey takımları çalıştırdı.
4-Bunun sadece 1.5 yılında tek yetkili oldu.
5-Hep bir ağabeyle çalıştı.
6-Milli takımın başındayken bile temel kararları bir başkası alıyordu.
7-10 yıldır Völler’le birlikteydi.
8- Hiçbir şampiyonluk kupası yok.
9-Dortmund başarısızlığı dışında hep ideal modellerle çalıştı.
10-Ve bugün ilk kez yurtdışında.
11-İlk kez bu kadar kaygan bir zeminde tek başına.
Şimdi bu kariyer hikâyesine bakın. Galatasaray’dan memnun olmayanlar sorumlu olarak Skibbe’yi göstermekte haklı olabilirler mi? Türk futboluyla bu kadar çok kesişmiş bir adamı bir Türk futbol yöneticisinin tanımama lüksü var mı?
Bu profilde bir teknik adam ataması yapanlar ellerine cv’sini alıp şöyle bir bakmadılarsa sorun o cv’ye sahip olanda olabilir mi? Hanginiz yaptığınız işte böyle bir değişiklik sonrasında 5 aylık bir travma dönemi yaşamazsınız? Galatasaray’ı yönetenler bu travmanın mümkün olabildiğini öngördülerse bravo. Eğer bu bir geçiş dönemidir ve sorun 1 yılda çözülür diyorlarsa sorun yok.
Ama:
1-Skibbe’den önce konuşulan teknik adamlara baktığınızda, Rijkaard’dan, Sammer’e uzanan yolda, Skibbe’nin göreve getirilişinin rastgele olduğunu söylemek mümkündür.
2-Steaua’ya elenme sonrası söylenenler yönetimin de da şaşkınlık yaşadığını göstermez mi?
Peki o zaman nedir bu durum? Geçen hafta da söylediğimiz gibi sorun Galatasaray’ın Völler’inde. Türkiye’de futbol yöneticileri, futbolu da yönetmek istiyor ve geçen seneki Şaş-Şükür-Sezgin modelinin şampiyonluğu aslında uzun vadede bir kazanç değildi.
Çünkü şimdi Galatasaray’ı hocasız bile şampiyon yapabileceğini düşünen bir ekip yönetiyor.

Gündüz maçlarına dönmeli
Bir cumartesi akşamınız var aslında. Karınızla, sevgilinizle, arkadaşlarınızla birlikte geçireceğiniz. Eğer maç Dünya Kupası maçıysa ya da Şampiyonlar Ligi Finali, derbi filan değilse o maçı seyretmek zordur. Gitmek ya da evde TV’de... Herkesi ya da bir kişiyi ikna etmek meşakkatli bir iştir. Çünkü insanların kendilerine, birbirlerine ayıracakları zaman kısıtlıdır. Daha ucuza ortak bir eğlence yaratmak mümkün... Eğer maç statta seyredilir kafasında olanlardansanız gece 9 -10’da biten bir maçtan sonra eve gitmek de zordur. Hele de İstanbul’da. Başka bir şey yapacak pek bir zaman da kalmaz. Bir de maçın pazar olduğunu düşünün. Ertesi günü iş vs... Her şey daha da zor.
İşte bu yüzden futbol aslında bir cumartesi öğleden sonra sporudur. Bu gece maçlarını başımıza musallat edenlerin yatacak yeri yok. ‘Gece oynansın’ diye milleti bağırtarak bu işi bu hale getirdiler.
Ama artık çözüm zamanı...

Şaşıranlara şaşırıyorum
Vatan’ın detaylarıyla duyurduğu ve yalanlanmayan Uslu-Üstünel atışmasının şahitleri arasında bir tek Başbakan, Cumhurbaşkanı ve BM Genel Sekreteri yok. Tüm erkân topyekün orada. Ama bu konuda hiçbir işlem yapılmıyor. Küfür eden, tehdit eden, tehditle cevap veren... Herkes her şeyi biliyor. Bazıları pişman oluyor, bazıları özür diliyor.
Ve biz de şaşırıyoruz. Niye? Halbuki bu ülkedeki maç izleme şekli bu. Taraftarın sevdiği de bu! Rakibin başkanının elini sıkan başkanın, taraftarı tarafından ne kadar sevildiği ortada... Canaydın ‘dışımızdan biri’ pankartıyla protesto edilmişti. Üstünel ‘içimizden biri’ pankartıyla selamlandı. Üstünel kötü bir adam mıdır? Hayır aksine tanıyan herkes bilir ki, şahane bir adamdır. O Kurtlar Vadisi jargonu da onunla hiç bağdaşan bir durum değildir. Ama maç seyretme şekli ‘içimizden biri’ gibi olabilir.
Tıpkı Uslu gibi. Nüktedan, akıllı bir yönetici. Eski bir antrenör, hem de milli takım antrenörü. 3 sene önce Mahmut Uslu’nun bu olaydakine benzer heyecanlı maç izleme şekli seyircisiz Denizli maçında hemen tüm basın mensupları tarafından duyulmuş ve bu durum Yusuf Kobal’ın haberiyle duyurulmuştu. Mahmut Uslu, Kobal’a dava açtı ve kaybetti. Peki Mahmut Uslu kötü bir adam mı? Hayır!
Peki neden böyle oluyor? Çünkü maç seyretme şeklimiz bu.
Neden takibat yapılmıyor? Halledilmiş de ondan!
Şaşıranlara şaşırıyorum.