23.04.2022 - 08:53 | Son Güncellenme:
Çaykur Rizespor, Spor Toto Süper Lig Ahmet Çalık Sezonu'nun 34. haftasında güçlü rakibi Fenerbahçe'yi ağırladı. 6 gol, kırmızı kart ve penaltıların olduğu maçta akşama damgasını vurdu.
Spor yazarları da bu olaylı maçı bugün kaleme aldıkları köşe yazılarında değerlendirirken çok konuşulacak ifadeler kullandı. İşte o yazılar;
Fantastik ‘geri sayım’ başladı! - Ercan Güven (Milliyet)
İsmail Kartal’ın yıkayıp ütülediği “Büyük Takım Kostümünü” yeniden üzerine geçirmiş ve çok da yakıştırmış bir Fenerbahçe vardı “can derdindeki” Rizespor karşısında.
Zaten “takım” olması bile yetiyordu Fenerbahçe’nin... “Büyüklük” kumaşında vardı.
İşte bu “büyük takım” markasıydı köşeye sıkışmış rakibini çaresizlikten saçmalığa yönelten ve maçı en başından çığırından çıkaran.
Haksız değildi Rizespor... En zor zaman, en amansız rakipti Fenerbahçe!
15. saniyede gol tehlikesi yaşayan Rizespor ilk dakika dolmadan on kişi bırakan bu endişeydi. Eksilip son ümidi tükenince, daha da çıldırdı Rizespor.
Sekiz dakika sonra kaçınılmaz golü yedi. Evet... Rizespor’un yediği goller kaçınılmazdı. Çünkü ne hocası farkındaydı Fenerbahçe’nin ne de futbolcuları. Çılgınlık ancak çığlıkla sona erebilirdi futbolda.
Kimse eline ayağına hakim değildi artık Rizespor’da... Devre bitmeden oyuna Alper’in yerine giren Mendes’in Fenerbahçe’ye hediye ettiği penaltı geldi. Tipik bir kontrolsüz savunma.
İlk devrenin uzatma dakikalarında ise ikinci penaltı, üçüncü gol... O da aynı çaresizlikten. Serdar Dursun’un gol kralı olmasına çalışıyordu sanki Rizespor.
Sebebi; Fenerbahçe’nin yakaladığı çizgi... Yani, fizik ve organizasyonu gittikçe yükselen, yetmezmiş gibi takım halinde savunup hücum eden, uyumlu/oylumlu Fenerbahçe, Rize’ye kesin favori olarak gitmişti... Sahadaki mücadeleyi sıra dışı hale getiren eksik rakibi karşısında kararlılığından, disiplininden ödün vermeden sürdürüyordu oyununu. Savunması öne çıkıp dönen topları topluyor, forvet hattı mevkisiz ve takip edilemezdi. Sürekli değişiyorlardı.
Düşme hattından kurtulması Fenerbahçe galibiyeti ile başlayacak bir mucizeye kalmış eksik Rizespor’un sertlikle saçmalığın sınırını belirlemesi çok zordu.
İkinci yarıya Osayi ve Mert Hakan yerine, Arda ve Nazım ile başladı İsmail Kartal. Neyse ki, soyunma odasından biraz “ikazlı” çıkan Rizesporlu futbolcular Arda’yı sakatlamadı.
Şimdi alkış zamanı - Şansal Büyüka (Milliyet)
Fenerbahçe maça 1-0 önde başlayabilirdi, Rizespor bir eksik başladı. Daha 12. saniyede Serdar Dursun’un mutlak gollük vuruşunu kaleci Gökhan önledi, 35. saniyede Baiano kırmızı kart gördü.
Daha 35. saniye be kardeşim... Acelen ne, hızın ne, bu sinir ne... Bir rakibe vuruyorsun, hızını alamıyorsun, gidip ikinci rakibine de vuruyorsun...
Rizespor, maçın başlangıç düdüğü ile birlikte adeta “vurgun” yiyip baygınlık geçirmeye başladı. Rize’nin baygın dakikalarında Fenerbahçe rakip savunmanın arkasına çok önemli toplar attı. Bu rakip savunmanın arkasına atılan toplarda son paslar iyi kullanılabilse, Fenerbahçe ilk yarı sonunda değil, ilk 15 dakika sonunda maçı 3-0 yapardı.
İsmail Kartal gelene kadar Fenerbahçe’nin rakip savunmanın arkasına top attığını, hatta teşebbüs ettiğini bile hatırlamıyorum. Fenerbahçe, Kartal ile birlikte bu özelliği yakaladı.
İlk 12 dakika bittiğinde topla oynama yüzde 85-15’di. Fenerbahçe o kadar etkili oldu, Rize o kadar etkisiz, hatta baygın kaldı... Ancak ilk 20 dakikadan sonra Rize yavaş yavaş uyanmaya başladı. Hatta Fenerbahçe kalesi önünde bir-iki göründü. Ama yarım pozisyon bile bulamadı.
Fenerbahçe orta alanında “kırkayak Crespo” gene gelen geçene çengel attı, topu mıknatıs gibi çekip aldı. Gollük dokunuşunu kaleci Gökhan süper çıkardı. Sanki göze geldi, ikinci yarıda sakatlanıp hastanelik oldu.
Elbette hakem Halil Umut Meler konuşulacak. Türkiye’de 35. saniyede kırmızı kart çıkaracak hakemi bulmak kolay değil... Ama kırmızı doğru... İlk penaltı VAR uyarısıyla geldi. Yoruma açık... İçime çok sindiğini söyleyemem. İkinci penaltıda VAR’a bile gerek kalmadı, banko penaltıydı.
İkinci yarının manşeti; Rizespor seyircisinin “Arda...Arda” diye tempo tutmasıydı. Arda bunun değerini çok iyi bilmeli, anlamalı, ona göre davranmalı ve futbolunu geliştirmeli... Arda‘yı Türkiye seviyor... 17 yaşında bir futbolcu için çok rastlanır bir durum değil bu...
Serdar Dursun’un attığı dördüncü golde, kaleci Gökhan‘dan dönen topa Arda kafa vuruşu yapmıştı.
O dönen topu Serdar tamamlayıp golü attı. Arda sonra da beşinci golde Valencia‘nın kafasına öyle bir top indirdi ki, o topu götürüp elinizle Valencia‘nın kafasına koyamazsınız. Bitmedi, gollük kafa vuruşunu Gökhan Gönül çizgiden çıkardı.
Altıncı gol gene Arda‘nın inanılması zor , fantastik bir pası ile başladı. Böyle bir sol ayak, böyle bir futbol aklı; “Tak... tak” bir yere vurun, nazar değmesin...
Rize’nin direnci ne kadar düşmüş olursa olsun, Fenerbahçe adeta “gözü kapalı”, ezbere futbol oynuyor. Bu kadar uyum, böyle bir koordinasyonu yakın zamanda Fenerbahçe‘de görmedik.
Fenerbahçe’yi yıllardır çok eleştirdik.
Şimdi alkış zamanı... İsmail Hoca’ya, “Yavru Arda”ya, bütün takıma alkış zamanı... Birini diğerinden ayırmadan bütün takıma alkış zamanı...
Arda Güler çoktan pişmiş - Ömer Üründül (Sabah)
Dün geceki maç, daha 35. saniyede bitti. Baiano, gereksiz bir kırmızı kart görerek takımına ihanet etti. Bu sezonki 4. kırmızı ile yeni bir lig rekoruna da imza atmış oldu. Bu tip problemli oyuncuları kesinlikle kulüplerde tutmamak lazım. F.Bahçe, erken skor avantajı da yakaladı. Sonra devre sonundaki üst üste kazanılan iki penaltıya kadar sahada seyir zevki çok düşük bir futbol vardı. Çünkü Fenerbahçeli futbolcular da hırs ve motivasyonlarını kaybetmişlerdi.
İkinci devrede de göze çarpan tek önemli konu vardı… O da oyuna giren Arda'nın performansı. Bu devrede F.Bahçe 3 gol daha attı, üçünün de yaratıcısı Arda oldu. Rize seyircisinin Arda tezahüratları da gerçekten çok anlamlıydı. İsmail Hoca, "Arda daha çok genç, pişmesi lazım" diyor. Bence çoktan pişmiş. Aynı yaştaki Barcelonalı Gavi, milli takımda bile oynuyor. Tabii teknik olarak maçla ilgili yazacak bir şey bulmak mümkün değil.
Ancak İsmail Kartal'ın başarılı grafiğinin iki nedenini açıklamak isterim… Crespo ve Zajc ile iki ön liberoyu teşhis etti, sonra da takımın senelerdir en büyük ihtiyacı olan kadro istikrarını sağladı. Bu da çıkışı gerçekleştirdi. Dünkü maçtan sonra bence en önemli eksik Crespo'nun sakatlığı. Çünkü bana göre Crespo, F.Bahçe'nin bir numaralı oyuncusu. Kolay maçta farklı skora rağmen oyundan çıkana kadar tam bir savaşçıydı. Rizespor'un kümede kalma şansı mucizelere kalmıştı, böyle bir hezimetten sonra bu olasılık da sona erdi.
Tüyler diken diken! - Mehmet Demirkol (Fanatik)
33. saniyede Fenerbahçe’nin net bir pozisyonu ve Fabricio Baiano’nun kendi standartlarında dahi son derece anlamsız kırmızı kartı vardı. Son şansı olan maça çıkan bir takım için kabus gibi bir başlangıç. Fenerbahçe’nin son haftalardaki oyun gücü ve İrfan Can’ın dönüşü göz önüne alındığında maç o an bitti. Sarı-Lacivetliler'in, Mert Hakan-İrfan Can-Osayi üçlüsünün uyumu dahi yeterdi. Zaten işi değiştiren de onlar oldu. Tabi Crespo’nun dinamik ve hareketli çapa performansının önemi de büyük. Hem pas hem baskının merkezi olma konusunda başka bir seviyeye çıktı. Sakatlığı son derece can sıkıcı. İsmail Kartal’ın göreve gelmesiyle ligin altın karmasına girebilecek bir seviyeye çıkmışken çok can sıkıcı.
Alexvari paslar!
Tabii daha başlar başlamaz biten bu maça heyecan katan bir unsur daha var. Hatta bir başrol performansı. Arda Güler’in dün akşam biraz daha üzerine koyduğunu görmek çok özel. Markajdan kaçma becerisi, soğukkanlılık, hemen her seferinde doğru yere hareketleriyle ortaya çıkan rafine güç. Ve tabii evet; Alexvari paslar ve ortalar. 2 kez gole de çok yaklaştı. Birini Gökhan Gönül’ün çizgiden çıkarışı, ayrı bir hikaye tabii. Ayrıca biri asist olan 3 gollük 3 pası. Biri asiste giden kilit pas. Sadece Fenerbahçeliler'i değil, Türkiye’deki hemen her futbolseveri de değil, biliyorum ki yurt dışındaki bir çok kişiyi de heyecanlandıran bir hikayenin başında olduğumuzu hep birlikte hissediyoruz. Tüylerimiz diken diken.
Övgü sırası İsmail Kartal'da - Uzay Gökerman (Skorer)
Uzun yıllardır Fenerbahçe’yi bu kadar istekli, her karşılaşmada üzerine koyarak ve mücadele azmini yukarı çıkararak üst üste böylesine iyi oynadığı bir sezon hiç görmemiştik.
Haftalardır birçok futbolcuyu burada mercek altına alıp, övüyor; bir türlü İsmail Hocaya sıra vermiyor hatta geldiğinde de mutlaka eleştirel bir detay sıkıştırıp onu yazıyordum.
Bunun kendi içinde sebepleri vardı; öncelikle kuşkusuz teknik adamın yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.
Diğer taraftan işe başladığı ilk dönem kadro tercihlerini Fenerbahçe’nin o günlerde bulunduğu duruma gelmesinde etkisi veya katkısı olan belli bir oyuncu grubundan yana kullanmasıydı.
Kayserispor Kupa, Slavia Prag Avrupa, Antalyaspor ve Başakşehir Süper Lig karşılaşmalarına çıkan kadroya bakılırsa ne demek istediğim çok iyi anlaşılacaktır.
İsmail Kartal, Türkiye’de yaşayan ve Fenerbahçeli bir teknik direktör olarak bu takımın başarısızlığının nelerden kaynaklandığını çok iyi takip ederek bu göreve geldiğini düşünmek istiyordum.
Zaten yukarıda saydığım karşılaşmalar Fenerbahçe’nin hem Kupa, hem Avrupa hem de Lig’de kaderini belirledi.
Bu coğrafyanın neredeyse insanların üzerine kader olarak yapışan gerçekliği bilgiye dayalı öngörerek, planlayarak, tasarlayarak değil “yaşayarak öğrenme” amprizmidir. Ortada onlarca denenmiş ve oynanmış maç varken neden bazı oyuncularda ısrar etme tercihi kullanılır, mümessilleriyle uzun uzun konuşmak, tartışmak isterdim.
Mutlaka bir beklenti vardır.
Ancak Fenerbahçe’nin bugünkü başarı grafiğinin de yola kafasında başka gizli ajandası olmayan ve teknik direktörüne güvenen, inanan oyuncu grubuyla devam edilerek oluşturulduğunun farkına varılması gerekiyor.
Bakın, bu ülkenin yine tuhaf gerçekliklerinden biridir; kendi mesleklerini yaparken vasatın altında kalan insanımızın futbolu, oyunu ve onu oynayan futbolcuları değerlendirirken acımasızca, empati yapmaksızın herkesi ve her şeyi kalitesiz, niteliksiz, yeteneksiz olarak tanımlaması aslında takip ettiği oyuna dair bilgi seviyesinin de apaçık göstergesidir.
Buna gündemi belirleyen ve sürekli önplanda kalan yorumcu grubunu da eklemek gerekiyor.
Tabii zincire yöneticileri, idaricileri ve elbette teknik adamları da ilave edeceğiz ki bu bizim her fırsatta “nerede hata yapıyoruz” noktasına geldiğimiz turnuva başarısızlıklarımızın temel nedeni oluyor.
Uzun girişten sonra hemen itiraf edeceğim; İsmail Kartal başta yaptığı tercihlerle benim için bu grubun parçasıydı.
Ta ki eskiyi terk edip, yeni bir şeyler deneyene kadar.
İsmail Kartal’ın zaten başka şansı yoktu. Kurduğu ve ısrar ettiği kadronun önemli bir kısmı benim en başından beri doğru olduğuna inandığım futbolcu grubunu oluşturuyordu.
Evet, bu takımdan Mert Hakan ve İrfan Can’ın da gitmesi gerektiğini söylemiş olabilirim ancak tekrar ediyorum bu söylem futbolcuların kalitesinden kaynaklanmıyor, takım oyununa katkı vermemeleri, aksine onu parçalayan anlayışa sahip olmalarından sebepleniyordu.
Oysa takım içindeki ağırlık değişip, teknik adama inanan ve takım oyunu oynamaya çalışanlardan kurulmaya başlayınca benim için gitmelerinden sakınca görmediğim bu oyuncular da çarkın birer dişlisi oluverdiler.
Bunu sağlayan İsmail Kartal’ın da artık övgülerden payına düşeni alması gerekiyor.
Önümüzdeki sezonun planlamasının içinde nerede olur bilemeyiz; bunu Fenerbahçe’yi yönetenlerin futbol aklı belirleyecektir, ancak en başından beri İsmail Kartal’a tavsiyemiz tam da buydu.
Kaybedecek hiçbir şeyin yoksa kimsenin denemediğini gerçekleştir ve oradan kendine inanan bir ekip kur!
Bu kadar basit; çünkü Fenerbahçe öylesine dibe batmış ve bütün gözler yönetime çevrilmişti ki kimse İsmail Kartal’ın hangi kadro ile çıktığı ile ilgilenmeyecekti; oysa olası bir başarı hem Hoca’yı başka bir seviyeye getirecek hem de yönetimin üzerindeki baskıyı alıp götürecekti.
5 sene önce yönetime talip olurken, evrenin tüm sırlarına hakim havayla futbol eleştirisi ve felsefesi yapanlar ortada gelişmekte olan oyuna sabır gösterebilselerdi, Galatasaray ve Beşiktaş’ın bu süre içindeki inişi ile ters orantılı şekilde peş peşe zaferler yaşayacak futbol aklına haiz bir Fenerbahçe’ye sahip olacaklardı.
Yıllardır farklı cümle kalıplarıyla anlatmaya çalıştığım bu gerçekliğin artık öğrenilmiş olması gerekiyor.
Bu faslı son bir gündem cümlesi ile kapatacağım; ne olursa olsun Fenerbahçe’nin Nwakaeme gibi oyunculara değil; Ferdi, Zajc, Crespo, Arda, Kim, Muhammed gibi benzerlerine ihtiyacı var.
İsmail Kartal sadece bir ekip kurmadı, aynı zamanda takıma belli bir oyun düzeni sağladı diyebiliriz.
Bunu sağlayan da aynı kadronun her karşılaşma üzerine koyarak tekrar tekrar gelişmeye açık oyunu oynamaya çalışmasıdır.
Evet, rakibin 10 kişi kalması dünkü karşılaşmayı çözen bir katalizör görevi yaptı ancak Fenerbahçe’nin Kayserispor, Galatasaray ve Göztepe maçlarını bu oyun planı ile karşılaşmaların hemen başlarında bulduğu gollerle açtığını unutmamak gerekiyor.
Fenerbahçe bu saydığımız karşılaşmaların hepsinde üstün ve galibiyete yakın oyunu oynadı.
Bu oyunun merkezinde ön alanda baskı, (Crespo liderliğinde) topu süratle kazanma, (Zajc öncülüğünde) orta alanda sürekli değişen pas istasyonları kurma, (Osayi, Mert Hakan, İrfan Can’ın çok iyi uyguladığı) kanatlarda oluşturulan üçgenlerle boş alanlara adam kaçırma, çizgiye inerek ceza sahası içi ve çevresinde kaleye şut opsiyonları yaratma olduğunu söyleyebiliriz.
İsmail Kartal bu oyun ile ilk yarılarda maçı çözüp, ikinci yarılarda da Arda Güler ile tekniğe, zekaya ve oyuncu yaratıcılığına dayalı, takım oyunu içinde bireysel kurgu ile farka gitmeyi hedefliyor.
Başarıyor mu?
İsmail Kartal’ın yerleştirdiği bu oyun planına sadakatle bağlı oyuncu grubunun bu seride 21 gol atıp sadece 3 gol yiyerek 6’da 6 yaparak çok iyi iş çıkardığını söyleyebiliriz.
Öyle bir hal aldı ki yılbaşında gazı kaçmış gazoza benzeyen Süper Lig’e Fenerbahçe yeni bir heyecan getirdi ve şampiyon adayından çok daha iyi futbol oynayarak belki de ondan çok daha fazla hak ettiğini göstermeye başladı.
Başlarken biten maç - Faik Çetiner (Fanatik)
Maç başladı, Baiano'nun ihaneti, oyunun finalini bize çabuk gösterdi. Orta alanda Kim’e dirseği yapıştıran Baiano, takımının teslim bayrağını çekiverdi. Fenerbahçe maçın mutlak favorisiydi, rakip ilk dakikada eksik kalınca da güle oynaya, fazla terlemeden maçı farklı kazandı. 90 dakikanın fazlaca teknik analizini yapmaya gerek yok. Formda, istekli ve hedefi belli Fenerbahçe ilk 10 dakika dolmadan Rossi ile golü bulunca oyun tek kale maça döndü.
Gündem: Gitsin mi kalsın mı?
Fenerbahçe gibi güçlü silahları olan bir takıma karşı bir kişi eksik oynamak elbette ki kolay değildi. Rizespor da sahada hiçbir varlık gösteremeden maçı farklı kaybedip, Süper Lige el sallamaya başladı. Fenerbahçe'de ikisi penaltıdan olmak üzere hat-trick yapan Serdar Dursun maçın öne çıkan ismi oldu. Devre 3 farkla bitince, Arda Güler de kulübede fazla beklemeyip, ikinci yarı sahaya sürüldü. Genç Arda sahada yine kalitesini gösterip, adrese teslim ortayla, Valencia’ya (Serdar Dursun'un yerine girdi)5. golü attırdı. Farklı skora rağmen Fenerbahçe’nin 90 dakika maça asılışı da hanesine artı olarak yazıldı. İsmail Kartal yönetimindeki Fenerbahçe içeride dışarıda kazanmaya devam ediyor. Büyük futbol sürprizleri olmazsa bu takım ligi ikinci bitirir. Önümüzdeki haftanın gündemi de belli;"İsmail Kartal gitsin mi, kalsın mı?" Sizce?