İyi bir üniversitenin İnşaat Mühendisliği bölümünden bu yıl mezun olan genç danışanım, umutsuzca mesleği konusundaki karamsarlığından sözetmişti birkaç ay önce.
Mantar gibi türeyen konutlardan ve dağ taş hafriyat, inşaat ve gürültü manzaralarından muzdaripti.
Nasıl bir kariyer planı yapacağı konusunda Türkiye' deki yapılaşmayı düşündüğünde oldukça sıkıntı duyuyordu; yaratıcılıktan ve estetikten uzak, yeşil alanların hızla yok edilerek çoğalan kerameti kendinden menkul gayrımenkul halleri danışanımın idealizmiyle hiç örtüşmüyordu!
E-5' in her iki yanı, Göztepe' den köprüye doğru giden mevcut bütün yeşil alanlar, tamamen beton yığını yani görüntü kirliliği denebilecek bir durumda şimdi. Ülkemizde gelişmişliğin ölçütü artık lüks konut ve AVM. Bu kadar betona, binaya yatırım yapan bir ülkede bilim ve sanat' ın paralel seyrinden sözedilebilir mi?
Başka bir danışanım çocukluğundaki Suadiye' den söz etti birkaç seans önce. Kocaman bahçe içindeki evlerinden, bahçede yetişen sebzelerinden, komşuyla paylaşılan ağaçtaki meyvelerinden.
Evlerinden biraz uzaktaki sahilde bağlı duran teknelerine yiyecek ve içeceklerini alıp ailece binip açıldıkları akşam sefalarında, Maksim Gazinosu' ndan gelen sesten o akşam Zeki Müren' in olduğunu anlayıp etraflarındaki diğer teknelerle beraber bunun keyfini nasıl çıkardıklarını anlatırken o duyguları neredeyse beraber yaşadık.
Çocukluk anılarından en etkileyici olanı ise bahçelerinde çadır kurup, Hacivat-Karagöz oyununu seansı 1 liraya çocuklara oynatarak harçlığını nasıl çıkarttığı idi.
Bugün, Caddebostan Sahil' de sırtımı bu sefer denize verip o muhteşem evlere daldım gittim. Ne kadar şanslı olduklarını düşündüğüm 3-4 katlı evlerdeki insanların en çok, envai çeşit çiçeklerle süslenmiş balkonlarını çok kıskandım.
Çocukluğumun balkon sefalarını nasıl da özlemiştim. Bu civardaki bütün evlerin balkonları vardı ve o balkonların hepsinin bir ruhu da vardı. Çiçekler, şemsiyeler, masa ve sandalyeler. Balkon demir ve duvarlarında özenle yerleştirilmiş süs bitkileri.
Ruhsuz binalarınızla balkonlarımızı yok ettiniz. Artık modern hayatın yaşam alanlarında balkonlarımız yok. Özellikle mi böyle projelendiriliyor diye düşünüyor insan; ruhsuzlaşalım ıssızlaşalım diye!
Mahalle yok, bakkal yok, selamınızı alacak esnaf yok, yaptığı reçelden bir tabak da size uzatan komşu yok!
Ruhumuza iyi gelecek ne varsa, şehrin çoğu cadde ve sokaklarında yok artık.
Sığınaklarımıza tıkış tıkış tıkılıp, robotik ve mekanik bir şekilde giriş-çıkış yapmamız, poker surat ortalıkta dolaşmamız için elinden geleni arkasına koymayan bir zihniyet, 'Gezi ruhu' ile yeni nesil çoğunluğun buna "dur" demesine şahit olmakta.
Demek ki neymiş? Herşey, insana uymak zorundaymış!