Betül Topaklı / Milliyet.com.tr - Gülistan Sarkut, 1985 yılında Aksaray’ın Ortaköy ilçesi Balcı kasabasında doğdu. 7 yaşındayken babasının yurt dışına gitmesi ve dönem dönem iletişimi kesmesi onun hiç de kolay olmayan bir çocukluk geçirmesine neden oldu. Annesinin özel bir hastanede temizlik görevlisi olarak işe başlamasıyla birlikte Gülistan, hem kendine hem kendinden 7 yaş küçük kardeşine bakmaya başladı. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen çok başarılı bir çocuktu. Okumayı ve ders çalışmayı çok seviyor, bunu da lise birincilikleriyle taçlandırıyordu. Öyle ki Konya’da sınavlarda yaptığı dereceler, dershanelere hep burslu gitmesini sağlıyordu. Gülistan’ın tek bir hayali vardı. O da Hacettepe Üniversitesi’nde tıp okuyup cerrah olmaktı. Ancak üniversite sınavından 6 ay önce yaşadığı acı kayıp hayatının bir anda tamamen değişmesine neden oldu.
“Annem, ben 17 yaşımdayken göğüs kanserinden vefat etti. Babamla annem vefat ettiği dönemde iletişimimiz yoktu. Koskoca Konya’da 10 yaşındaki erkek kardeşimle yapayalnız kaldık. Tam da o dönem eşim Gökhan’la tanıştım. Liseyi bitirip 2005 yılında evlendim. Okumadığıma pişman değildim. Çünkü eşimle çok iyi anlaşıyorduk, kardeşime de sahip çıkmıştı. Onu okutup üniversiteli yaptık. O sırada ilk çocuğum Can Berk dünyaya geldi. Kardeşimin sorumluluğu üzerimden kalkmıştı. Onu okutmanın verdiği gururla yükümün hafiflediğini düşünüyordum. Hayata farklı bir pencereden bakmaya çalışıyordum. Sonrasında ikinci oğlum Berat Kaan dünyaya geldi.”
PSİKİYATRİSTE GÖTÜRÜNCE GERÇEĞİ ÖĞRENDİ
Gülistan, ikinci çocuğunun dünyaya gelmesiyle birlikte çok mutlu olmuştu ama içinde garip bir his vardı. Henüz iki aylık olan Berat Kaan ile ilgili ters giden şeyler vardı. Hissediyordu ancak tam olarak anlamlandıramıyordu. Bunun adına da annelik içgüdüsü deniyordu. Herkes çok uslu bir oğlunun olduğunu, onun bazı durumları abarttığını söylüyordu ama kısa bir süre sonra Berat Kaan’ın hareketleri daha da farklılaşmaya başladı. İçine kapanan oğlu artık oğlu oyun oynamıyor, adını seslenince dönüp bakmıyor, göz teması kurmuyordu. Genç kadın, hemen oğlunu çocuk psikiyatrisine götürdü. Oğluna otizm teşhisi konulmasıyla birlikte de bir anda dünyası karardı. Otizmin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Fakat kısa bir süre sonra bu durumu reddetmenin sadece süreci uzattığını ve tedaviyi engellediğini anladı. Önce Konya ve Ankara’da otizmle ilgili birçok seminere katıldı. Otizmle ilgili bulabildiği tüm kitapları okudu. Tek derdi, yüzde 87 yani ağır engelli raporu olan oğlunu hayata bağlamak ve onu normal insanların seviyesine getirebilmekti. Oğlunun kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmesi için kendini ona adadı. Rehabilitasyon merkezlerinde saatlerce ayakta, kapının dışında verilen eğitimi izleyip dinleyip öğrenerek oğluna uyguluyordu.
BİR OĞLU OTİZMLİ, BİR OĞLU ÜSTÜN ZEKALIYDI
Gülistan’ın büyük oğlu Can Berk; çok zeki, ağırbaşlı, anlayışlı bir çocuktu. Ancak engelli bir kardeşi olduğu için ister istemez biraz arka planda kalıyordu. Çünkü Gülistan sadece küçük oğluyla ilgileniyor ve sadece çocuklu ailelere oturmaya gidiyordu. Oyunlar kuruyor, otizmli oğlunun nasıl sosyalleşebileceği hakkında bizzat yol gösteriyordu. Onun için annesiz kalmanın verdiği yalnızlık hissinin yerini tamamen evladının engelinin varlığı almıştı. Oğlunun bu durumu yaşadığı tüm acılarının üstüne çıkmış, onun geleceği hakkındaki kaygılar hayatının merkezine yerleşmişti.
Erken teşhis, yoğun eğitim derken Gülistan’ın emekleri meyvesini vermeye başladı. Çünkü otizmli oğlu Berat Kaan konuşmaya başladığı gibi verilen komutları da artık algılıyordu. Bu süreçte Gülistan’ın büyük oğlu farklı bir zekâsının olmasından dolayı okulda öğretmeninin dikkatini çekti. Öğretmen aileyi psikiyatriye gitmelerini tavsiye etti. Gülistan’da artık otizmli oğlunun da toparlanmasının verdiği rahatlıkla büyük oğlu Can Berkle ilgilenmeye başladı. Psikiyatrist Gülistan’a 'Can Berk’in 7 yaşındayken IQ’sunun 135 olduğundan, iyi bir eğitimle Türkiye’deki sayılı bilim insanlarından biri olabileceğinden onun güzel bir eğitim almasından bahsetti. Artık Gülistan’ın tüm hayalleri, belki de akademik olarak eğitimini yarıda bırakmanın verdiği hisle Can Berk’e yöneldi.
'EN ÇARESİZ ANDI, ÖLMEK İSTEYİP ÖLEMEDİM'
Ancak küçük oğlunun doğum günü olan 4 Ağustos 2014 yılının onun hayatında yaşayacağı en acı günlerden biri olacağından habersizdi. Gülistan, o günü şöyle anlatıyor: "Berat Kaan’ın doğum gününü kutlamak için hazırlandık ve babaannemize gitmek üzere evden çıktık. Evimiz Konya’nın en işlek caddelinden olan Ahmet Özcan Caddesi üzerindeydi. Bir elimde çanta, diğer elimle de Berat Kaan’ın elinden tutuyordum. Karşıdan karşıya geçerken Can Berk 8 yaşındaydı ve benim komutumu beklemeden bir anda yola fırladı. Yoldan gelen bir otomobil durdu ama onun yanından gelen pick up’ın sahibi fren yapma gereği bile duymadı. Zaten çarptıktan 100 metre sonra durdu. Ölmek isteyip de ölemediğim, bir annenin bulunabileceği en çaresiz anlarından birini yaşadım."
40 GÜN YOĞUN BAKIMDA, 2 AY SERVİSTE KALDI
Gülistan’ın büyük oğlu Can Berk, kafasından akan kanlarla yolun ortasında öylece yatıyordu. Gülistan, ‘Yardım edin, ambulans çağırın’ diye sağa sola koşuşturuyor, ne yapacağını bilemez vaziyette dolanıyor, bir taraftan da 8 yaşındaki küçücük bedeniyle kanlar içinde yatan oğlunu izliyordu. Etraftan insanlar toplanmaya başladı ki hemen Gülistan’ın 20-30 metre ileriden yaz tatili için yanlarına çalışmaya gelen kardeşi geldi. İnsanları görünce kaldırıma oturan Gülistan’a kardeşi, “Abla yaşıyor, nefes alıyor” diye bağırdı. Bu cümleyi duyar duymaz, “Ya Rabbi sen kuru toprağa, dallara can verensin. Evladıma şifa ver, onu ayağa kaldır" diye dua etmeye başladı. 40 gün yoğun bakımda, 2 ay serviste kalan Can Berk’in vücudunda çizik dahi yoktu ama kafasının sol tarafındaki 12 santimlik alan parçalanmıştı. Parçalanan kemikler beyne de battığı için temizleyebilmek amacıyla beynin bir kısmı da alındı. Bu nedenle oğlunun durumu hastaneden çıktığında yenidoğan bebekten bile daha kötüydü.
8 BEYİN AMELİYATI SONRASI AYAĞA KALKTI
Kafasını tutamıyor, gözlerini kontrol edemiyor, yutkunma refleksi gittiği için de burnundan hortumla besleniyordu. Hastaneden çıktığında ise sol kafatasının büyük bir bölümü yoktu. Gülistan ve ailesine, “Çocuğunuz bir daha asla yürüyemeyecek, konuşamayacak, ömür boyu yatağa bağımlı kalacak, zor bir yol sizi bekliyor” denildi. Ancak 3 uzun fizik tedavi ve geçirdiği 8 beyin ameliyatıyla Can Berk ayağa kalktı. Her zaman fizyoterapist çağıracak maddi güçleri olmadığı için Gülistan, bu süreçte fizik tedavi yaptırmayı ve konuşma terapisi öğrendi. Gülistan kendini bu sefer de Can Berk’e adadı. Onun ayağa kalkması, yeniden anne demesi için canını bile feda ederdi. Bu uğraşları da meyvesini verdi. Oğlu ayağa kalktı, aksayarak da olsa yürümeye ve kendini ifade edecek kadar konuşmaya başladı. Sonrasında Gülistan’ın üçüncü oğlu Yiğit İbrahim dünyaya geldi. Abisine arkadaş ve uğraş oldu. Can Berk de ailesinin sevgisiyle tekrar hayata bağlandı.
'ÇARPAN KİŞİ 3 AVUKAT TUTTU'
Gülistan ve ailesi oğullarını yaşatıp hayata bağlama mücadelesi verirken, oğluna çarpan kişinin 3 tane avukat tutup bu durumdan ceza almadığını öğrendi. Aile olarak bu işlerle ilgilenebilecek, peşine düşebilecek durumda değillerdi ancak 8 yaşında bir çocuğa çarpan birinin vicdani olarak bunu kaldıramayacağını ve yardım edeceğini düşündüler. Kaza ve kadere inandıkları için çarpan adama kızmıyorlardı ancak maddi ve manevi olarak yanlarında olmalarını istiyorlardı. Ancak aldıkları cevap, “Umurumda değil, cezai bir sorumluluğum yok. Yüzde 100 oğlunuz suçlu” oldu.
“Eşimle biz şoke olduk. Hukuk mücadelemiz cezai olarak sekteye uğrasa da özel hukuk yönünden tazminat davası açıp, en azından pahalı tedavi sürecinde bize maddi bir dayanak olsun istedik. Ancak başvurduğumuz avukatlar iş bilmez çıktı ve dava sürecimiz tıkandı. Bu süreçte avukatın bir tanesi bile bize, 'Karşı tarafın sigortasına başvuralım' demedi. 2 avukat değiştirdik ancak sonuç alamadık. Sonra kime başvurduysak davanın geri dönmeyeceğini, bu süreçte çok fazla hukuki yanlışlar yapıldığını söyledi. En son başvurduğumuz avukatımız davayı tekrar lehimize çevirdi. Ancak aradan yıllar geçti, para pul oldu, evimizi arabamızı satıp sıfıra çıktık. Oğlumun sağlığı, çocukluğu, hayalleri her şeyimiz gitti. Yerine koyabildiğimiz tek iyi şey 2 1 ev ve hukuk fakültesini kazanıp birincilikle bitirmek oldu.”
35 YAŞINDA ÜNİVERSİTEYE BAŞLADI
Bu süreçte Gülistan'ın hukuk okuma serüveni ise küçük bir tesadüf ve birikmiş çaresizliğinin birleşmesiyle oldu. Gülistan, eşi Gökhan’la hastanede oğlunun başında sırayla nöbetleşe kalıyordu. 2019 yılında bir gece Temel Yeterlilik Testi (TYT) sorularını merak edip çözmeye başladı. Kendini denemek istiyordu. 80 net yaptı. Bu duruma kendi bile inanamıyordu. Ertesi gün söylediği eşi, çok mutlu oldu ve “Üniversite okusana, bak hem artık Can da ayağa kalktı. Tek başıma maddi olarak yetişemiyorum, bana destek olursun. Ayrıca avukatlardan neler çektik, ülkenin senin gibi zeki ve adaletli hukukçulara ihtiyacı var’ dedi. Gülistan, “35 yaşına gelmiş, kendimi ikisi engelli olmak üzerine çocuklarıma adamış bir kadınım, nasıl okuyayım” diye düşünse de eşi bu süreçte destekçisi olmaya devam etti. Çocuklarıyla konuştu, onların da onayını aldıktan sonra henüz 2 yaşında olan oğluna rağmen büyük oğlunun yaşadığı haksızlıkla savaşmak artık onun için bir borçtu. Gülistan, Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazanarak bu mücadelede vicdanını rahatlatacak en güçlü silahını elde etti. Çünkü Gülistan, bir işe baş koyduysa o yolda elinden gelenin en iyisini yapmak için mücadele ederdi. Bir de bu duyguya annelik içgüdüsü de eklenince başarı artık onun için kaçınılmaz olurdu. Tabii ki bu süreçte yalnız değildi. Eşi ve çocuklarının gösterdiği fedakârlık ve destek olmasa elbette bu yolu böylesine başarıyla tamamlayamazdı.
HUKUK FAKÜLTESİNİ BİRİNCİLİKLE BİTİRDİ
Gülistan, hedefine ulaşmak için gece gündüz çalıştı. Ne dışarı çıktı, ne bir arkadaşıyla buluştu, ne de televizyon izledi. Sosyalleştiği tek alan okulda arkadaşları ve evde ailesiydi. Bu yaptığı fedakarlıklar onu olumsuz etkilemediği gibi aksine her yıl elde ettiği okul derecesi, onun azimle ilerlemesini sağladı. Aynı zamanda hukuk alanındaki gelişmeleri yakından takip etmek ve sürekli kendini geliştirmek de başarısında rol oynadı. Sonuçta istediği ve hedeflediği gibi oldu. Gülistan hukuk fakültesini birincilikle bitirdi.
‘BİR AVUKATIN YANINDA STAJ YAPIYORUM’
Gülistan, hâkim olmayı çok istiyordu. Ancak 39 yaşını doldurduğu için direkt hakimlik sınavıyla atanamıyordu. Mecburen 3 yıl aktif avukatlık yapması gerektiğini söyleyen Gülistan, “Herkes için adaletin tecelli etmesini istiyorum. Özellikle çocuk haklarını korumak, engellilerin hukuki sorunlarının çözüm sürecinde yanlarında olmak benim için çok önemli. Oğlum gibi mağdur olanların seslerini duyurmak, bir nebze de olsa yanlarında durup hukuki süreçlerinde destek olmak, savunmak ve haklarına kavuşmalarını sağlamak istiyorum. Zira iş bilmeyen, para için umut tacirliği yapan avukatlara denk gelip hak kaybına uğradığımız için bu alanda insanlara faydam olsun istiyorum. Eylül ayında yapılan ve yeni getirilen hukuk mesleklerine giriş sınavını kazandım. Avukatlık stajımı başlattım. Aktif olarak bir avukatın yanında staj yapıyorum. Ayrıca okulu birincilikle bitirdiğim için kendi okulumda burslu olarak yüksek lisansa devam ediyorum. İngilizce temelim de gayet iyi olduğu için yüksek lisansın ardından dil sınavını geçip doktora yapmayı planlıyorum” diyerek sözlerini şöyle noktaladı:
“Bu sürecin bana en büyük katkısı, adalet sisteminin işleyişini veya işlemeyişini öğrenmem oldu. Daha bilinçli bir vatandaş oldum. Hayata bakış açım değişti. Yaşadıklarım bana, ne kadar emek verirsen o kadar karşılığını alabildiğini gösterdi. Bazen hayatımız gecenin kör karanlığına dönüşüyor ama asla güneş doğmayacak, bir daha bu çukurdan çıkamayacağım zannetmeyin. 'Düştüm, artık yolun sonu' dediğiniz an, aslında hayatınızda yeniden farklı bir sayfanın açıldığı an oluyor. Ve o sayfaları doldurmak sizin elinizde. İster uğraşın ve o imkânsızlıkta güzel şeyler için umut ederek çabalayın, isterseniz yolun sonuna geldim diyerek o sayfanın hep gecenin kör karanlığında mahkûm edilmesini izleyin. Biz ailecek çabalamayı tercih ettik. Ben de oğlum da istemezdi böyle bir hayatı ama hâlâ görebileceğimiz güzel günlerin umuduyla çabalıyoruz. Zorluklar karşısında yılmadan mücadele etmek, ister istemez insanı daha güçlü kılıyor. Engelleri aşmak için kendinize güvenin ve inanın. Hiçbir engel aşılmaz değil. Ya yöntemini bilmiyorsundur ya da henüz zamanı değildir. Sadece umutla ve mücadeleyle yaşamaya devam edin.”