Herkesin olduğu gibi Sema Teyzenin de bir hikayesi var. Aslında birçoğunuz duyduğunuzda göz yaşlarınızı tutamayacaksınız, tıpkı bende olduğu gibi. Ama öyle sağlam bir duruşu var ki ben ağlarken "ağlama yavrum, dayanamam senin ağlamana, hayat böyle, dik durmamız gerek" diyen birisi. Sema Teyzenin oğlu geçen sene Silivri açıklarında denizde kaybolmuş. Uzun süren aramalar sonucunda bulunamamış. Sonra onun kaybolduğu açıkları gören bir odası olan huzurevine yerleşmeye karar vermiş. Orada kalanlarla geçirdiği zamanlarda, yardımcı olmanın verdiği hazla bulunduğu yeri "Neşe evi" olarak adlandırmaya başlamış. Yıllardır huzurevleri ile yakından ilgilenen ve yoğunlukta demans üzerine çalışmaları olan bir nöroloji hekimi olarak öncelikle kaldığı huzurevinin farklı bir yer olduğunu düşündüm. Ama gittiğimde aynı diğer huzurevleri gibi olduğunu gördüm. Farklı olan huzurevi değil Sema Teyze idi. Orada kendi "Neşe evi"ni yaratmıştı. Niyetim röportaj yapmaktı ama sormaya gerek kalmadan hikayesini anlattı bizlere...
Eşimle çok güzel giden, bana ve çocuğuma harika zamanlar yaşatan bir ilişkimiz vardı.17 yıl evvel eşim henüz 57 yaşındayken çok vahim bir kaza geçirdi. Kısaca anlatayım. Bir gün apartmandan içeriye girdik, ışık yakmadan asansöre doğru yürüyorduk. Aşağıya inen beş basamak merdiven vardı. Görmeden boşluğa basınca düştü ve beş basamaktan aşağıya yuvarlanınca boynunda tam kesi oluştu. Sonrasında hastane periyotları başladı. Uzun saatler süren ameliyatlar yapıldı. Ama boyundan aşağısı felçti. Daha sonra iyi bir rehabilitasyon görmesi gerektiği söylendi. Çalışmış olduğu banka bizi ABD'ye bir rehabilitasyon merkezine gönderdi. Üç buçuk ay orada çok kötü günler geçirdim. 10 saat süren bir ameliyata aldılar. Burada yanımda sevdiğim dostlarım varken orada hiç kimse yoktu. Türkiye'ye döndükten kısa bir süre sonra da kaybettik. 16 sene onun acısını nasıl çektim anlatamam size. İnanın sevdiğini kaybetmesi çok zor. Onun acısına daha kendimi alıştıramazken böyle bir acı daha yaşadım. Güzel oğlum böyle bizi bıraktı gitti. Balığı çok seviyordu, denizi çok seviyordu. O arada da bizim İstanbul'daki evimizin yıkılma durumu vardı. Silivri'deki yazlığımza gelmiştik. Bir gün dedi ki "Anne ben burayı çok seviyorum, niye dönüyoruz, evimiz bitene kadar burada oturalım ". Evimizde de bir aksilik oldu yapılamadı. Biz de Silivri'de yaşamaya başladık. Oğlumla birlikte yaşıyorduk yıllardır. Keşke Silivri'de hiç kalmasaydık, keşke tamam demeseydim. Keşkeler hiç bitmiyor ki hayatımızda. Ama kader öyleymiş. Böyle olmasaydı belki başka şekilde olacaktı.
Taşındığımızın dördüncü senesiydi. Kasım ayında herkes gitmişti. Adını Cezmi koyduğumuz küçücük bir teknesi vardı. Uyduruk da birşeydi. Cezmi ile o hafta her gün balığa çıktı. 8 kasımda, 30 yıldır görüşmediği bir arkadaşı aradı. Facebookta bir fotoğrafını görmüş ve "Burak geleyim de beraber balığa çıkalım" dedi. O gün çıkmasalardı keşke ama çıktılar. O kurtuldu ama Burak'ım kurtulamadı. Kayıkta Burak ayağa kalkmış ve sandal devrilmiş. Sandal devrilince, teknenin uç tarafına tutunmuşlar. 1-1,5 saatlik bir mesele. Fakat Burak'ın ayağında balıkçı çizmeleri vardı, kasığına kadar uzun olan. Onların içi su dolmuş. Bir süre sonra ben dayanamıyorum demiş, bırakmış ellerini. Kendini kaybetmiş o anda sanırım. Bilinci de pek yerinde değilmiş. Arkadaşı da kapşonundan tutmaya çalışmış ama bir süre sonra bırakmış. Hava da kararmış. Tek tesellim o ki, o anda kendinde değildi. Ölüm anını hissetmemiş. O arada biz arama çalışmalarını başlattık. Onlar da 18:00 civarı sahil güvenliği arayıp biz dönemiyoruz demişler. Denizdeki akıntıyı fark etmeden çok açılmışlar. Fark edince de hemen sahil güvenliği aramışlar. Ama sahil güvenliğe biz iyiyiz diyince onlar da çok acele etmemişler. Marmara Ereğli'sinden yola çıkıyorlar. Onların gelmesi bir saati buluyor. Tam o arada bunlar oluyor.
Sonra acılı günler başladı. Aramalar üç gün devam etti, sonra durdurdular aramayı. Ben belediye başkanına rica edince bir gün daha dalgıçla arandı. Diyorum ki madem dalgıçla arama imkanı vardı neden ilk günden yapılmadı. Ama bu andan sonra ne yapsam boş. Bana çok dediler, mahkemeye ver diye ama hiçbir şey oğlumu geri getiremez. O yüzden sustum oturdum. Hala Silivri'de sahil güvenliğin bir botu bile yok. En yakın yer Marmara Ereğlisi.
Velhasıl benim hayatımı konuşacak olursak benim hayatım hem kötü hem güzel bir hayat. Çok güzel günler geçirdim. Çalışma hayatım da çok güzeldi. Hukuk fakültesini bitirdim ama Cerrahpaşa'da 28 yıl boyunca satın alma müdürü ve sayman yardımcı olarak çalıştım.
Daha önce de huzurevi düşüncem vardı. Ben huzurevi fikrine hep şöyle yaklaştm. Yaşlandığımda çocuğumun evinde bir köşede kendi halime kalmaktansa, bir huzurevine giderim orada insanların içinde beraber yaşarım. Beğenmezsem, yapamazsam dönerim. Bunu eşimle de konuşurdum. Oğlumuz evden ayrılınca beraber bir huzurevine yerleşiriz diye. Eşim vefat ettikten sonra da bunu düşündüm. Oğlum o zamanlar evliydi. Birkaç defa başvurdum Etiler'deki huzurevine, bana çıktı ama oğlum her defasında izin vermedi. Daha sonra boşanınca birlikte yaşamaya başladık zaten. İyi ki de öyle olmuş, beraber vakit geçirmişiz.
Oğlumun vefatından sonra yakınlarımın karşı çıkmalarına rağmen huzurevi projemi hayata koydum. Neden burayı istedim diye sorarsanız, burada kaldığım oda oğlumun kaybolduğu açıklara bakıyor.
Bulunduğum yer aslında huzurevi değil de bakımevi. Hemen hepsi hasta ve bakıma muhtaç. Ben onlara yardım ettikçe kendimi daha iyi hissediyorum. Yemek zamanı yemelerine yardım ediyorum. Aslında önceleri odamda yemek yiyordum. Daha sonra onlarla birlikte yemeye başladım. Yemekhanede yiyebilen var, uyuklayan var, yemeye çalışan var. Önceleri baktım. Bir gün kendi kendime dedim ki ben de yardım etsem. Başladım ben de yedirmeye. Beni de çok seviyorlar. Beni gördüğünde el sallayan var, öpücük yollayan var. Çok güzel bir iletişim oluştu aramızda. Sonra burası huzurevi değil "Neşe evi" olmalı dedim. Aslında burada yaşadıklarımı yazmak istiyorum. Yazıp kitlelere ulşamasını sağlamak...