22 yaşında, iyi bir üniversitede öğrenci, yakışıklı, zeki, ailenin tek çocuğu, oldukça kibar ve beyefendi bir görünümü olan, üç yıldır beraber olduğu kız arkadaşından yeni ayrılmış erkek danışanım:
Birinci seans; "Kendimi çok kötü hissediyorum, zaman onsuz nasıl geçecek, nefes alamıyorum gibi, acı çekiyorum, üç yıldır sadece 'o' vardı, herşeyi beraber yapıyorduk, o benimdi, onun bütün ihtiyaçlarını düşünürdüm, onu hiç aldatmadım... Onsuz hiçbirşeyin tadı yok, hiçbirşey umurumda değil, hiçbirşey yapmak istemiyorum, kimseyle görüşmek istemiyorum... Peki 'o' bensiz yapabilecek mi? Beni nasıl unutur? Ben onu nasıl unutacağım, başka kimseyi almadık ki hayatımıza, arkadaşlarımızı da bıraktık, sadece ikimiz vakit geçiriyorduk, onsuz zaman durdu, kendimi çok yalnız hissediyorum..."
Haftada iki kez görüşmeye alınan danışanım, birkaç hafta sonra artık daha yatışmış hatta ilişkisini kendisiyle dalga geçen ve mizahi bir dille anlattığı en son görüşmemizde, ilişkilerinden bir kesiti dile getirdi, kendisinden izin alarak, yorumsuz aktarıyorum:
"Ben onu hergün okul çıkışında almaya gidiyordum, arabada yanıma oturuyordu, elinde telefonu sürekli telefonda birşeyler okuyor ya da yazıyordu, tweet falan, ben içimden bugün 'Onu' nasıl eğlendirebilirim, değişik ne yaparım diye geçirirdim, sonra ona sorardım, 'Nereye gidelim' diye o da yüzüme bakmadan 'farketmez' derdi. Sonra bir yere otururduk, 'O' ellerini göğsüne bağlar öyle bakardı, ben de artık çocukken izlediğim çizgi filmleri falan anlatmaya başlamıştım, herşeyin çok sıkıcı hale geldiği ne kadar belliydi ama başlangıçta o böyle istemişti, sürekli beni yanında istiyordu, mümkün olduğunca ayrı kalmamaya çalışıyorduk, ne kadar hastalıklı bir hale gelmişiz! Hatta bir keresinde hava çok kötüydü değişiklik olsun diye onu Büyükada' ya götürmüştüm, ikimiz bir bisiklete bindik o sürekli ofluyordu, rahatsız olmuştu bisiklette, ben ve o sanki zoraki eğlenmeye çalışıyorduk, o gün onu bir salıncağa bindirdim 'Yavaş salla' diye söyleniyordu, inadıma hızlı hızlı sallıyordum."
İkili ilişkilerde, kadın ve erkeğin dipdibe, içiçe, sanki tek benlik gibi yaşamaları, birbirlerinden bağımsız hareket edememeleri, sürekli aklını fikrini birbirleriyle bozmaları, yapışkan ve boğucu bir ilişki yaşayarak sonra kendi kendilerini tüketmeleri, bazı ilişkilerde tanık olduğumuz bir durumdur.
Hayatınıza karşı cinsten birisi girdiğinde, başlarda bir anda yalnızlığın ağırlığından kurtulduğunuz, bir olmanın verdiği hafiflikle rüyaya daldığınız, arkadaş çevrenizden bir anda uzaklaştığınız, sürekli birarada zaman geçirmeye çalıştığınız bir dönem vardır. Bu ilişkinin ilk zamanları için nispeten anlaşılır bir durumdur. Kısa bir süre sonra, ilişki normal seyrine döner.
Bir de ilişkinin başından itibaren devamlı olarak, birbirinin içine geçmiş bir hayatı gösteren, sanki dünyaya yapışık ikiz gibi gelmiş ilişkiler vardır. İnsana dışarıdan seyrederken bile bunaltı hissi veren bir ilişki tarzıdır bu. Günümüzde böyle ilişki yaşayan kişiler, elinde telefon baş önde eğik, sürekli bir mesajlaşma, mesajın geldiği "bip" ya da "dırılıng" ya da "çınnn" sesine tiryaki, "o" ses gelmezse ölü balık gibi bakan, mesaj ya da arama geldiğinde tekrar yaşam belirtisi veren bir durum sergilemektedirler.
Bir kimliğin diğerinde eriyip gitmesi, yok olması ve kişinin kendi sınırlarını tamamen yitirmesi kime iyi gelir? Kişinin kendi benliğini havalandırması yani diğer kişiden geçici olarak uzaklaşıp, kendi düşünce ve duyguları ile başbaşa kalması, kendi arkadaşları ile program yapması, kendi hobileri ile uğraşması yani kendi başına vakit geçirmesi sağlıklı bir ruhsal yapı için kaçınılmazdır.
Tam da bu nedenle, böyle ilişki yaşayan kişilerde bir süre sonra kimlikte bir boşluk duygusu, can sıkıntısı, miskinlik hali, eskiden keyif aldığı şeylerden zevk almada azalma gibi duygular oluşur.
Güvenli bir ilişkinin verdiği haz ve doygunluk hissinden farklı olarak bu ilişkilerde huzursuzluk, yabancılaşma ve arzunun tamamen yok olduğu bir süreç hakimdir. Kimse kimseyi artık cazip bulmaz ama tıpkı 'madde' kullananların belli bir dozu alma ihtiyacı gibi bağımlılıktan doğan ihtiyaç vardır ama gün geçtikçe 'madde' nin bedene verdiği zarar ve yok ediş gibi, ruhun kendi kaynaklarını tüketen ve kişiyi sanki bir 'kurgudan' ibaretmiş gibi bir sona götüren bir ilişki kurma tarzıdır böylesi ilişkiler.
Eskiler demişler: "Sık muhabbet, tez ayrılık getirir" diye. Güvenli bir bağlanma tarzına sahip kişiler, başkalarına bağlanmaktan ve başkalarının kendisine bağlanmasından rahatsızlık duymazlar, ilişki kaygı verici değildir, ne yalnız kalmaktan ne birliktelikten endişelenmeyen kişilerdir. Güvensiz yani bağımlı ilişki yaşayanlar ise tam tersidir, yüksek bir yakınlık ve bağlılık seviyesi ararlar ve bu nedenle birlikte olduğu insan öyle değilse onu kaçırırlar.
Yukarıda bahsettiğim danışanım, elini taşın altına koydu ve başlangıçta, "Onu aramadan nasıl duracağım, aramaktan korkuyorum " derken, terapi ile birlikte yas tutabilme kapasitesini geliştiriyor ve önüne bakma konusunda kararlı. Şimdilerde ilişkisindeki yanlışları ve kapalı bir ilişki yaşamanın bedellerini görebiliyor ve yeniden kendisi için birşey yapmaktan zevk almaya başladı.
Yapışmadan, birbirine abanmadan ilişkinin lezzetine daha çok varılacağını, benliğini kaybetmeden daha mutlu bir ilişki yaşanacağını kendi zorlu deneyimi sayesinde öğreniyor. Birlikte ve ayrı ayrı, her türlü durumda 'ben' kalabilmek, esas mesele bu.