Alışveriş merkezleri şehrin göbeğine geliyor, statlar dışına çıkıyor. Üç büyüklerin kale arkası biletleri İngiltere, Almanya ve İtalya’daki statlardaki aynı yerlerden pahalı.
Bir cumartesi öğleden sonra sporu olan futbolun en parlak maçı Türkiye’de pazar akşamı oynanıyor. Ligin erken haftalarında 21.45’te hem deÖ.Gençlerin maça gitmesinin en zor olduğu gün ve saatte. Avrupa’Nın tüm büyük liglerinde koca koca takımlar gündüz oynarken biz gece oynuyoruz. Tamam tamam İspanya da gece oynuyor. Ama onlar akşam yemeğini de gece 11’de yiyor.
Bugün Fenerbahçe’nin rakibi Galatasaray, Galatasaray’ınki Beşiktaş değil. Bugün futbolun rakibi sinemalar, diziler, alışveriş merkezleri, konserler. Fenerbahçe - Galatasaray-Beşiktaş bir tarafta alışveriş merkezleri, TV dizileri, Avrupa ligleri diğer tarafta...
Futbolu kolay ulaşılabilir, rahat izlenir, konforlu bir oyun haline getirmek gerekirken olup biten bu.
Bütün gün Chelsea’yi, Manchester United’ı, Milan’ı, seyrettikten sonra tam bir eziyet yaşamak maça gitmek. Bir de pahalı, bir de uzak, bir de evinize dönmeniz gecenin...
Alın size neden stada seyirci gelmiyor sorusunun cevabı.
Eksildik
‘Bizde insanın değeri ölünce anlaşılıyor’ deriz, kendimizi eleştirmek için. Aslında bunda bir yanlış yok. Hayat öyle akıp giderken anlaşılmaz ki değer zaten. Arabanızla basıp giderken iyi ki lastiklerim var diye şükrediyor musunuz? Hayat lastikler patlayınca zorlaşıyor.
Atilla Abi (Gökçe) haberi verince ‘eksildik’ dedim. Kendine özgü bir renk artık yok. Fikirlerinin %90’ına katılmazdım ama sabah uyanıp gazetelerin başına oturduğumda ilk okuduklarımdan biri Kazım Abi oldu hep. Farklıydı. Başka bir sesti. Bize lazım olandı. Kendine özgü başka bir bakış açısı.
Onun farkı yazı tarzını da sürekli iyileştirmesi, basitleştirebilmesiydi bana kalırsa. Bu kolay bir iş değildir. Belki de hayatı için verdiği mücadelenin bir yansımasıydı bu. Ölüme yakın durdukça aslında neye ihtiyacı olduğunu daha rahat anlamaz mı insan? Kazım Kanat sadece tam 9 sene ölümle mücadele ettiği için değil, bu zaman zarfında yaşamayı ihmal etmediği, hayatını zenginleştirdiği, (sadece hastalığıyla değil) kavgayı bırakmadığı, işini geliştirebildiği için de çok önemliydi.
3 yıl kadar önce bir yazı yazmıştım Kazım Abi’yi eleştiren. Yazının çıktığı gün hastaneye kaldırmışlar meğer. Perişan oldum tabii. O ölümle kapışırken ben onu eleştiriyordum. Nasıl olsa ayağa kalkacağını biliyordum ama. O zaman gidip özür dilerim diye düşünüp kendimi teskin etmeye çalıştım. Bir ay kadar sonra İnönü Stadı’nda karşılaştık. ‘Teşekkür ederim Mehmetciğim’ dedi elini kalbinin üzerine koyarak. ‘Çok doğru bir eleştiriydi, ama...’ deyip kendi bakış açısını anlattı.
Necil beni Milliyet’e çağırdığında, bu kocaman köşeyi verdiğinde beni ilk selamlayan, burayı hak ettiğimi yazan o oldu. Mesleğin ustalarının çok azında olabilecek bir tavırdı bu. Bir çoğu sadece bu yüzden her hafta ‘yalan, yanlış’ saldırırken, Kazım Abi’den hep destek gördüm.
Şimdi eksildiğimizi hissediyorum.
Benim için mekanın cennettir Abi.
Gidebilmek
Kayserispor’a yapılan bu ülkenin düzgün insanlarının kaderini anlatıyor. Fransa’ya UEFA Kupası maçı için gitmek amacıyla vize başvurusu yapıp, herkes gibi muamele görmek... Bu yoğun temponun arasında da Ankara’ya gidip parmak izi vermek zorunda bırakılmak. İnsan sinirleniyor doğal olarak ve hemen ağzından ‘gitmeyin!’ çıkıyor.
Peki ama bir profesyonel olarak kulüpten maaş alan, hem de sorun çözücü olarak maaş alan hemen ‘gitmiyoruz’ açıklamasını yapmalı mı? Bunu söylemek için profesyonel menajer olmaya gerek yok ki!
Süleyman Hurma bu ülkenin önde gelen profesyonel kulüp yöneticilerinden biri. Bu yüzden kalburüstü takımlarda bu işi yapıyor ve görevi isyan etmek değil. Görevi gerekirse Platini’ye ulaşıp sorunu çözmek. İsyan etmek sıradan, çaresiz vatandaşın işidir ve onlar da bunun için maaş almaz. Kulüpler bu sorunlar çözülsün diye profesyoneller tutar, isyan etsin ve hamaset yapsın diye değil.
Not: Yazıyı yazdıktan sonra öğrendim ki yapılmsı gereken yapılmış. Hem de taa Platini’ye gitmeden hallolmuş. Bu kadar basit işte!